Oyunculuğa üniversite eğitimi için geldiği İstanbul’da başlayan Kastamonulu genç yıldız Ayça Ayşin Turan, Zemheri dizisiyle ekranlara geliyor. Hürriyet’ten Hakan Gence, genç oyuncuyla yaptığı röportajı gazetenin cumartesi ekinde yayınladı. Röportaj ise şöyle:
Kadınsanız iki kat mücadele ediyorsunuz
* Yeni diziniz ‘Zemheri’ bir intikam hikâyesi. İntikamın sizin hayatınızda yeri ne?
‘İntikam’ kelimesi bizim hikâyemizi tanımlarken doğru bir kelime olmaz.
* Doğru olan kelime ne?
‘Zemheri’, derdi olan ve hayatın içinden bir hikâye. Adalet arayışı olan bir kadını anlatıyor. Bu adalet arayışında ‘Firuze’nin, babasının suçsuzluğunu ispatlamak için adalet arayışında verdiği mücadelesini görüyoruz. Canlandırdığım ‘Firuze’, zeki, güçlü, adaletli, savaşçı, hassas, merhametli, hakkını savunan, vazgeçmeyen bir kadın.
* Sizin hayatta ne gibi mücadeleleriniz oldu?
Hayat her gün mücadelelerle dolu. Nerede? Nasıl? Hangi yetkide veya konumda olursanız olun, bu böyle. Özellikle kadınsanız, iki hatta dört katı mücadele ediyorsunuz.
* Konuyu kadın olmaya getirdiniz. Uzun zamandır gündemimizde olan kadına şiddetle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Kadına şiddet bence kişilikleri gelişmemiş yetersiz insanların başvurduğu, kelime bulamayacağım ya da burada diyemeyeceğim çirkinlikte bir zayıflık. Her gün haberlerde duyduklarımız kadar, bir de duyulamayan kadın sesi var. Bize düşen önemli görevlerden biri, kadınların seslerinin daha yüksek çıkması, duyulması için bu konuyla ilgili vakıflara, derneklere ve kuruluşlara elimizden geldiğince maddi ve manevi destek olmak diye düşünüyorum.
* Her şey bundan sekiz yılönce ‘Dinle Sevgili’ dizisinde rol almanızla başladı. Bu geçen sekiz sene bir kitap ya da film olsa adı, türü ne olurdu?
Türü herhalde otobiyografi olurdu. İsim olarak da ‘Yolculuğum’ ya da belki ‘8 Yıl’ı seçerdim…
* Peki yolculuğunuzda her şey altın tepsiyle mi sunuldu? Sizi en zorlayan şey neydi?
Hayat kimse için pembe dizi değil. Hepimiz insanız ve her birimizin hayatında kolaylıklar ve zorluklar oluyor. Başrol serüveni de herhangi bir meslekte yükselmekten farklı bir durum değil. Her işte olduğu gibi oyunculukta da ilerlemek, kişinin azmine, yeteneğine, çalışkanlığına, hayallerine ve hedeflerine göre şekil alıyor.
* Ün, şöhret, tanınmak… Bunlar sizin için ne ifade ediyor?
Aslında bir şey ifade etmiyor. Ün ve şöhretin gerçek kavramlar olduğunu düşünmüyorum. Asıl önemli ve zor olanın kalıcı olabilmek olduğuna inanıyorum. Bir oyuncu olarak beni ilgilendiren de bu kalıcılık ve kendi hayatını iyi değerlendirip yaşamak. Hayat ve iş arasında denge kurmak ün veya şöhret gibi tanımlamalardan daha önemli.
* Uzaktan bakıldığında kontrollü bir imaj çiziyorsunuz. Belki de fazla kontrollü… Neden?
Kontrollü bir imajdan çok, az önce dediğim gibi hayatımla işim arasında denge kuruyorum demek daha doğru olur.
* Hiç koyver gitsin dediğiniz olmuyor mu?
Bunu bazen boş günlerimde, kahvem eşliğinde hiçbir şey düşünmeyerek yapıyorum.
* Babanız Kastamonu, anneniz Sinoplu. Nasıldır Karadenizli olmak?
Karadenizli olmak bazen havası suyu gibi hareketli, bazen sakin, bazen de doğası gibi anaç, kucaklayıcı ve sahiplenici olmak demek sanırım. Memleketimizin her yeri güzel tabii ama oraların insanı olmak, büyüdüğüm yer olduğundan da olsa gerek bana başka güzel geliyor.
İyi ki kalabalık aileyiz.
* Yedi kardeşli bir evde büyümüşsünüz. Siz en küçüksünüz… Kalabalık bir ailede en küçük olmanın artı ve eksileri neler?
Bu durumun hep artılarını yaşadım. Çok güzel bir sevgiyle, el üstünde tutularak büyüdüm. Annem, babam ve kardeşlerim hep yanımdaydılar ve onlar benim her zaman en yakın arkadaşlarım oldu. Hiç sevgi eksikliği hissetmedim, mutlu bir çocukluk geçirdim. En çok “Güven nedir?”, “Sevgi nedir?” bunları öğrendim. İyi ki kalabalığız.
* Sinop sonrası İstanbul’a nasıl geldiniz?
İstanbul Üniversitesi’ni kazanınca okumak için geldim. Böylece İstanbul yolculuğum başlamış oldu.
* Büyük şehrin korkutucu bir yanı oldu mu?
Kalabalık, kaos… Önce biraz korkutucu, ardından şaşırtıcı ve heyecanlı geldi. Her şeye alışabildiğin gibi buna da zamanla alışıyorsun
ve İstanbul’un ritmi senin de ritmin oluyor.
* İstanbul’a dair en şaşırtan neydi?
Hızı, kalabalığı ve hiç durmaması… Garip bir büyüsü var İstanbul’un. Bir süre sonra ister istemez onun ritmine adapte oluyorsun.
Temel adalet okuyorum
* İstanbul Üniversitesi’nde ‘Radyo, TV ve Sinema’ bölümünü bitirdim. Benim en merak ettiğim, bir filmin nasıl çekildiği, dünyasının nasıl kurulduğuydu. Yani kamera arkası ilgimi çekiyordu. Oyuncu olarak o dünyada var olmak aklımda yoktu ama hayat beni böyle yönlendirdi.
* Bu eğitim, kendimi izlerken daha teknik bakmama, senaryoyu okurken bir dünya hayal etmeme ve böylece canlandıracağım karakteri yaratırken beslenebileceğim daha farklı perspektifler edinmeme olanak sağladı.
* Şimdi ‘Temel Adalet’ eğitimi alıyorum. Okumanın, öğrenmenin yaşı ya da kariyerle ilgili bir durumu olduğunu düşünmüyorum. İkinci bir üniversite okumak zaten aklımdaydı. Böyle bir imkânım olduğunu öğrendiğimde tercihimi ‘Temel Adalet’ bölümünden yana kullandım. Çünkü sinema ve televizyon okumaya karar vermeden önce bir dönem aklımda hukuk okumak vardı. Böylelikle kısmen de olsa o hayalimi gerçekleştirmiş oldum.
* Şu sıra dizi çekimleriyle okul arasında koşturmaktan notlarım biraz şaştı. Hem senaryolar hem ders notları zor ama o zorlayıcı durum da keyifli. Hepsine yetişmeye çalışıyorum.