Envai tarım ürününün “gen” merkezi Anadolu’da ve coğrafyasının çeşitliliği ile bütünün en kıymetli parçalarından biri olan Kastamonu’da “çeşitliliği” son yüzyılda bir güzel bitirdik, “mono kültür” egemenliği altına girdik, çok uluslu yabancı şirketlerin “hibrit” tohum ve “ilaç” müşterisi olduk…
Çiftçi “yerli”, ürün “yabancı”.
O kadar “emeğe” karşın yine de başını kurtaran “asi” yerliler kaldı topraklarımızda…
“Yabani yulaf” misal.
(Değerli ağabeyim Fahri Özbek “Türk Ziraat Tarihine bir Bakış” isimli dosyayı gönderdi, her satırı adeta “vur başını taşlara” hüznünde bugün…
27 Aralık 1938’de toplanan “Birinci Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi” yayını olan kitapta Kastamonu’ya ilişkin de epey bilgi var, bir kısmını aşağıda paylaşacağım.)
- Zhukovsky 1925 yılında ülkemize geldi, Anadolu’nun dört bir yanında incelemede bulundu, “Türkiye’nin Ziraî Bünyesi (Anadolu)” isimli bir kitapta topladı izlenimlerini, Sovyetler Birliği’ne döndüğünde Türkiye tarımı üzerine araştırmalarını sürdürdü…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün daveti ile ülkemize gelen “dünya” kadar bilim insanından biriydi.
“Türk Ziraat Tarihine bir Bakış” isimli kitapta,Zhukovsky’nin“Türkiye’nin Ziraî Bünyesi (Anadolu)” eserinden yapılan alıntı paylaşılıyor…
“Anadolu;yarı yabani yulafın umumi tenevvüatının merkezi olmakla beraber, Kastamonu vilayeti de ayrıca birçok yerli şekilleri florasında toplamaktadır.”
Zhukovsky’nin 1925 yılında gerek Kastamonu’da gerekse Anadolu’nun diğer bölgelerinde gördüğü yulaf çeşitlerinden bugün “numune” kalmadı, kibrit suyu döktük köküne…
Tohum şirketlerinin “lütuf ettikleri” hibrit yulaf tohumlarını ekiyor Kastamonu ve Anadolu senelerdir.
“Yabani yulaf” yine de vatanını bırakmadı…
Bugün hangi tarlaya giderseniz gidin, o kadar “kimyasal” mücadeleye rağmen, hangi ürün ekildiyse ekilsin muhakkak içinden isyan bayrağı gibi yükselen yabani yulaf başlarını görürsünüz.
“Yerli” olan düşse de yeniden ayağa kalkar…
Doğanın kanunu bu.
Yabani yulafın ekili ürüne zarar verdiği doğru…
Çiftçiye savaş açtığı da doğru.
Bu savaşı yabani yulaf başlatmadı ama…
Toprağa ve kültürüne yabancılaşan insan açtı.
- ••
Not: “Türk Ziraat Tarihine bir Bakış” isimli kitap, Kastamonu’nun geçmişteki tarımsal zenginliğini apaçık ortaya koyuyor…
Çeşitlilik inanılır gibi değil.
“Hazine-i Evrak” mevkufat defterlerinden Selçuklu sonrası Beylikler dönemine ilişkin bir kayıt…
“Kastamonu havalisinde yetişen iğdiş atlar ve katırlar… Anadolu’nun her tarafına, ecnebi memleketlere, Bizans imparatorluğuna ve diğer beyliklere sevk edilirdi.”
Geçtiğimiz yüzyıl başında Anadolu’da 50’yi aşkın elma çeşidi vardı, İnebolu’nun “Canik” elması bugün var mı, 70 çeşit armuttan olan “Azdavay” ve “Tosya” armutları yahut?..
30 çeşitten biri olan “ala erik” (üryani) can çekişiyor.
31 Temmuz 1848 tarihli “Takvimi Vekayin” gazetesi yazdı…
Amasya’dan dut fidanları getirildi Kastamonu’ya, hedefte ipek üretimi ve sanayisi vardı, ipek üretildi, Ziraat Meclisi’ne gönderildi, beğenildi.
18 Nisan 1863’de “Ruznamei Ceridei Havadis” gazetesi yazdı…
Mısır’dan getirilen 226 bin 843 okka pamuk tohumundan 3 bin okkası Kastamonu’ya gönderildi (Kastamonu ili bahsedilen, Sinop gibi eyaletin diğer illeri de aynı listede yer alıyor), Kastamonu sıralamada İzmir, Edirne, Selanik ve Amasya’dan sonra 5’inci ildi.
27 Şubat 1863 tarihinde Sultanahmet meydanında “uluslararası” sergi (fuar) düzenlendi…
“Kastamonu’nun kızılca pirinçleri ile Taşköprü’nün okkası 6 para olan pirinçleri pek güzeldir” şeklinde gazeteler yazdı.
Cumhuriyet yönetiminin ilk işlerinden biri Kastamonu Göl’de meyve fidanlığı kurmak oldu…
“Okul” görevi gördü bölge tarımına yıllarca; kapatıldı.
Ne kaldı bugün?…
Mağlubuz.