İçinde bulunduğunuz yılın bitimine iki gün kaldı. Yeni yıldan beklentilerin yanında geçmiş yılın muhasebesini de yapmak gerekir. Geçen yıl ne umduk, ne bulduk? İsteklerimizin ne kadarı karşılandı? Üzüntüler, sevinçler nasıl bir seyir izledi? Onlarca soruyu yazsak defterde yer kalmaz.
Giden yıllar açısından bakıldığında elbette insanlar için en önemli husus sağlıktır. Sağlığımız düzgün değilse dünyanın tadı tuzu olmaz. Sadece bireysel değil aile ve toplum sağlığı da önemli. Bir gerçek var ki,hastahane ve doktor sayısı yetersiz. Devletin sağlık harcamalarını karşılamada zorluk çektiği de bir gerçek.
Sağlık konusu sadece hastahane ve doktordan ibaret değil. Toplumunzihni de karışık,hiçbir konuyu sağlıklı biçimde tartışamıyoruz; hep uçlarda geziniyoruz. Ya siyah, ya beyaz renge mahkûmuz. Aradaki gri renk kayboldu.İnsanlar taraf olmaya zorlanıyor. Televizyonlar bile tartışma programlarını iki taraflı yapıyor. “Karşıt görüş” diye bir şey uydurdular. Konuşmacılar da ya hükümet yanlısı veya hükümet karşıtı konumunda oturuyor. Programın ilk dakikalarında gerilim başlıyor, bazen çirkin sahneler de oluyor. Tartışma kuralını bilmiyorlar, kahve sohbetinden farksız çoğu programlar. Söz kesmeler, laf sokuşturmalar hoş değil.
Lisanslı sporculardan sonra, şimdi de lisanslı konuşmacılar türedi. İzleyin tartışma programlarını görürsünüz, hep aynı kişiler. Her akşam farklı kanalları geziyorlar, ramazanlardaki keşikler gibi. Maşallah çok yetkinler, anlamadıkları konu yok! Terör, dış politika, iç politika, ekonomi, sağlık, S-400’ler, strateji, şimdi de kanal İstanbul. Yakında spesifik tıbbî konulara girerlerse hiç şaşmam.
Uyuşturucu kullanan ve satanların sayısı her geçen gün artıyor. Toplumu içerden çökertmek için ne lazımsa yapıyorlar. Görüldüğü kadarıyla bu konudaki mücadele yetersiz. Daha etkin önlemler alınmalı, cezalar artırılmalı.
Cep telefonlarıyla gelen medya bağımlılığı felâket boyutlarda. İnsanlar yaya geçitlerinde yürürken bile telefona bakmakla meşgul. İlginçtir, câmilerde hutbeyi dinlerken, gözüyle de sosyal medyayı takip ediyor insanlar.Telefon ve medya bağımlılığı hastalık haline geldi. Geçenlerde bir doktor, göz kanserlerinin artacağına işaret ediyordu. Biz korkmayız, şerbetliyiz. Çernobil patladığında bile bizimkiler, kahvehanelerde “ çek bir Çernobil, demli olsun” diye dalga geçiyordu. Şimdi sonuçlarını görüyoruz, kanser vak’aları arttı.
Toplum suskun, onlarca dert var, insanlar düşüncelerini açıklamak istemiyor. Karşı fikre tahammülümüz kalmadı. Aykırı bir şey söyleyince hücumlar başlıyor. Aklı başında bilim adamları sahadan çekildi. Tarafsız, siyaset dışı kalmış bilim insanlarının görüşlerine şiddetle ihtiyaç var. Hükümetin yaptığı her şey iyi veya kötü noktasında düğümleniyor. Muhalefet için de aynı şey geçerli. Oysa demokratik bir toplumda insanlar doğru bulduklarını takdir etmeli, sakıncalı gördüklerini de eleştirmeli. Gerçeğe ancak bu yolla ulaşabiliriz. Dayatma olmamalı.
Her gün Suriye konusuyla yatıp kalktık. Bugünlerde pek konuşulmuyor gibi ama yeni bir göç tehlikesine dikkat çekenler de var. Sınırların ötesinde neler olup bitiyor acaba? ABD ile Rusya gizli bir anlaşma mı yaptılar yoksa? Irak’tan sonra Suriye’nin parçalanmasına karar verdiler de senaryo gereği mi sahada rol yapıyorlar?
Bugünlerde iki güncel konuyla meşgulüz. Libya ve Kanal İstanbul konusu birkaç haftadır gündeme geldi. Her ikisi de ciddi konular ve uluslar arası boyutları var. Bugün atılacak bir yanlış adım, yıllar hatta asırla sonrasını bile etkileyebilir. Gel gör ki, toplum ikiye ayrılmış vaziyette ve tarafsız bilim adamlarının sesi çıkmıyor. Ata sözümüze uyarak, “ doğru söyleyeni dokuz köyden kovmuşlar ama onuncu köye de muhtar yapmışlar” diyoruz;lâkin kimsenin onuncu köye muhtar olmak gibi bir derdi yok. Zaten köy diye bir şey de kalmadı artık günümüzde. Baksanıza, köy delikanlılarına kız bile vermiyorlar.
Çevre faktörü en önemli sorunlarının başında geliyor. Ülkede sağlıklı kanalizasyon sistemi yok. Geçen gün Prof. Richard Leonhard’ın,1915’de Berlin’de yayımlanan Paphlagonia adlı eserinin Daday’la ilgili kısmını tercüme ederken dikkatimi çekti; ilginç bir şey anlatıyor 1901 yılından. Konakladığı handa, gece altı bacaklılardan ve yandaki kanalizasyon kokusundan hiç uyuyamamış; “sabaha kadar sigara içtim” diyor. Bugünkü durumlar nasıl acaba? Söz gelimi bizim şehrin ve ilçelerin kanalizasyonları nereye akıyor dersiniz? Yazın çaylarda kokudan geçilmiyor. Tarlalar, bahçeler sulandığı gibi, yer altındaki sular da etkileniyor.
Dört yıldır şehirde kütüphane yok. Müzeler dağınık yerlerde, ortamları da hiç uygun değil. Hamamdan, hapishaneden devşirilmiş yerlerde tiyatro oynayıp sergi açıyoruz. Çağdaş bir kültür merkezi yapmak için çabamız var mı? Bunlardan hiç şikâyet eden de yok.
2019 yılı, Kastamonu için önemli başlangıçların yüzüncü yılıydı. Milli Mücadele’nin başlayışı, Açıksöz gazetesinin çıkışı, Kadın Mitingi’nin düzenlenişi gibi. Milli Mücadelenin yüzüncü yılında komşu Samsun ve Amasya’da sempozyumlar yapıldı, biz seyrettik. Neden? Çünkü bu tür etkinliklerin hazırlığına en az bir yıl önceden başlamak gerekirdi. Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinlikleri de beklenildiği gibi olmadı. Şehirde yeterli sosyal aktivite maalesef yok.
Şikâyetleri uzatarak 2019 yılını daha fazla üzmeyelim, güle güle gitsin. Yeni yıl umut yılımız olsun; ülkemize, insanlığa barış ve huzur gelsin. Yoksullar sevinsin, hastalar şifa bulsun. Yüce Rabbim hepimize sağlık versin, gönlümüzden sevgiyi eksik etmesin.
MUSTAFA ESKİ