Karamsarlık telkin eden yazılar yazmayı asla sevmem. Her ne olursa insanlar geleceğe umutla bakmalı. Rahmetli hocamız Orhan Şaik Gökyay, bize “nasılsınız?” dediğinde teşekkür ederiz, iyiyiz diye cevap verirdik. Biz de kendisine “siz nasılsınız?” deyince, ”daima çok iyiyim” diye cevap verirdi. Burada geçen “daima” sözüne özellikle vurgu yapardı. Onun da sıkıntıları vardı mutlaka ama geleceğe dair olan ümidi her şeyin üzerindeydi.
Toplumun içinde yaşıyoruz; basını, televizyonları ve sosyal medyayı gücümüz yettiği oranda takip etmeye çalışıyoruz. Görüldüğü kadarıyla insanlar sıkıntılı, mutsuz, endişeli. Her şeyin başında ekonomi geliyor. Kazançla gider arasındaki denge bir türlü kurulamıyor. Ev kiraları artmış, çarşı-pazar fiyatları el yakıyor. Hayat pahalılığının önü alınamıyor. Çalışan kesimin önemli kısmı az ücret alıyor. Binlerce insan asgari ücretle geçinmeye çalışıyor. Hayat denen çark dönüyor ama hızına yetişmek mümkün olmuyor.
Geçen hafta işsizlik rakamları yayınlandı, artış var. Yaz aylarında faaliyet gösteren işletmeler doğal olarak kapandı, şimdi işsizlik daha fazla artacaktır. Öyle bir çelişki yaşıyoruz ki, yüksek enflasyon nedeniyle alım gücümüz her geçen gün düşüyor. Buna karşılık fiyatlar yükseliyor ve aradaki makas her gün genişliyor. Bu durum sabit ve dar gelirli insanları geçim sıkıntısına zorluyor.
Liseleri bir kenara bıraktık; her yıl üniversitelerden mezun binlerce gencimiz işsiz. Dünyaca kabul gören üniversitelerimizi bitiren gençler yurt dışına gidiyor, oralarda iş kuruyor veya iş arıyor. Üzülerek ifade edelim ki bunun adına beyin göçü diyoruz. Gidenler geri gelir mi, hiç sanmam. 1960’lı yıllardan itibaren Almanya’ya gidenler vardı, kaç kişi geri döndü? Hiç kimse daha güzel ve rahat hayatı bırakmaz.
Türkiye genel anlamda üretimden düştü. Köylerde nüfus %15’ler seviyesine kadar indi. Üreten bir toplumdan tüketen bir topluma hızla dönüştük. Yakın zamana kadar kendi kendine yeten ilk on ülke arasında sayılıyorduk. Bugün çok gerilere gittik. Buğday, fasulye, nohut, mercimek gibi tarım ürünleri ithal ediyoruz. Hayvancılığımız çok geriledi; et ihtiyacımız için Güney Amerika veya Balkan ülkelerinden hayvan getiriyoruz.
Üreten kesim olarak çiftçimiz dertli. Tarlasını sürecek, mazot fiyatları yüksek. Gübre kullanacak, fiyatlara yetişemiyor. Hayvanlar için yem gerekli, o da pahalı. Çiftçi harcadığı paranın ve emeğinin karşılığını alamadığı için yakınıyor. Görülüyor ki üreten kesim olarak köylü de mutsuz ve yarınından endişe ediyor. Nereden bakarsak bakalım, uzun vadeli bir tarım planlamasına ihtiyaç var.
Tarım konusunda Amerika en önde gidiyor, dünyaya en fazla tarım ürünü ihraç ediyor. Ülkenin doğal özelliği ona böyle bir imkân vermiş. Ancak İsrail’in suyu, Hollanda’nın toprağı yok, buna rağmen tarım alanında dünyaya örnek ülkeler. Peki, bizim neyimiz eksik? Ovalarımız, yaylalarımız, yeteri kadar suyumuz da var.
Geçim konularındaki şikâyetler bitmez. Bizim ülkemizde bunlar yeni de değil. Üreten kesim her zaman çeşitli sıkıntılar yaşamıştır. Bunları geçelim.
Toplum barışı uzun zamandan beri rayına oturmadı. Çok telaffuz ettiğimiz birlik ve beraberlik bir türlü gerçekleşmedi. Siyaseten bölündük; fırkalara, partilere ayrıldık. Müslümanız, mü’minler kardeştir diyoruz; ancak tarikat, cemaat bölünmelerinin hangi boyutlara ulaştığını hep birlikte gördük.
1950-1960 arası DP-CHP çekişmeleriyle geçti ve 1960 darbesiyle karşılaştık. Toplum barışı bozuldu. Yassıada mahkemeleri hukuk tarihimizde ciddi yaralar açtı. Darbeyle birlikte siyasi suç kavramı beynimize yerleşti. Demokrasilerde seçimle gelenler yine seçimle gitmelidir. Maalesef bazı müdahaleler demokrasimizi ve hukuk düzenimizi zedeledi.
1960-1970 arası çalkantılı bir dönem oldu. Özellikle gençler arasında başlayan ideolojik kavgalar ülkemize çok zarar verdi. 1971 muhtırasıyla demokrasimiz ikinci bir yara daha aldı. 1970-1980 arası şiddetli kavgalar yaşadık. Siyasal gerginlik arttı, toplum barışı önemli ölçüde bozuldu. Çoğumuz bu dönemi yaşadık. 1980 darbesi demokrasimizi bir daha yaraladı. Meclisin kapanması, siyasal hayatın askıya alınması demokrasi ile bağdaşmaz.
1960 ve 1980 darbelerinde TBMM tamamen kapatıldı. 1971’de kapanma olmadı ama çeşitli sıkıntıları herkes gördü, yaşadı. Daha sonra gelen 28 Şubat süreçleri toplum için hep sancılar yarattı, demokrasimiz zarar gördü.
Kalkınmanın, refahın yolu demokrasiden geçer. Demokrasilerde halkın dediği olur. Kuvvetler ayrılığı ilkesi egemendir; yasama, yürütme ve yargı yetkisi ayrı kurumlar eliyle yürütülür. Adalet ve liyakat toplumlar için en önemli ölçüdür.
Türkiye olarak önümüzde tek yol var: Demokrasinin gereklerini yerine getirmek, çağdaş dünyanın değerleriyle donanmak. Bilimde, sanatta, teknolojide dünya ile yarışmak. Bunun dışında bir seçenek bizi çağdaş dünyadan koparır. Aklı başında hiçbir vatandaşımız bunu istemez.
Haziran ayında seçim yapılacak, önümüzde altı aylık bir zaman var. Bugüne kadar birçok seçim gördük. Özallı yıllar hariç hepsi gergin geçti. Kavgalar, yol kesmeler, araçları taşlamak, hatta cinayetler gibi olumsuzluklar yaşandı. Geçmişten mutlaka ders almalıyız. Bu seçim döneminin sükûnet içinde geçmesi için herkes, her kurum üzerine düşen görevi yapmalı. Başta siyasiler olmak üzere yumuşak, birleştirici, kucaklayıcı bir dil kullanmalıyız. Toplumsal barış zedelenmesin.
Bozulan ekonomi düzelir; açıklar, borçlar kapatılır. Ancak toplum barışı, birlik duygusu bozulursa bunun bedeli ağır olur. Eleştirelim, en doğal hakkımız. Ancak hakarete varan çirkin sözlerden ve şiddetten kaçınalım.
Anadolu toprakları asırlar boyunca Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Mevlâna gibi evrensel değerlere sahip yüce insanların fikirleriyle sulandı. Bu güzel iklimin bozulmasına fırsat vermeyelim. Birliğimizi, kardeşliğimizi koruyalım. Yunus Emre diyor ki; ” Gelin, tanış olalım; sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”