Son üç aydır ülkemizin en önemli meselesi korona virüsü oldu. Hele Mart ve Nisan aylarında bir kâbus yaşadık. Yurt dışındaki gelişmeler de bizi etkiledi. Dünyanın mücadele ettiği, aciz kaldığı bela karşısında elbette korktuk. Asıl gündemi işgal eden terör, Suriye, Libya, eğitim ve ekonomi gibi konular bir anda unutuldu. Herkes can derdine düştü haklı olarak. Okul, câmi, lokal ve kahvehane gibi, insanların toplu bulunduğu tüm yerler kapatıldı. Bunlar gerekliydi ve olumlu sonuçları da görüldü.
İlk başlardaki ürkeklik zamanla yerini sükûnete bıraktı. Alınan önlemler, sağlık personelimizin olağanüstü çalışması biraz ferahlık yarattı. Salgın önce yaşlıların üzerine yıkıldı, sonra 20 yaş altındaki gençler ve çocuklar buna dâhil edildi.İstatistik rakamlarına göre otuz milyon insan eve kapatıldı.
Üç aylık sonuç iyi mi, kötü mü şu an kesin belli değil. Şahsen benim hiç anlamadığım bir istatistik yöntemiyle yorum yapılıyor, rakamlar değerlendiriliyor. Riskli alanlarda test çalışmaları başarıyla devam ediyor. Günlük kırk, elli bin civarında test yapmak önemlidir. Sonra iz süren altı bin dolayındakifilyasyonekibi de düzgün çalışıyor. Neticede iyimser bir hava meydana geldi, serbestlik sağlandı, yasaklar da asgari düzeye çekildi.
Kim ne derse desin, her zaman insanların birinci önceliği aş ve iş, yani ekmek. Ölümcül virüs olayında bilebu durum gayet açık bir şekilde görüldü. Bu tür felaketlerde devlet, vatandaşın arkasında durmalı; iş, güç kaybından dolayı zararlarını karşılamalı. Ancak ekonomisi güçlü olmayan ülkelerde bu mümkün değil. Esnaf, tüccar dükkânını açmak zorunda. Bunun yanında günlük kazancıyla akşam evine ekmek götürmek zorunda olan binlerce kişi var. Eski insanlar “ak akçe kara gün içindir” diyerek bir köşeye üç beş kuruş koyarlardı. Günümüz insanı, birikim yapmak şöyle dursun geleceğini borçlanıyor. Ekonomiyle ilgili değerlendirmeler yapılırken pembe tablolar çiziliyor. Ne kadar şirket kapanmış; kaç bin adet senet, bankakartı veya ipotekli taşınmazlar icra takibinde, geri dönmeyen krediler ne kadar, bunları konuşmuyoruz.
Ekonominin tansiyonu zaten yüksekti. Bunu anlamak için ekonomist olmaya gerek yok; döviz ve altın fiyatlarına bakmak yeterli oluyor zaten. Üretmeyen bir ekonomimiz var. Sadece inşaat sektörüyle bir ekonomi ayakta duramaz. Asıl tehlike tarımda; köylümüz üretimden düştü. Kendi kendine yeter bir ülke olmaktan çıkıyoruz.
Ekonomide göstergeler iyi değildi. Virüs belası büsbütün sıkıntı yaratınca aş ve iş doğal olarak virüsün önüne geçti. Sabit gelirliler normal hayatlarını sürdürdü ama üretip kazanmak veya çalışıp kazanmak zorunda olanlar doğal olarak seslerini yükseltmeye başladı. Şimdi adına “yeni normalleşme” denilen bir kavramla karşı karşıyayız. Bunun sonuçlarını da göreceğiz.
Ben, hastalığın seyri bakımından çok endişeliyim. Birincisi, toplum, bana bir şey olmaz anlayışı içinde, önlem almıyor, çoğu insan maske takmıyor.İkincisi, hastalığın yüzde altmışı İstanbul’da olduğu halde, oradaki insanlar köylerine veya tatil beldelerine dağılmaya başladı. Sınavlar bitince daha fazla insan ayrılacak, virüs vakası Anadolu’da daha çok görülecek. Nişan, düğün, tâziye, mevlid gibi toplu etkinlikler üç aydır yapılmıyordu, şimdi hızlanacak. Düğün yapmak şart mı, nikâh yapar gidersiniz. Düğün olmayınca evlilik meşruiyet mi kazanmayacak?
İnsanlar kendisini korusun; maske, mesafe ve el yıkamaya dikkat etsin diyorsunuz. Bunların üçü de gereği gibi uygulanmıyor. Çoğu insan maske takmıyor, mesafeye de dikkat etmiyor. Sabun kullanarak el yıkama alışkanlığı bizim toplumda pek yok. Geçen gün İzmir-İstanbul uçağının içini gösterdiler, insanlar maskeliydi ama tüm koltuklar da doluydu. Oteller, plajlar şimdi nasıl çalışacak, risk var mı?
Almanya, Avusturya, Hollanda gibi kuzey ülkelerinde vatandaşlık bilinci çok yüksek. Maske takılıyor, en fazla iki kişi bir araya geliyor, arada üç metre mesafe var ve hiç kimse itiraz etmiyor. Gerçek normalleşme oralarda var. Bizde sarılmalar, öpüşmeler, hoş geldin ziyaretleri devam ediyor. Hele pazar yerleri tam bir felâket. Çok sevdiğim asker uğurlamalarındaki vaziyeti görüyorsunuz.
Daha önce de yazdım, tehlikenin vahametini görmek için her evden bir cenazenin çıkması mı gerekiyor? Bu işin sonu nereye varır? Söyleyeyim; eskilerden kalan bir söz var, “kırk gün kıran(ölümcül salgın) olmuş, eceli gelen ölmüş.” İşler o noktaya gidiyor.
Şahsen bu salgının artacağı ve yurt sathına yayılacağı kanısındayım. Bu şartlarda, Eylül ayında okulların sağlıklı bir şekilde eğitime başlayabileceğini ümit etmiyorum. O nedenle her düzeydeki eğitim kurumları uzaktan eğitime hazır olmalı. Avrupa’ya bakarak normalleşme planı hazırlayanlar, unutmayın ki, oradaki vatandaşlık bilinciyle bizdeki arasında dağlar kadar fark var.
Kamuya açık yerlerde maskesiz dolaşan binlerce insan görüyorm.Benim gibiler kurallara uysa bile maskesizler büyük tehlike. Kamusal alanda hareket eden insanlarmutlaka maske takmalı, güvenlik güçleri de bunu çok sıkı takip etmeli. Maskesiz dolaşanlara mutlaka para cezası kesilmeli ve bu ceza biraz da can yakmalı. Yaşlıları, çocukları eve kapatarak değil sokağa sahip çıkarak önlem alınmalı. İlaç ve aşı bulununcaya kadar virüs pusuda bekliyor, hiç kimse rehavete kapılmasın.
MUSTAFA ESKİ