Zaman nasıl da akıyor…
Hocam Ünsal Oskay’ı kaybedeli 10 yıl olmuş!
Boynumuz bükük geçen 10 koca yıl…
Öğrencisi olabilmek zaten başlı başına bir “zenginlik”ti…
Dostluğu da öyle…
Daha da değerlisi okuru olabilmekti.
Düşündükleri…
Yazdıkları…
Çevirdikleriyle…
Düşünce dünyamızın aşılması zor bir ufku olarak ağırlığını hâlâ koruyor…
Her zaman da koruyacak…
•••
Gündelik hayatın “hayhuy”uyla boğuşurken “kendinizi kaybettiğinizi” hissediyorsanız…
“Nefessiz” kalıyor…
Bunalıyorsanız…
Gerçekte ne olup bittiğini sahiden anlamak…
“Büyük fotoğraf”ı görmek istiyorsanız…
Bulun, alın kitaplarını…
Çok şey öğrenecek, “zenginleşeceksiniz…”
•••
Hocam’ı bir kez daha sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anıyorum…
Gelin…
Ölümünün hemen ardından 17 Ekim 2009’da yazdığım satırları birlikte okuyalım:
Bize düşünmeyi öğretti!..
Herhangi bir ölüm değil bu…
Bir “güneş” battı!
•••
“Kırk ayrı pencere”den bakmadıkça toplumu anlayamayacağımızı bilinçaltımıza yerleştiren…
Her olguyu sebep-sonuç ilişkisi içinde, tarihsel bütünlüğüyle ele almayı, düşünme biçimimizin “olmazsa olmaz”ı yapan…
Sözü uzatmayayım…
Bize düşünmeyi öğreten sevgili hocam Prof. Dr. Ünsal Oskay’ı yitirdik.
•••
“19. Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişiminin Kültürel İşlevleri” adını taşıyan doçentlik tezi başta olmak üzere verdiği pek çok eserle ülkemizde iletişimbilimin kurulmasına öncülük eden…
Yanı sıra ülkemizde sosyolojinin ve sosyal psikolojinin anlamsal derinliğine, alabildiğine geniş ufkuyla ciddi katkılar sağlayan Oskay’ın bıraktığı boşluğu doldurmak çok ama çok zor.
Dedim ya…
Bir “güneş” battı!
•••
Hayata…
Ne olmuş, neden olmuş…
Nerede, ne zaman, nasıl olmuş…
Kim/kimler tarafından, kim/kimler yararına yapılmış…
Tüm toplumsal taraflarıyla…
Dünden bugüne ve bugünden yarına yönelik yönsemeleriyle “dörtbaşı mamur” bakmayı pek çoğumuz ondan öğrendik…
Toplumsal hayatımızın anlamını, yıldızlarda, fallarda, gizemli dünya dışı güçlerde aramamızı “emreden”lere inat, bunun bizatihi insan aklı ve eylemleriyle oluşturulmuş tarihsel bir süreç izlediği gerçeğini hiç aklımızdan çıkarmamayı bize o öğretti.
İçinde yaşadığımız hayattan sıkılıp bunaldıkça…
“Kaybolma korkusu” yaşadıkça her zaman düşünceleriyle aydınlattı önümüzü…
Eleştirel aklı, eleştirel düşünceyi… Adorno’yu, Walter Benjamin’i, Lewis Henry Morgan’ı, C.Wright Mills’i, Baudelaire’i, Frankfurt Okulu’nu o fark ettirdi bize.
Hayatımızın her alanında her daim uçuşup duran “açıklamayan açıklamalar”a itibar etmemeyi… İster yazı, ister söz formatına bürünmüş olsunlar “sayıklamalar”ın tutsağı olmamayı onunla başardık.
•••
Edindiği uçsuz bucaksız bilgiyi sevgiyle harmanlayan da O’ydu…
Bilginin…
Aksesuar olarak, şıklık olsun diye taşınamayacağına… Kimseye karşı tahakküm aracına dönüştürülemeyeceğine vurgu yaptı bıkmadan, usanmadan…
Ve günümüzdeki en temel eşitsizliğin “söz hakkı eşitsizliği” olduğuna dikkat çekerken, tüm çalışmalarını, söz hakkı kısıtlananlardan yana tutum alan bir insanlık anlayışıyla yapmayı ıskalamadı hiç!
“Ahmak mutluluğuyla yaşamayın” derken eklerdi:
“Bilgilenmekten kaynaklanan “mutsuzluk” mutluluğun ta kendisidir!”
•••
Dedim ya…
Herhangi bir ölüm değil bu…
Bir “güneş” battı!
•••
Nur içinde yat sevgili Hocam…
MEHMET YÜCEL