Önümüzde bir gazete…
Yüreğimizde incecik bir sızı…
11 Birincikânun (Aralık) 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’ni okuyoruz…(1)(2)
11 Kasım 1938’da Cumhurbaşkanı seçilişinin ardından ilk yurt gezisini Kastamonu’ya yapan İsmet İnönü’nün halkımızla gerçekleştirdiği diyalogların içeriğine yoğunlaştıkça…
Belleğimiz dünden bugüne mekik dokuyor…
İnsanımızı…
Toplumumuzu…
Doğamızı fark etmeyi…
Geleceğimizi planlamayı…
Memleketimizi sahiplenmeyi yeniden yeniden düşünüyoruz…
O günlerin hassasiyetini arıyor gözlerimiz…
●●●
Mekki Said Esen’in haberini gelin birlikte okuyalım…
“İnebolu, 10 – Cumhur Reisimiz bu sabah saat sekizde Kastamonu’dan hareket etti. Halk, İnönünü uğurlamak için erkenden yollara dökülmüştü. Şiddetli alkışlar ve:
-Seni her zaman bekleriz. Başımızdan eksik olma!
Sesleri arasında kafile İneboluya doğru yola çıktı. Bu yüz kilometrelik güzergâhta sık sık taklar kurulmuş, köylüler, adım adım dolaşarak, derdlerini kendi ağızlarından dinliyen Cumhur Reisimizin yoluna koşmuşlardı. Bir taraftan kar yağıyordu, geçtiğimiz yamaçların mühim
bir kısmı sisle örtülü idi. Fakat halk, İnönünü mutlaka görmek ve duyduğu sevgiyi ifade edebilmek için havanın bozukluğuna rağmen neşe ve heyecanla bekleşiyordu.
Öğleye doğru Küre kazası merkezine varıldığı zaman tekrar muazzam bir kalabalık görüldü. İsmet İnönü burada otomobilinden indi. Hükümet dairesine girdi, memurları kabul etti ve hemen köylülerle konuşmalarına başladı.
“MADENLERİMİZ AÇILSIN”
İlk olarak İlâ köylü bir rençberi (3) huzuruna aldı. Birçok sualler arasında arazisinin, hayvanlarının, ziraat aletlerinin miktarını ve mahsul vaziyetini sordu.
Köylü:
-Geçen sene daha iyi idi, her sene iyi olmaz, dedi.
İnönü:
-Köyünüzde gurbet var mı, dışarıya gidip çalışırlar mı, diye sordu.
Köylü:
-Var, benim de çocuğum İstanbul’da bir otelde çalışıyor.
-Orada kalacak mı, ne vakit gelecek?
-Ne vakit geleceği belli olmaz, fakat behemahal gelir.
-Evli midir?
-Bekârdır. Gelince evereceğim.
-Sana para gönderir mi?
-İstediğim zaman gönderiyor.
-Oğlunun eline ayda ne geçiyor?
-Otelde yemek içmekten sonra on lira kalıyor.
-İsraf ediyor mu?
-Müsrif çocuk değil.
-Bir sene içinde köyüne elli atmış lira ile gelebilir mi?
-O kadarını şimdiden gönderdi.
-Benden ne istersin?
–Buradaki madenlerimizin açılmasını, köylüye iş bulunmasını isterim.
-Peki; madenden ne iş ümid ediyorsunuz?
-Tabii, köylüler çalışacaklar.
-Burada bakır bulabileceğinizi ümid ediyor musun?
-Ümidim var. Buralarda maden olduğu konuşuluyor. Sizden köylülerin kalkınmasını da isterim.
-Bu iş için bana bir çare olarak ne söylersin, ne akıl verirsin?
-İş olursa köylü yapar, çalışır, köylü böyle kalkınır.
-Mektebiniz var mı?
-Yok!
-Çocuklarını nasıl okutuyorsun?
-Para ile.. Yeni yazı filân öğreniyoruz.
İlâ köylü rençber, altmış hanelik dört yüz nüfuslu köyünde okuma çağında 82 çocuk bulunduğunu söyledikten sonra İsmet İnönünün “daha ne söylersin, başka isteğin var mı?” sualine “sağ ol!” cevabını verdi.
Reisicumhur; “Sen de sağ ol, çocuklarına, köyüne selâm söyle” dedi.
(…)
“MADENİN İŞLETİLMESİNİ RİCA EDERİM”
Bundan sonra Küre kazası merkezinde çalışan bir demirci olan Halil Özçeliği kabul etti. Halil muhtelif suallere cevaben 12 yaşından beri bu san’atte çalıştığını, şimdi otuz yaşında bulunduğunu söyledi. İnönü sordu:
-Baban ne iş yapardı?
-O da demircidir. Büyükbabam da demirci idi. Biz sülâleden demirciyiz.
-Evli misin?
-Üç senelik evliyim. Bir çocuğum var.
-Bana buranın demirciliğini anlat.
-Rençperin işini yaparız. Burada pulluk az. Memleket bayır olduğundan işlemiyor. Sapan demiri, karasapan yapıyoruz. Araba tamir ediyoruz.
-Amma ben burada dört tekerlekli araba görmedim.
-Vardır.
-Başka ne iş yaparsın? Balta, testere yapar, tamir eder misin?
-Bütün demir işlerini yaparım.
-Demiri nereden alırsınız?
-İneboludan.
-Ne yakarsınız?
-Ağaç kömürü kullanırız.
-Niçin maden kömürü yakmıyorsunuz?
-Burada yok zaten.
-İneboludan gelmez olur mu?
-İneboluda da yok.
-Maden kömürü kullanmak daha kârlı olmaz mı?
-Her işe gelmiyor.
-Niçin gelmiyor? Hangi işe gelmiyor?
-Balta, çelik yapmasına filân olmuyor.
-Bana bir şey söyleyecek misin?
–Bakır madeninin işletilmesini rica ederim.
-Onu arıyoruz. Varsa işleteceğiz. Başka istediğin yok mu?
-Ağaç kömürü istiyoruz. San’atkârlara kömür yapacakları, kereste tarifesile değil odun tarifesile verilmelidir. Rençper fakir olup yapamıyor.
(…)
“MADENLERİMİZİ İSTİYORUZ”
Kürede semerci Şaban Atay, kazada üç semerci ve bir saraç olduğunu söyledi ve kasabada doktor bulunmadığından bahsetti. Bir de banka açılmasını istedi.
İnönü sordu:
-Bankayı ne yapacaksın?
-Mahsul veriliyor, para alınıyor, köylü bunun için İneboluya kadar gidiyor.
Semerci Şaban Atay, “madenlerimizi de istiyoruz.” dedi.
-Peki, bundan sen ne istifade edeceksin?
-Gider çalışırım.
-Ailen kaç nüfus?
-Beş.
-Oğlun ne yapıyor?
-Yanımda çalışıyor.
-Eli işe yatkın mıdır?
-Eh, alışıyor.
Nalbant Mehmet Özdemir, en çok işin haftada bir Pazar kurulduğu zaman olduğunu söyledi.
(…)
İsmet İnönü müteakıben Küre’den ayrıldı. Halk muazzam tezahürat yaptı. Tezahürler İneboluya kadar yol boyunda devam etti. Bazı yerlerde köylüler kurban kestiler.
İneboludaki karşılama çok parlak ve muhteşem oldu. Bütün şehir gelin gibi süslenmişti. Halk yolları tutmuştu.”
●●●
2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü ile konuşan Küreliler’in duyarlılığına bakar mısınız?
Ağız birliği etmişçesine madenlerinin işletilmesini istiyorlar…
Yüreğimizi sızlatan şey şu:
Büyüklerimiz o günlerde “olmayanı” isterken…
Günümüzün Kastamonu ve Küreliler’i olarak bizler, bırakın en ufacık bir şey talep etmeyi, “var olan hakkında” ücretli olarak çalışmanın ötesinde ortak bir akıl bile yürütemiyoruz!
Küre’den çıkarılan cevherin…
İlçenin dağında taşında yüzyıllardır âtıl olarak bekleyen cürufun içindeki çok değerli kobaltın…
Mardin Mazıdağı’nda, 1.2 milyar dolarlık…
Yani 7 milyar liralık…
Yani eski ifadesiyle tam 7 katrilyonluk yatırımla kurulan dev fabrikada ayrıştırılarak dünyaya satılmaya başlanmasıyla…
1.500 kişiye doğrudan… 25.000 kişiye dolaylı olarak istihdam sağlandığını hatırladığımızda…
Ve ekonomimize kazandırılan yıllık 620 milyon dolarlık geliri dikkate aldığımızda…
Ülkemizin bir ferdi olarak elbette seviniyoruz…
Ancak…
Yer altı zenginliğimizi yöremizin zenginliğine dönüştürmeyi becerememenin “burukluğunu” yaşamaktan da kendimizi alıkoyamıyoruz.
Hele…
TÜİK’in yeni açıklanan nüfus verilerine göre ilimizin kan kaybetmeye devam ettiği bir kez daha gözlerimizin önüne serilmişken “burukluğumuz” giderek katmerleniyor…
●●●
Okuyoruz…
Tekrar tekrar okuyoruz…
Belleğimiz dünden bugüne mekik dokuyor…
İnsanımızı…
Toplumumuzu…
Doğamızı fark etmeyi…
Geleceğimizi planlamayı…
Memleketimizi sahiplenmeyi yeniden yeniden düşünüyoruz…
O günlerin hassasiyetini arıyor gözlerimiz…
İnce sızı yüreğimizden bedenimize yayılıyor…
Yayılıyor…
Yayılıyor…
(1) İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi önemli bir hizmeti kullanıma açtı. 1928-1942 arasında yayınlanmış 55 yerel ve ulusal gazete oldukça kaliteli bir biçimde taranarak okurların hizmetine sunuldu. Yakın geçmişe yolculuk fırsatı kollayanlara bulunmaz bir nimet. Bu yazı da bu vesileyle gündemimize geldi.
Merak edenler için:
http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE/
(2) Gezi hakkında ayrıntılı bilgiye değerli Hocamız Mustafa Eski’nin o günlerin imkânsızlıklarına rağmen büyük bir emekle hazırladığı “İsmet İnönü’nün Kastamonu Gezileri” adlı kitabından da ulaşabilirsiniz. (Çağdaş Yayınları. İstanbul 1995)
(3) Haber metnindeki bold karakterler ve ara başlıklar bize ait.
Mehmet Yücel