İnsan niçin küser, darılır? Mutlaka bir sebep vardır. Bir haksızlık, vefasızlık, ihanet hatta nankörlük karşısında üzülürüz. Bunları yapanlar arkadaş veya aile çevremizden olabilir. Boş ver gitsin diyerek hoş görmek kolay değildir.
İnsan tuhaf bir varlık. Dünya kurulalı beri nankörlük var. Büyük mutasavvıf Hacı Bektaş-ı Veli, “En büyük körlük, nankörlüktür.” diyor. Kur’an’da; insanlar, nankörlük etmemeleri konusunda çeşitli ayetlerle uyarılmıştır. Bakara suresinde olduğu gibi “Beni anın, ben de sizi anayım ve bana şükredin ve sakın nankörlük etmeyin” şeklinde ikazlar var.
İnsanların nankörlüğünde menfaat ilişkisi ön planda gelir. Çoğu insan çıkarı gereği arkadaşından ayrılır; bununla da yetinmez, aleyhinde konuşur. Çevremize baktığımızda çok örnek görürüz. Hele siyaset arenasında istemediğiniz kadar var. Liste başlarında iken methiye yazanlar, bir dönem dışarıda kalınca palayı çekiyorlar. Bununla da yetinmiyorlar, halk diliyle “kirli çamaşırlar” ortaya seriliyor.
Bizim dilimizde, “Gelen ağam, giden paşam” veya “ Arabanın gıcırdayan tarafına bin.” gibi sözler, kuvvetliden yana durmanın avantajını gösterir. Ancak erdemli insanlar bundan uzaktır; her zaman haktan, haklıdan ve doğruluktan yana tavır gösterirler.
Yine “Yapıyı yapan baltadır, o da kapının arkasında durur” sözü baltaya yapılan haksızlığı, en azından vefasızlığı ifade eder. “Hava biraz soğusun, gölge veren ağaç unutulur” sözü de ilginçtir.
Nankör sözü hayvanlar dünyasında en çok kediler için kullanılır. Zavallı hayvan neden böyle bir iftiraya uğradı bilinmez. Özellikle köylerde evin içini koruduğu gibi, çevresini de gözler. Zararlı böcekler veya yılanlar eve yaklaşamaz.
Türk siyasetinin renkli siması rahmetli Osman Bölükbaşı, sevenleri tarafından çok ihanete uğramıştır. 1977’de 11’ler olayı ile hükümet düşürülünce Süleyman Demirel’e şunları söylemiş: “Süleyman Bey, üzülme. Benin bağrım ihanetin Karacaahmet Mezarlığına döndü, senin bağrın daha köy mezarlığı.” Siyaset dünyasında nankörlerin sayısı o kadar çok ki, yaz yaz bitmez.
Roma İmparatoru Sezar, senatörler tarafından karşılanınca son darbeyi üvey oğlu Brütüs vurdu. “Sen de mi Brütüs” sözü ihanet ve nankörlüğün güzel örneklerindendir.
Kendilerine iyilik ettiğimiz, elinden tuttuğumuz nice insan vardır ki, yeri geldiğinde nankörlük etmekten geri durmazlar. Kişinin alnında yazmıyor ki nereden bileceksiniz?
İnsanların nankörlüğü ile ilgili Arif Nihat Asya(Mehmet Arif)’nın bilinmeyen bir yazısını bugün ilk kez okuyacaksınız. Nankörlük sadece dünyada kalmamış, uzayın derinliklerine kadar taşmış. Mehmet Arif, Kastamonu Sultanisi’nde okudu, 1923 yılında mezun oldu. Burada bulunduğu yıllarda Açıksöz gazetesinde 14, Gençlik dergisinde 4, Doğu dergisinde 2 olmak üzere 20 şiiri yayımlandı. Harab Ellerde başlıklı ilk şiiri Gençlik dergisinin 7.sayısında (20 Ocak 1921) okuyucuyla buluştu. 2008 yılında Eğitim Fakültesi Dergisi’nde bir makalem yayımlandı.(*) Gençlik Dergisi’nde yazdığı Yıldızlar başlıklı yazısı nesir şeklinde olduğu için makaleye dâhil etmemiştim. Geçen gün dergiyi karıştırırken gözüme çarptı, yeniden okudum. İlginç tespitler var, hoşuma gitti. Meğer nankörlük sadece insanlar arasında kalan bir eylem olmamış. İnsan denilen varlık, yıldızlara da nankörlük yapmış, küstürmüş. Yıldızlar bizim yoldaşımız. Hele Kutup Yıldızı, pusulanın olmadığı zamanlarda denizcilere yol göstermiş. Müneccimlik mesleğinden birçok kişi ekmek yemiş. Günümüzde astroloji var.
Binlerce yıl önce Tanrı ilkin yıldızları yaratmış, dünyayı aydınlatmış. İnsanlar bu yüzden yıldızlara tapmış. Gel zaman, git zaman Tanrı bu kez Güneş’i yaratmış. Evrende daha çok aydınlık ve gece gündüz olayı meydana gelmiş. İnsan bu yeni durumu çok sevmiş; yıldızlara sırtını dönmüş, güneşe tapmaya başlamış. Bir anlamda yıldızlara nankörlük etmiş. Bunun üzerine milyonlarca yıldız dünyadan ve insanlardan uzaklaşmış, evrenin derinliklerine çekilmiş. Geceleri karanlıkta kalan insanlar için Tanrı bu kez Ay’ı yaratmış ve ışık olayını bir nebze çözmüş. Ancak yıldızlar bu nankörlüğü unutmamış ve insanlardan uzaklaşmışlar.
Ben, efsaneyi özetlemeye çalıştım. Siz, Mehmet Arif’in kendi kaleminden okuyun bu küçük yazıyı. Arif Nihat Asya ile ilgilenenler de not etsinler:
“YILDIZLAR”
Küçük efsane.
Daha güneş yaratılmamıştı…Uzun, nihayetsiz bir gece sayısız yıldızlarıyla göğün derinliklerine kanat gerer; yerin sâkinlerine samimi gülümsemeler yollardı. İşte o zaman insanlar, karanlıklara hande veren, arza titrek bakışlarıyla selamlar yollayan yıldızlara tapıyorlar, bu uzun gecenin uzun bir zamanını o mini mini, titrek şulelerle derin bir vecd ile taparak geçiriyorlardı. Yıldızlar da insanların şükranını gördükçe gözlerini daha büyük bir şefkatle parlatıyorlar, daha samimi gülümsemeler gösteriyorlardı.
Tanrı, Güneş’i yaratıp esmer ufukların üzerine koyduğu zaman ilk gündüz oldu. Yıldız bu yeni, büyük kevkebe(yıldız) hürmetler yollarken insanlar da onu derin hayretle seyrediyorlar, gözleri kamaştığı zaman onun denizlerdeki hayaline dalıyorlardı. Bu hayretle o gün yıldızlara tapmak hatırlarına bile gelmedi. Uzun gecenin câmid(donuk) zulmetlerinde gözlerini müşfik gülümsemelerle aydınlatan yıldızlara o gün teşekkür etmediler. Kürenin semasından ayrılmayacak zannettikleri Güneş onlara her şeyi unutturdu. Dalgın, minnettar bakışlarıyla yıldızlara yolladıkları şükranı Güneş’e yolladılar.
İnsanların nankörlüğü yıldızları gücendirmişti. Hepsinin nurdan gözleri yaşardı. Birçokları artık bu nankörler dünyasından uzaklaşmağa, bir daha insanlara görünmemeğe karar verdiler. “Neptün” bunlardan biridir.
Fezanın derinliklerine gitmeğe alevden kanatlarında kuvvet bulamayan küçük yıldızlar, nankör insanlara mümkün olduğu kadar az görünmek için gündüz ufukların altına çekilmeğe, gece insanlar uyuduğu zaman göklerde doğmaya karar verdiler.
Gecelerin semasından nurun azaldığını, insanların daha derin karanlıklara gömüldüğünü gören Ay, nurdan kalbiyle insanlara çok acıdı. Bütün ışığını onlara verebilmek için arzın en yakın semasına kadar indi. O zamandan beri en ıssız gecelerde ziyalı saçlarını ruhumuza döküyor.”
————————————————-
(*) Mustafa Eski, ”Arif Nihat Asya’nın Kastamonu Sultanisi’ndeki Öğrencilik Yılları ve Burada Yazdığı Şiirler”, Kastamonu Eğitim Dergisi, 2008, sayı: 16(1), s. 237-248.
MUSTAFA ESKİ