İnsan olarak en büyük hatalarımızdan biri dünyanın zamanını kendi ömrümüzle eşitlememizdir. Dünyada olup biteni sadece bir ömürlük algılamak en büyük gafletimizdir.
Hatadır çünkü insan, Robinson Crusoe gibi tek yaşamıyor. İnsanlık ortaya çıktığından beri aileden başlayıp grup, klan, kabile, ulus gibi değişik büyüklükteki toplumların-toplulukların içinde yaşıyor. Ve bu toplumlar yazı dağda kışı bağda geçiren sürekli hareket halindeki insan kalabalığı değil. Toplum olmak hem kültürel hem de maddi anlamda kök salmaktır. Kök salmak ise “toplumsal hafıza” yaratmak demektir. Toplumsal hafıza da işte yukarıda söylenen “tek kişilik bir hayattan” binlerce yıl süren bir yaşama geçmek demektir. İşte o noktada, dünyanın zamanını insanın değil insan silsilesinin oluşturduğu toplumsal hafıza ile ölçmeye başlayabiliriz.
***
Dünyanın zamansallığı üzerinde büyük zamanlara yayılmış jeolojik devirleri toplumsal hafıza ile kavrayamasak da daha kısa aralıklarla olankuraklıklar, buzul çağları, depremler, deniz alçalma ve yükselmesi, seller vb. gibi insanlar için afet denen ama dünyanın kendi işleyişine ait döngüleri hatırlamak mümkündür. İşte belki birey olarak bazen bir ömrün yetemeyeceği ama dünyanın ise bu döngülerinin durmadığı zaman ilerleyişinde toplumsal hafıza bunları hatırlamakla mesuldür. Toplumsal hafızanın görevi sadece hatırlamak değil, dünyanın bu döngüsünü anlamak, çözmek ve insana bir sorun yaratmaması için çözüm bulmakla da mükelleftir. Çünkü toplumsal hafıza bireyden başlayarak topluklarının tecrübelerini biriktirir. Bu birikimdir işte medeniyet dediğimiz.
***
Tabi ki sözü Bozkurt başta olmak üzere sel felaketinden trajik boyutta etkilenen memleket topraklarına getireceğim. Büyük acılar, büyük yokluklar ve telafisi uzun zaman alacak yaralar var ortada. Çok büyük bir afet. Çok büyük miktarda yağışın çok kısa sürede düşmesi gibi “insan ömründe nadir görülecek” bir doğa olayı yaşandı. Bunun yanında ihmaller, sorumsuzluklar, dikkatsizlikler olduğu gibi yarın yokmuşçasına yaşanan kültürel ve toplumsal hafızasızlık yaşananların bir doğa olayından bir felakete dönüşmesine yol açtı.
***
Toplumsal hafızasızlığın ne olduğuna dair aşağıda sunulacak bilgiler resmi bir kurumun internet sayfasından. İlçenin tarihine ilişkin yeterli bilimsel bilgi olmasa da yakın geçmişe ilişkin bilgiler belli ki yöre insanlarından derlenmiş. Bu derlenen bilgilerde “toplumsal hafıza oluşturamamamız ya da bu hafızayı günlük hırslarımıza nasıl kurban ettiğimiz” açıkça görülecektir.
Bu kamu kurumunun internet sitesinde yöre halkından (Bozkurt) derlenen bilgiler şu şekilde: “ İlçe merkezi içindeki çarşının büyük bir kısmının, eskiden Rum mezarlığı olduğu söylenmektedir. Ezine çayının taşması ve Bahçe deresinden gelen sellerle bu mezarların üzeri 4-5 metre kalınlığında mil tabakası ile örtülmüştür. Yeni yapılan binaların temellerinde bu mezar kalıntıları bazen çıkmaktadır…”
Görüldüğü üzere Bozkurt’ta yakın geçmişte benzeri büyüklükte yani olağandışı yağışlar ve bunlara bağlı da seller ve çamur akıntıları olmuş. Aynı zamanda belli ki benzer olayların belirli periyodlarla tekrarlandığını göstermekte. Bugüne göre tek fark, insan ve beton yoğunluğunun bugünkü kadar olmaması ve doğal olarak da yaşanan olayın pek de felakete dönüşmemiş olmamasıdır. Ama bunun yanında ilçe (Pazar yeri) merkezinin 5 m derinliğinde mil ile kaplı olması, yapılan inşaatların bu mile temel atıyor olmaları da toplumsal hafızasızlığın başka göstergeleri olsa gerek!
Bu internet sitesindeki bilgilerde işte bu selle gelen 5 m’lik mil tabakası üzerine yerleşimin 1940-50’lerden itibaren ilçe oluş öyküsü anlatılıyor. Ancak görülen o ki anlatı bugüne bir tarih olarak gelmiyor, aksine bir “evvel zaman için kalbur zaman için deve tellal iken” diye bir masal şeklinde geliyor. Çünkü yeryüzünde sadece masalların toplumsal hafızası yoktur. Ama toplumların olmalıdır. Çünkü toplumların hafızası için bilim vardır, tarih vardır, şehircilik ve mimari vardır. Ama bunlar yoksa siz bir toplumda değil zamansız bir masaldaki figüransınızdır. Ve toplumsal hafızayı diri tutacak, yaşatacak ve her zaman hatırlatıp buna göre yön verecek “devlet” vardır. Devlet, hafızanın teminatı ve yöneticisidir. Devlet bu hafızanın tecrübelerini bilir ve buna göre hafızaya defaten kaydedilmiş trajediler yeniden yaşanmasın diye önlem alır, toplumu yönlendirir, şehirleri buna göre kurar, dere yataklarını buna göre yönetir vb…
Yakın geçmişten dahi ders almadan, tarihi bilim değil masal tadında sadece at sırtında kılıç sallamak olarak algılamak toplumsal hafızasızlığın net bir göstergesidir. Ayrı bir gösterge ise henüz geçen yıl Bozkurt gibi selden dolayı felakete uğrayıp can kayıpları vermiş, yerleşimleri alt üst olmuş Giresun’un Dereli’de yıkılan binaların üzerine yeni konutların yapılmış olması, yerleşimin sel/dere yatağından taşınmamış olması, toplumsal hafızanın patronu olması gereken devletin kurumlarıyla tüm bunların yapılmış olması da örnek olarak gösterilebilir.Aynı şekilde Bozkurt’ta da başlamışken kamulaştırmalar umarım yakın geçmişteki toplumsal hafıza dikkate alınır.
Velhasıl, toplumsal hafıza yoksa yeni felaketler vardır, daha çok beton vardır. Toplumsal hafıza yoksa sadece yok olacak gelecekler vardır ve aynı zamanda kültürel bir kimlik de yoktur. Toplumsal hafıza yoksa sel felaketinin yaşandığı onca yerde birkaç on yıl içinde üst üste kurulacak yeni şehirler vardır ancak.
Ilgaz YÜCELER