Geçen hafta ortaokul son sınıf öğrencileriLise Giriş Sınavına(LGS) katıldı. Ben bunu küçük kıyamet olarak nitelendirdim. Ergenlik çağındaki çocuklara sınav stresi yaşatıyoruz. Sınava giren öğrenciler adeta robot gibiydi. Liseleri çeşitlendirdiğimiz zaman bu sınavlar kaçınılmaz hale geliyor.
Hafta sonu da büyük kıyamet yaşandı. 2 milyon 433 bin 219 öğrenci üniversite sınavına girdi, üstelik iki gün. Merkezde oturanlar için bir şey diyemem ama ilçelerden gelen adaylar sıkıntı çekti. Anne veya babalarıyla sınava geldiler. Uzak ilçelerden sınava katılanlar cuma gününden gelip bir otele veya misafirhaneye yerleşti. Salgın dolayısıyla yakın akrabalar misafir kabul ettiler mi bilmiyorum. Sınavı iki güne yaymak ne derece doğru?
Bizim çocuklarımız da sınava girdi yıllar önce, hem de tek oturumda yapıldı sınavlar. Daha sonra bu sınavlar birinci ve ikinci aşama olarak bölündü. Şimdi de iki güne yaydılar, ne gerek var? Sabah ve öğleden sonra iki sınav yaparak bu konu rahatlıkla çözülebilir. Bu kadar seçkinci bir uygulamanın pratikte bir faydası olduğuna inanmıyorum. Eğer bugünkü sisteme çok iyi diyorsak, geçmişte sınava girenlere haksızlık etmiş olmuyor muyuz? Onlar ana kuzusu değil miydi? Başarıyı ölçmek için bu kadar ayrıntıya girmeye gerek yok. Sınavı çeşidini çoğaltarak daha kaliteli öğrenci alındığına inanılıyorsa tamamen yanlış.
Sınav sistemleri deneme tahtası gibi oldu. Gerçimemlekette hiçbir şeyin standardı kalmadı. Her işimiz vatandaşa eziyetle geçiyor. Bürokrasi azalacak diyoruz, tam tersine artıyor. Sınavlar bunun en güzelörneği. Soru miktarını biraz azaltmak, buna karşılık oturum sayısını artırmak suretiyle daha kolay yoldan çözüm mümkün. Ben, kendimi otel köşelerinde konaklayan veliler ve gençlerin yerine koyarak düşünüyorum. Bu çocukların psikolojisi bozulmuyor mu? Üstelik bu yıl virüs belası ve onun yaşattığı korkular da var.
Ülkemizin en büyük potansiyeli gençlerimizdir. Bütün okullarda 20 milyona yakın kişi öğrenim görüyor. Hemen hemennüfusumuzun dörtte biri. Buna şükretmek lazım. Ancak madalyonun bir de diğer tarafı var. Bu kadar öğrenci öğrenim görüyor ama okul bitince iş bulabiliyor mu? Bu soruya kolayca evet demek mümkün değil. Lise mezunlarını bir tarafa koyduk, üniversite bitirenler iş bulabiliyor mu? Rakamlara baktığımızda, işsizler arasında üniversite mezunlarının sayısının hızla arttığı görülüyor. Bu nereye kadar gidecek?
Cumhuriyet döneminde iki ciddi mesele çözülemedi. Birisi toprak reformu, diğeri de meslekî eğitim. Geçenki yazımda da vurguladım, 1974’de meslek okullarına lise özelliği kazandırıldı. Bu uygulama yanlış olmuştur. Ülkemizin asıl ihtiyacı ara elemandır. Bunu sağlamak için meslek okullarının yaygınlaştırılması ve aynı zamanda niteliklerinin de artırılması gerekirdi. Biz tam aksini yaptık. Meslek liseleri özelliğini yitirdi.
Ortaokul sonrasında yapılan LGS ile öğrencileri liseye veya meslekî eğitime yönlendirmemiz gerekiyor. Meslek liselerini seçenler, bir daha üniversite öğrenimini düşünmemeli. Herkes üniversite eğitimi alsın, ondan sonra iş arasın dersek bu meselenin altından kalkamayız, bugün bunu yaşıyoruz.
Diğer bir konu, üniversite eğitiminin kalitesi. Siyasal baskılarla her ilde üniversite kuruldu. Fizikî yeterlilik, altyapı ve öğretim kadrosu hiç dikkate alınmadı. Eğri oturup doğru konuşmak lazım, bazı illerdeki üniversitelerle merkezî yerlerde kurulu olanlar aynı kalitede eğitim veriyor mu? Bir defa taşradakiler düşük puanla öğrenci alıyor. Akademik kadrolar da yetersiz olunca çark bozuk işliyor. Üniversite eğitimini taşraya yayarken gerekli olan altyapıyı hazırlamalıydık.
Bu yetmezmiş gibi, bazı ilçeler yüksekokulla yetinmiyor, fakülte hatta üniversite istiyor. Ortada doğru düzgün bir lisesi bile bulunmayan yerlerde yüksekokul açtık. İlçelerde yüksekokul isteyenlerle karşılaştığımda, neden bunda ısrar ediyorsunuz diye sordum. Verilen cevap tamamen ekonomikti. Öğrenci gelsin, boş evler kiracı bulsun; bakkal, manav para kazansıngibi gerekçeler. İlçeye yüksekokul açılırsa önce sosyal, kültürel yönden bir hareketlenme olur, bunun devamında ekonomik katkı da sağlar. İşin bu tarafını hiç düşünmüyorlar. Diğer bir husus, öğrenci ekonomik katkı sağlayacak ama ilçenin sosyo kültürel yapısıöğrenciye ne kazandıracak?
Üniversite eğitimi günün şartlarına uygun değil. Mezunların büyük çoğunluğu devletten iş bekliyor. Bu da mümkün olmayınca işsizlik artıyor. İş bulma imkânı az olan fakülteleri, yüksekokulları kapatıp ülkemizin ihtiyacı olanları açmak gerekiyor. Bunun da ötesinde kaliteye önem vermek şart. Öyle donanımlı insan yetiştirmeliyiz ki, Türkiye’de iş bulamadığı zaman yurt dışında rahatlıkla iş arayabilsin. Bundan böyle dünya vatandaşı eleman yetiştirmek zorundayız ki her yerde iş bulsun, çalışsın.
En büyük varlığımız gençleri iyi yetiştirdiğimizi söylemek mümkün değil. Nitelikli insan gücü her zaman önemli. Bu sadece ülkemizde değil dünyanın her tarafında geçerli bir anlayış. İki buçuk milyon gençten, şöyle veya böyle, bir milyonu üniversitelere yerleşti diyelim. Geri kalanlar ne olacak? Çoğu lise eğitimi aldığı için meslek becerileri de yok. Bir yıl sonra yine aynı durumla karşılaşacağız. O zaman eğitim sistemini yeniden düzenlemeliyiz. Lise çeşitlemesi yerine daha kısa yoldan meslek sahibi yapıcı bir yol izlemeliyiz. Öyle bir düzen ki, liseyi bitiren işsiz, üniversiteyi bitiren de işsiz. Ortada bir yanlışlık var ama kimse buna çare aramıyor. Nüfusu bizimle aynı olan Avrupa ülkeleri bu sorunu çözmüş de biz niye beceremiyoruz?
MUSTAFA ESKİ