Geçen hafta koca bir yılı uğurladık. İyi mi, yoksa fena mı geçti bilmem; bu, herkese göre değişir. İşi düzgün, geliri iyi olanlar mutludur. Bir de bunun aksi var; ekonomik açıdan sıkıntı çeken, hasta olan insanlar. Ancak hayat öyle veya böyle devam edip gidiyor. Kimisi altta, kimisi de üstte kalıyor ama genellikle altta kalanıncanı çıkıyor.
İnsanlar her açıdan mutlu olurlar mı? Hiç sanmam. Gönülden şükür eden insan sayısı oldukça az. Keşke biraz daha olsaydı deriz. İnsan oğluçok hırslı. Elbette gelişmek için iki günün birbirine denk olmamalı. Daha fazla çalışıp üretmeliyiz ki bir önceki günü geçelim. Ancak beşerî hırs, bazen ahlâkî değerleri de yıkıp gidiyor.
2018 yılı, ülkemiz genelinde sıkıntılarla geçti. Her şeyden önce ekonomik dengeler bozuldu. Yüksek enflasyon, pazardaki fiyatlar özellikle dar gelirli insanları rahatsız etti. Bu durum mutsuz bir tablo yarattı. Ülkemizde refahı yerinde olan insanlar olduğu gibi, adına dar gelirli dediğimiz hatta açlık sınırında yaşayan binlerce insan da var. Bunlar mutsuz iken, beri tarafta huzurlu olabilmek mümkün mü?
Üretmeyen ama çok tüketen bir ülkede yaşıyoruz. İhracat rakamlarının, geçmiş yıllara göre kendi içinde artması elbette önemli. Ancak bu rakamları gelişmiş olan ülkelerle kıyasladığımız zaman hoş bir manzara görmüyoruz. Keşiflere, sömürge dönemine, hatta Sanayi Devrimi’nin başladığı yıllara gitmeyelim. İkinci Dünya Savaşı sonrasından başlayalım; savaşa giren ülkelerle kendimizi kıyaslayalım. Bazı ülkelerin, sıradan bir firmasının ihracatı bile bizim kat kat üzerimizde seyrediyor. O halde önce şu ekonomiyi düzeltelim, her alanda üreten bir Türkiye yaratalım. Yoksa uzun vadede uluslar arası yarışı sürdüremeyiz.
Doğru mu, yanlış mı bilmiyorum; sosyal medyada, TUİK referans gösterilerek bir bilgi paylaşılmış. İki yüz elli üç bin vatandaş Türkiye’yi terk etmiş, başka yere gitmiş. Bu rakam iyi analiz edilmeli, sebepleri ortaya çıkmalı. Yeni bir iş kurmak için mi gittiler, yoksa ülkeye güvenmiyorlar mı? Güven söz konusu ise çok vahim. Sonra bunlar her halde bir çul minderle gitmemişlerdir. Ciddi bir maddî kaynağı da beraber götürmüş olmaları gerekir.
Ülkenin geleceği ile ilgili karamsar bir hava yaratmaya kimsenin hakkı yok. Ekonomi başta olmak üzere çeşitli sıkıntılarımız elbette var ama bunlar çözülmez şeyler değil. Akılcı yöntemlerle her türlü zorluğun üzerinden gelinir. Öncelikle kendimize ve ülkemize güvenmemiz şart.
Ekonomi filan diyoruz ama sosyal tabloya bakınca, toplum dokusu daha çok önem arz ediyor. Asıl bunun üzerinde durmalıyız. Bozulan ekonomiyi düzeltmek mümkündür. Almanya, Japonya, Kore gibi memleketler, II. Dünya Savaşı’ndan perişan çıktılar ama bugün zirvedeler. Sosyal doku böyle olmadığı gibi tamiri de mümkün değil.
Zaman zaman bu sütunlarda gündeme getirmeye çalıştık. Bir ülkenin en büyük gücü birlik, beraberliktir. Ülkemizin insanları birbiriyle kavga etmeyecek, kaynaşacak. Yeri geldiğinde sevinç ve hüznü paylaşacak. Sadece cenaze namazlarında bir araya gelmekle birlik olmuyor. “Komşusu açken tok yatan… “ söylemi bugün için unutuldu gibi.
Son yıllarda seçim, referandum gibi siyasal aktivitelerle sandık başına gittik. Doğaldır ki, bunun öncesinde etkili propaganda dönemleri yaşadık. Seçim meydanlarının sosyolojisini burada yazmaya gerek yok, herkes yaşadı.Ne var ki, seçim sonuçları ülkede bir bölünmüşlüğü de gösteriyor. Siyasî söylemlerimiz maalesef kırıcı, incitici oluyor. Sandık önümüze geldiğinde gidip oy verdik, vereceğiz. Demokrasinin gereği, sandıktan çıkan iradeye de saygı göstereceğiz.Sert, kırıcı, incitici sözler söylendiğinde fazla oy mu gelecek sanıyoruz? O halde iktidar ve muhalefet sert kampanyalardan kaçınmalı.
Bu vesileyle televizyonların yayınlarına da değinmek lazım. Kadrolu sanatçılar gibi konuşmacılar türedi. Hep aynı lafları tekrarlayıp duruyorlar. Bazı kanallarda iki taraf oluşturuluyor. Dışardan bakıldığında pek masum değil. Ülkenin hassas konuları, güya çok seslilik adı altında tartışılıyor. Bana göre tartışılmıyor, tam aksine sinsi sinsi kaşınıyor. Konuşmacılar kavga ediyor, kötü örnek oluyorlar.
Yeni yılda, her seviyedeki insanlar daha yumuşak, kucaklayıcı bir dil kullansın. Askerimiz sınırda bekliyor, güvenlik güçlerimiz gece gündüz terörle mücadele ediyor.Onların arkasında dimdik duralım.
Toplumda gerginlik artıyor; cinayetler, kavgalar hiç eksik olmuyor. Maşallah herkes silahlı! Mevlâna’nın, Hacıbektaş Veli’nin, Yunus Emre’nin suladığı bu güzel topraklardaki hoş görü nereye gitti? O ılıman iklim neden kayboldu? Kafa yoracak o kadar çok şey var ki.
MUSTAFA ESKİ