Yabancı bir haber ajansının muhabiri olarak uzun yıllar Türkiye’de kalan David Hotham’ın Milliyet Yayınlarından Haziran 1973 yılında çıkan “Türkler” adlı kitabından iki bölüm paylaşmak istiyorum.
Kitap 18 bölümde bir muhabirin Türkiye ve Türkler hakkında büyük illerden köylere kadar yaptığı gezilerle, Türkleri gelenek ve göreneklerini, insancıl yönlerini ve konukseverliklerini tarafsız bir gözle anlatmaya çalışmış ayrıca yazdığı dönemden önce meydana gelen olaylar hakkında da bilgiler ortaya koymuştur.
Kitapta yazılan anlatımlardan iki bölümü aynen aktarıyorum.
Türkiye, Rusya ve Batı Bölümünde;
Türkiye, çeşitli ideolojilerin çatıştığı, önemli bir coğrafi bölgede bulunmaktadır. Avrupa ve Asya İslamlık ve Hıristiyanlık, komünizm ve Arap emperyalizmi ile daha bütünüyle sönmemiş olan Hellenizm, hep Türkiye’nin dört bir yanında kaynaşan akımlar, görüşlerdir. Ruslar hala bu noktadan Orta Doğu’ya sızmak emelindedirler. Boğazlar ve Anadolu, Türkiye’nin egemenliği altındadır. Bunlardan birincisi önemli bir suyolu, ikincisi de stratejik değeri çok büyük bir kara parçasıdır. Uzun menzilli nükleer silahlardan sonra Boğazların ve Anadolu’nun eski önemini yitirdiği sık sık söylenmekle birlikte, bu iddialar pek geçerli sayılmaz. Hele bugün Akdeniz’de Sovyet deniz gücünün varlığı ve Moskova’nın izlediği politikanın hedefleri bakımından, Boğazlar yine de eskisi kadar önemli bir yerdir. Anadolu’da Rusya’nın güneye doğru genişleme isteklerine karşı en büyük doğal engeldir. Bir nükleer savaş durumunda bu değerler önemini yitirebilir ama böyle bir felakete kadar önemleri hiç eksilmeyecektir.
Türkler neye benzer? Bölümünden;
Türkler, bir Akdeniz ırkı olduklarını sanmayı severler, hem de karakterleri tam böyle olmadığı halde. Uzun bir sessizlik döneminden sonra birden patlayan volkana benzerler. Bunun örneği, parlamentoda görülebilir, müthiş bir görünümdür bu.
Milletvekilleri, biraz önce gülümseyerek, sessiz sessiz otururlarken, kışkırtıcı bir söz üzerine yüzlercesi birden yerlerinden fırlar, yumruklar savrulur, çantalar, kitaplar, ayakkabılar, iskemleler fırlatılır. Anlatılması imkânsız bir patırtı kopar. Genellikle bu kargaşa birkaç dakika sonra yatışır, tıpkı başladığı gibi, birden kasırga geçer, dalgalar sakinleşir, tam bir sessizlik çöker salona. Bir dakika önce birbirlerinin burunlarına yumruk sallayanlar, yan yana, kuzu kuzu otururlar. Olgun bir parlamento havası içinde, çalışmalar sürdürülür.
Mehmet Ali Kayabal’ın çevirisini yapmış olduğu kitaptan sadece iki bölüm aktardım sizlere ve elli yıl önce yayımlanmış bu kitabın tüm bölümlerinin günümüze uyarlandığında da pek bir şeyin farklı olmadığını görüyorum.
Bu pandemi günlerinde Turizm hakkında yazılacak pek fazla bir konu olmadığından farklı bir konuya değinmek istedim.
Bülend Çadırcıoğlu