İnsanoğlu varolduğundan bu yana yaşamını, hayallerini, an’larını anlatma ihtiyacı duymuştur. Doğal olarak da anlatanların anlattıklarını dinleyenler ve anlatmalarını bekleyen bir başka kitle de kendiliğinden oluşmuştur. Duvar resimleriyle, ilkel danslarla, dilden dile, yazının bulunmasıyla kağıtlara basarak, hareketli fotoğraflarla sinemada… Anlatım biçimleri ya da araçları değişse de hiçbir çağ veya teknoloji “anlatı sanatının” varoluşunu etkilememiştir. Günümüz teknolojisinde basılı gazete ya da kitap süreçleri de etkileniyormuş gibi görünse de insanların hikayeler dinleme ve haber alma arzusu tükenmeyeceği için edebiyatda, gazetecilik de görece form değiştirir ancak anlatmaya ve haber vermeye devam edecektir. Bu gerçeklikten yola çıkarak bir dönem ülkemiz edebiyatını ve gazeteciliğini çok olumlu etkileyen eski bir geleneği kendi içimde yeniden canlandırmak istedim. Tefrika.
Tefrika; uzun yazı dizilerinin, romanların veya çeşitli anlatıların parça parça yayınlanmasıdır. Bundan sonra her hafta Cumartesi günü ben de sizinle aklımda, hayallerimde, notlarımın arasında birikmiş kısa hikayelerimi tefrika halinde paylaşacağım. Bu sayede hem eski bir geleneğe küçük bir saygı duruşu yapmış olacağım hem de artık zihnimden çıkmak, notlardan çıkıp özgürleşmek isteyen hikayelerin kağıtla ve okuyucusu ile buluşabilmesini sağlamış olacağım.
Bu hikayeler sevgiyle severek yazıldı, yazılıyor, yazılacak. Umarım siz de seversiniz.
O halde keyifli okumalar. Buyrun ilk hikayemize…
******
YUVA
Dişi kuş yuvasını kuracak, onu kaderden, kederden yüreğinde koruyacak ağacı arıyordu. Pek çok ağaca yanaştı bir bir. Yaşlısı, kibirlisi, boynu büküğü, yere değil göğe bakanı, gösterişlisi, kibirlisi. Kimisine kondu, kimisine kanat vurup uzaklaştı fazla yanaşmadan. Hayat uçarken, o da eşlik etti hüzünle.
Yoruldu, ağaçlardan, havadan, yuvasızlıktan, her konduğu ağacın üzerine sinen kokusundan. Mesele değildi artık düşmek, toprağa uzanıp yatmak. Kanatlarını toza kuma bulayıp beklemek nihayetini. Ne var ki uçuyordu. Tek tek ardına bıraktı türlü ağaçları.
Kimsesiz, yolun kenarında, gelen geçeni bekleyip, dargın akan köy çeşmesinin üstüne kondu. Yavaş yavaş oluğa yanaşıp içti birkaç yudum. Kafasını kaldırınca fark etti onu birden. İşte oradaydı! Çeşmenin yanında büyüyüp, serpilmiş, belliki yaşını almış, almış almasına da genç kalmış cıvıl cıvıl irili ufaklı yapraklara bürünmüş, dersiz tasasız sallanan İğde Ağacını. İşte oradaydı. Umutsuzluğu gözlerini bozmuş olmalıydı. Nasıl da fark edememişti bu kadar yakınındayken.
Temkinliydi yinede. Daha nicesine olur zannedip konmuştu nede olsa. Üzülmüş, yaralanmıştı sonrasında. Yükselip, çevresinde uçtu önce. Daha bir turu tamamlamadan gördü ağacın yüreğinde yuvası için en doğru yeri. Bıraktı tedbiri elden, o kadar yorulmuştu ki arayıştan, atıldı aceleyle İğde Ağacının kollarına.
Bir şey beklemiyordu ya, bekleyebileceğinden bile kolay olmuştu İğde Ağacının yüreğine ulaşması. Buyur edip sarmalamıştı sanki, dikenlerinden sakınıp, yemişlerinden sunarak yorgun Dişi Kuşu.
Dişi Kuş şaşkındı biryandan. Diğer kuşlar fark etmemişti bu güzelim yüreği. Etrafını arayıp taradı iz yoktu, İğde Ağacının yüreğinde daha önce konaklayanlardan. Biraz dinleneyim dedi Dişi Kuş, yuvasını yapmaya başlamadan önce. Huzurla kapadı gözlerini İğde Ağacının bağrında.
Onu bulduğunda yorgunluğu, umutsuzluğu gitmişti gitmesine, dinlenmese de olurdu ya. O uzaklaşmak istemedi sadece. Aşık aşığını bırakır mı hiç? Daldı şu anından güzel olamayacak mutlu rüyalara.
İğde Ağacı heyecandan titredi onu saran sıcaklığı hissedince. Ufacık, sıcacık, hesapsız, yarınına gülümseyen bir devdi sanki yüreğine yerleşen kuşçuk. Sorgusuz sualsiz kabul etti onun varlığını İğde Ağacı. Öyle heyecanlıydı ki! Geleceğin cıvıltılarını işitir gibi oldu. Güzel günleri.
Dişi kuş uyuyordu huzurla. İğde Ağacı kibirli, güzellik düşkünü hiç değildi, değildi değil olmasına da yinede kendine çeki düzen vermeye kalktı. Yüreğindekine güzel görünmeyi kim istemez. Yemişlerini sallayıp, yapraklarını hışırdattı. Bir kaç dalını esnetip, diğerlerini sarstı bir iki defa, ölü yapraklar uçup gitsin diye. Neyseki uyanmadı Dişi Kuş olan bitene.
Saatler geçti, İğde Ağacı hülyalara dalmış izlerken Dişi Kuşu, uyanıverdi derin bir nefesle yattığı yerden. Kanatlarını açıp gerindi. Bu halini görünce, İğde Ağacının taze aşkı katlandı da katlandı. Tohum kadar aklı uçup gitti Dişi Kuşun kanat rüzgarıyla.
Dişi Kuş çalışmaya başladı hemen. Bir dal, bir yaprak, bir dal daha, biraz çamur, gagasını temizleyip, bir dal daha… Dişi Kuş ördü, İğde Ağacı izledi. Çabukluğuna, becerisine hayran kaldı. Anladı ki o dalları, çeri çöpü onun yüreği incinmesin diye özenle seçip, yerleştiriyor, kat be kat daha fazla emek harcıyordu minicik varlığıyla.
İlahi anlar sürüp gidecekmiş gibi görünürken rüzgar geldi, yanına yağmuru da alıp. İğde sorun etmedi. Nice zaman ziyarete gelmişlerdi bundan öncede. Gelip geçerlerdi. Bir an sonra Dişi Kuşun feryat figan sövdüğünü duyup, küstüğünü görünce, onu en mutlu anında bulan kötü talihe, endişelenip kızdı İğde Ağacı ömründe ilk defa.
Dallarını savurdu rüzgâra karşı, yapraklarını kasıp örtmeye çabaladı Dişi Kuşu. Ama ne fayda. Geldikçe geldiler üstüne. Yılmadı çabaladı yinede. Rüzgarın şiddeti arttı. Kırıldı dalları. Taze yaprakları koptu bedeninden. Yağmur içine işliyordu. Yüreğini saran korku arttı. Ne fayda bir şey yapamıyordu. Yüreğinin derinlerinde Dişi Kuşu hissetti. Kahroldu, çaresizliklerine. Denedi, denedi, çırpındı… Gücü yetmedi dost bildiği doğaya.
Rüzgar dinip, yağmur da uzaklaşınca üzerlerinden sessizlik çöktü.
İğde Ağacı gövdesini titreten bir acı hissetti. Yüreğinden gelip her bir yanını sarıyordu. Dişi Kuşun öfkeyle yüreğine vurduğu gagası değildi onu titreten. Kaybetmek, hayalini duyduğu cıvıltıları işitemeyecek oluşuydu. Anlamıştı. Anlamak istemese de, haksızlık dese de olacakları.
Gagasını vurmaya devam etti Dişi Kuş bir müddet daha. Hayal kırıklığıyla yorgun düştü. Koruyamamıştı İğde Ağacı onu, yuvasını. Hazır değil, belki hiç olmayacaktı. Durup olsun diye bekleyemezdi, beklememişti de şimdiye değin. Hayat iyilikten, güzellikten daha fazlasını isterdi. Üzüntüsü öfkesi birbirine karışmış ağlıyordu. Birkaç damla göz yaşı döktü İğde Ağacının yüreğine. Tek duyabildiği gümbür gümbür atan kalbinin sesiydi. Acıyordu yüreği. Kolay mıydı sanki onca şeyden sonra. Kanatlarını çırpıp havalanıverdi ardına bakmadan. Oysa ne çok sevmişti İğde Ağacının her dem genç, yarasız yüreğini. Emeklerini ve aşkını ardında bırakıp uzaklaştı. Yuvasını başka bir gönüle kuracaktı.
Köy Çeşmesi acı söyledi, onu gölgeleyen otuz yıllık dostuna: “Yuvayı dişi kuş kurar. O da sağlam dal, sağlam yürek arar.”
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU