Veda, ayrılma anlamına gelir ve kişileri ilgilendirir. Yaşadığımız herhangi bir yerden,akraba, arkadaş ve dostlarımızdan zaman gelir ayrılırız. Bu ayrılıklar kısa olduğu kadar, uzun süreli de olur. Hatta dönüşü olmayan ebedî ayrılıklar da vardır, insan yaşamında.
Vefa; sözünde durma, sözünü yerine getirme, dostluğu devam ettirme, bağlılık, kadirşinaslık gibi duyguları ifade eder. Karşı tarafın, sizinle olan ilişkisine verdiği değeri gösterir. Aksi için de bivefa yani vefasız sözcüğü kullanılır. Özellikle şarkı ve türkülerde vefasızlık kavramı çok geçer.
Geçtiğimiz Çarşamba akşamı , Üniversitemiz FenEdebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Kurşunlu Han’da güzel bir akşam yemeği düzenledi. Prof. Dr. Olcobay Karatayev ile beni konuk ettiler; adına da veda ve vefa yemeği deiler. Yemeğe Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz ve eşi Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesi öğretim üyesi Prof. Seyhan Yılmaz, Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Yavuz Unat ve eşi, Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu, Tarih Bölümü Başkanı Doç. Dr. Ercan Çelebi ile Fakülte Sekreteri Hakan Talay ve memurlardan bazıları katıldı.
Olcobay Karateyev, Kırgız Türklerinden. Beş yıl önce Üniversitemize geldi, ders verdi. Görev süresini doldurduğu için bugünlerde Kırgızistan’a dönecek. Bu süre içinde Türkiye’de kullanılan Türkçe’yi de mükemmel hale getirdi. Bundan böyle Üniversitemiz ile Kırgızistan arasındaki ilişkilerde önemli rol oynayacaktır.
Fen Edebiyat Fakültesi 2003 yılında iki bölüm halinde öğretime başladı; Tarih ve Fizik. Tarih Bölümünde öğretim üyesi olmadığı için ihtiyaç Eğitim Fakültesi’nden karşılandı. Benimle birlikte bazı arkadaşlar ders okuttuk. Zamanla kadro oluştu ve dışardan hocaya ihtiyaç kalmadı. Ben kuruluşundan itibaren on seneye yakın ders verdim.İlk yıllarda haftalık ders sınırını da aştığımı hatırlıyorum. Son üç yıldan beri de Bilgi ve Belge Bölümü’nde Kent Tarihi dersi okuttum. Gördüğünüz gibi, Fen Edebiyat Fakültesi’ne emeğimiz geçti.
Bu vesileyle başka bir konuya da değinmek isterim. Tarihe tanıklık etmek önemlidir. Yakın zaman kadar üniversite kurmak için öncelikle Fen Edebiyat fakültesinin kurulma şartı aranırdı. Bu fakülteye yaygın adıyla “anahtar fakülte” denirdi.
Gazi Üniversitesi’ne bağlı üç şehir vardı: Kastamonu, Kırşehir ve Çorum. Son koalisyon hükümetleri zamanındaDevlet Bakanı olan Ramazan Mirzaoğlu kendi ili Kırşehir’de Fen Edebiyat Fakültesi kurulmasını sağlamıştı. Bundan dolayı Kırşehir, üniversite kurulması aşamasında bize göre bir adım öne geçmişti. AK Parti hükümeti kurulduğunda Hüseyin Çelik Milli Eğitim Bakanı oldu. Çorum milletvekilleri, Fen Edebiyat Fakültesi kurulması için kendisinden istekte bulunmuşlar. O da Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Rıza Ayhan’ı arayarak durumu anlatmış. O yıllarda,üniversite bünyesinde bir fakülte kurulabilmesi için üniversitenin en yüksek karar organı olan üniversite senatosunun kararı gerekiyordu. Anlattığına göre Rıza Ayhan, Hüseyin Çeklik’in isteğine şartlı cevap vermiş, Kırşehir’de bu fakültenin nasıl kurulduğunu anlatmış. Çorum’da da kurulabileceğini söylemiş. Ancak Gazi Üniversitesi’ne bağlı Kastamonu’ da da kurmamız gerekir, aksi halde ben, bunu onlara izah edemem, demiş. Hüseyin Çelik de kabul etmiş. Bu konuşmalar üzerine, Kastamonu ve Çorum’da Fen Edebiyat fakültelerinin kurulması konusu senatoda görüşüldü ve oy birliği ile kabul edildi. Bundan sonra prosedür gereği karar YÖK’e sunuldu ve gerekli yasal işlemlerden sonra her iki ilde kısa sürede Fen Edebiyat fakülteleri kuruldu. Ben o yıllarda Sağlık Yüksekokulu müdürü sıfatıyla Senato üyesi idim ve kararda oy kullandım; bu da işin manevî tarafı. Şu anlattıklarım fakülte tarihi açısından önemli aşamalardır ve bilinsin istedim. Bizde yeteri kadar kurum kültürü anlayışı oluşmadığı için kurumların tarihi de ne yazık ki bilinmiyor.
Yemek öncesinde kısa bir çay ikramı oldu. Bu arada selam verdik, alacaklı çıktık. Bizim üniversitenin en üretken öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yavuz Unat, Sercan Palavan’la birlikte hazırladığı İbn El- Haysem adlı eseri ve Melek Dosay Gökdoğan, Remzi Demir ve Sercan Palavan ile birlikte çevirdikleri, George Sarton’a ait Bilim Tarihi Araştırmalarında Yöntem adlı kitabı önüme koydu.Hatırlatmakta yarar görürüm;Yavuz Hoca, Bilim Tarihi alanında, ülkemizin en yetkin bilim insanlarının başında gelir.
Yemek esnasında,Tarih Bölümü Başkanı Doç. Dr.Ercan Çelebi ile Fakülte Dekanı Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz ve diğer konuşmacılar,Olcobay Bey ve benimle ilgili güzel duyguları dile getirdiler, Fakülteye yaptığımız katkılardan övgüyle söz ettiler. Benim bilmediğim veya farkına varmadığım konulara da değindiler. Güzel anıların, değişik ağızlardan duyulması elbetteki beni ziyadesiyle memnun etti.
Dekanlık ve Tarih Bölümü adınahazırlanan plaketlerimiz verildi.Yerim dar olduğu için, sadece Dekanlığın plaketi üzerindeki sözleri buraya naklettim: “Sayın, Dr. Mustafa Eski. Fakültemizin kuruluşundan itibaren tecrübe ve birikiminizle Fen Edebiyat Fakültesi’nde ders veren bir öğretim üyesi olarak, sizi daima arayacağız. 2003-2020 yılları arasında Fakültemize yaptığınız akademik katkılar için teşekkür eder, emeklilik hayatınızda huzur ve sağlık, çalışmalarınızda başarılar dilerim. Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz. DEKAN.”
Özellikle şahsım için söylenen güzel sözlerden ziyadesiyle memnun olduğumu belirtmek isterim. İnşallah bu sözleri hak edecek şekilde bir görevi yerine getirmişimdir.
Son konuşmayı benim yapmamı arzu edildi.Dekanlığın ve Bölüm Başkanlığının vefasına, kadirbilirliğine teşekkürlerimi ifade ettim. Bu fakültede güzel günlerimin geçtiğini, dost kazandığımı söyledim. Özellikle 2008 yılında, Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz arkadaşımızın, benim hakkımda bitirme tezi yaptırdığını; Kastamonu kültür tarihi üzerineolan araştırmalarımdan dolayı Bilgi ve Belge Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hasan Sacit Keseroğlu’nun önerisiyle 2016 yılında Kent Tarihi dersi açıldığını, bu teveccühlerinden çok memnun kaldığımı ifade ettim.
Arkadaşlarımız,şahsıma karşı vefalarını gösterirken, Olcobay hocayı da kendi ülkesi Kırgızistan’a uğurladık. Veda ile vefa bir noktada buluştu. Bu güzel toplantıyı düzenleyenlere ve katılanlara gönüller dolusu teşekkürlerimi sunarım. Sağ olsunlar, var olsunlar.Şairin dediği gibi,“Bâki kalan bu kubbedebir hoş sada imiş”.Bunu bırakabildiysek ne mutlu bize.
MUSTAFA ESKİ