Mine Akçakoca Özgür
İnsanların ortak dili olan müziğin gücü yadsınamaz. Melodilerin tınısı yüreklere akar. Toplumların özünden süzülüp gelen duygularla örülmüş, halk kültürünü ilmek ilmek işleyerek dokunan türküler ise yaşantımızın ayrılmaz bir parçası.
Hangi bölgeden olursanız olun, herhangi bir yerde bir türkü duyduğunuzda; sesler, sözler sizi yakalar ve Anadolu’nun sımsıcak duygularıyla sarıp sarmalandığınızı hissedersiniz.
Birbirinden güzel türküleri bizlere ulaştırıp, sevdiren Türk halk müziği sanatçımız Seyit Al, herkes ile ortak bir noktada buluşabilen yapısı, kendine has giyim tarzı, içten tavırları, yüksek enerjisi ve daima gülen yüzüyle dikkat çekiyor.
60’li yıllardan beri güçlü sesiyle okuduğu türkülerin haddi hesabı yok. TRT sanatçısı olan Seyit Al’ın Müzeyyen Senar, Zeki Müren ve Aşık Veysel ile birlikte nice anısı var.
“Seyit Al’dan türküler dinlediniz” radyo anonsuyla belleklerde yer eden sanatçının ardında dolu dolu geçen yıllar, ileride dinleyicilerine söylenecek binlerce türkü, hayranları ile kucaklaşarak geçecek nice yıllar…
TRT’den emekli Türk Halk Müziği sanatçısı Seyit Al’ın yaşam öyküsü 1947 yılında Amasya’da başlıyor. Özgeçmişini O’ndan dinliyoruz:
“Şehzadeler ve müzisyenler şehri Amasya’da doğmuşum. Benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda Amasya’da Halk Evi ve Neyzen Asım Bey’in kurduğu Musiki Cemiyeti vardı. Ben ortaokul yıllarımdayken Burhan Özbakır bağlama çalıp hocalık yapıyordu. Necmettin Kubu, Cemal Yıldız gibi büyüklerimiz vardı, abilerimiz ve hocalarımızdı. Onların eşliğinde sazla okumayı, solo yapmayı öğrendim.
1966 yılının Mayıs ayında ‘Türkiye genelinde Ankara, İstanbul, İzmir, Erzurum radyoları için stajyer aday adayı aranıyor’ diye bir anons duydum. Saz çalma ve solistlik alanında seçilecek olanların yetiştirilmek üzere TRT’ye alınacağını söylüyordu. Daha önce giden abilerimiz kazanamamışlar, çok zor dediler. Haydar Köse ise sesin güzel ve farklı, mutlaka kazanırsın diye beni teşvik etti.
Raif Atıcı ve Necmettin Kuba ile birlikte Ankara’ya gittik. Sekiz bin kişi baş vurmuş. Radyo’nun yanında Olgunlaşma Enstitüsü vardı. Oradaki çimenlerde oturup, sıra bekleyip, geceleri de bir otelde kalıyorduk.
13’üncü gün sıra bana geldi. ‘Kırmızı Gül Demet Demet’ adlı türküyü okudum. Taklit istemiyorlar, özgün söyleyenleri tercih ediyorlardı. 18 yaşındaydım. ‘Yurttan Sesler Korosu’nun ilk sınavını kazandın oğlum’, dediler. Sonra 1 imtihan daha oldu.
Ben Amasya’ya döndükten bir süre sonra telgraf geldi. ‘Ankara Radyosu Yurttan Sesler Korosu Türk Halk Müziği aday adayı sınavını başarıyla kazandınız. Bekliyoruz” yazıyordu. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Çağıracaklar diye heyecanla aylarca bekledim. Ancak 6 ay sonra ‘Sınavları kazananlar gelsin’ diye haber geldi. TRT Genel Müdürlüğü önünde hepimiz toplandık, içeriye çağırdılar.
Bir elemeden daha geçip, derslere başladık. Nota solfej derslerini Muammer Sun’dan, ses eğitimimizi Mesude Çağlayan’dan aldık. Halk Edebiyatı derslerimiz de vardı. 6 ay eğitimin ardından tekrar sınav olduk, elenen arkadaşlarımız oldu.
Yine beklemeye başladık ve nihayet gelen telgrafta staja başlamak üzere çağırıyorlardı. Tekrar elemelerle TRT Ankara Radyosu’nda solist sanatçı olup, ayda 4 solo yapma hakkına eriştim. Yurttan Sesler Korosu’nda Emin Aldemir, Osman Özdenkçi, Ali Can bizim hocalarımızdı. 1969 yılında TRT’nin kadrolu sanatçısı oldum. Yurttan Sesler Korosu’nu gençleştirmek için bu sınavlar ve eğitimler geçekleştirilmişti.
Şakir Öner Gülhan Recep Kaymak, Serbülent Yasin, Ali Rıza Gündoğdu, Seyhan Tütün, Atakan Çelik, Hüsamettin Subaşı da bu sınavları kazanıp, TRT sanatçısı olarak benimle aynı dönemde göreve başladılar. Bizler Türk Halk Müziği’nde 68 kuşağı olarak çok büyük iz bıraktık. Türk Sanat Müziği alanında da Muazzez Abacı vardı ama O sahneleri tercih etti.
1971 yılında askere gittim. Manisa Doğu Kışlası bando bölüğüne seçildim. Selahattin Alpay ile askerde tanıştık. O klarnet, ben de trombon çalıyordum. Nota konusunda Selahattin Alpay’a yardımcı olmuştum. Askerlik dönüşümde TRT’den tekrar çağırdılar. Yine solist sanatçı olarak göreve başladım. TRT arabeske izin vermiyordu, hep türkü özelliği taşıyan eserleri okudum.
2000 yılında emekli oldum. Önceleri yalnızca tatile geldiğim Didim’de son yıllarda yaz kış sürekli yaşamaya başladım. Ebru, Emrah, Emre adlarında üç evladım var.”
– “Didim’e gelip, burada yaşamaya nasıl başladınız?”
“İlk gelişim 1978 yılıydı. Ankara’dan gelen yazlıkçıların olduğu, el değmemiş koyları ve tertemiz deniziyle çok güzel tatil kasabasıydı. Burada yazlığı olmayıp da, tatil için gelenler için kalacak yer bile yoktu. Mavişehir’e gidiş yolunda bir tane pansiyon vardı. Çok sevdim, yazları gelmeye devam ettik.
Hatta öyle ki, çalışırken izin alamadığımda Didim’e gelmek için rapor alıyordum. Sonra 1989 yılının Ekim ayında buradan eski bir bina alıp, 6 kişi ortak olarak müteahhide verip yenilettik. Şimdi çok daha mutluyum. Didim’in havası çok güzel, insanlar beni seviyor. Daha ne isteyeyim? Bu arada sabah 4 ile 8 arası oksijen seviyesi çok yüksek olduğu bilgisini aldım.”
– “Kendi tarzınızı yansıtan renkli giyiminiz dikkat çekiyor. Toplumda pek fazla görmeye alışkın olmadığımız canlı ve enerjik giysileriniz kimliğinizden izler mi taşıyor?”
“Evet, günlük hayatında da en renkli giyinen sanatçılardan biriyim. Neşeli, arkadaş dost canlısıyım. Renkli, güzel ve dikkat çekici giyinmeyi seviyorum. Koyu renklere bürünmüş, suratı asık, huysuz bir insan değilim. Kasıntılık bende hiç yok. Halktan biriyim. Kızdığım şeyler de oluyor tabii. İnsanların agresif olmasından, birilerinin başkalarını rahatsız etmesinden hoşlanmam.
Rahmetli Özay Gönlüm, Yaren adını verdiği sazı ve türkülerinin yanı sıra şık giyimi ile de dikkat çeken sanatçı arkadaşımdı. Çok güzel giyinirdi. Güzel bir giysi görünce hemen birbirimize haber verirdik. Özay Gönlüm ayrıca tüm solistlere, ‘Seyit Al’ pırıl pırıl söylüyor diye örnek gösterirdi.
Bir de araba değiştirme hastalığım vardı. Yeni çıkan araba modelini mutlaka alırdım. Ziya Taşkent ile araba yarışı yapar, şakalaşırdık. Şimdi bıraktım artık.
Kısaca müziği, renkleri, gülümsemeyi ve arkadaşlıkları seven biriyim.”
“Dolu dolu yaşanmış bir hayatta ilginç anılarınız da olmalı. Okuyucularımızla paylaşır mısınız?” diyorum, sanatçı Seyit Al anlatıyor:
“Zeki Müren’in sağlığında mali müşaviri olan Ömer Şahin aradı. Didim Aytepe tarafına bir bahçe yapmıştı, beni oraya davet etti. Orada türküler seslendirmeye başladım. Buranın yerli halkı da geliyor, turistler, yazlıkçılar da yoğun ilgi gösteriyordu.
Bir akşam dönemin Aydın Valisi misafirhanesinden sesimi duymuş, tanımış. ‘Seyit Al’ın sesi güzel, türküler de güzel ama mikrofonu biraz kıssın’ demiş. Sayın Vali’ye mikrofonsuz okuduğumu iletmişler. O da ‘Hafız Burhan mı olmuş’ demiş. Bir daha da bize bir ikaz ya da rica gelmedi.
Zeki Müren, bu anlattığım olaydan bir süre sonra mali müşavirine ‘Seyit Al’ı Bodrum’a getir’ demiş. Gittik, Zeki Müren salıncakta oturuyordu, beni görünce ‘Ooo Azeri güzeli geldi’ dedi. Benim dedemin hem anne hem de baba tarafı Azerbaycan’dan gelip, Amasya’ya yerleşmişler. Zeki Müren, Azeri türkülerini dinlemeyi severdi.
‘Ben Onu Sevmişem Bir İlk Baharda’ adlı Azeri türküyü istedi. Ben heyecanlandım tabii ki, ‘Hoca’m heyecanlandım’, dedim. Zeki Müren, ‘Sesin çok geniş, bırak söyle ’ dedi.
Başladım, söylemeye:
“Men onu sevmişem bir ilkbaharda
O beni terk eyledi boranda karda
Sağ olur her yara unutulanda
Sağ olmaz yaresi ilk mehebbetin
Değmedi elime yarimin eli
Neylesin yareme Lokman’ın eli
Sağ olur her yara unutulanda
Sağ olmaz yaresi ilk mehebbetin”
Daha sonra değerli sanatçı Zeki Müren ile Ankara’da da çok karşılaştık. Saunaya çok giderdi, orada bile türkü söyletirdi. “
“Zeki Müren’in sizden dinlemeyi istediği Azeri türkülerini, hissederek çok güzel seslendiriyorsunuz. Bunun aile büyüklerinizin Azeri olmasıyla ilgisi var mı?”
“Dedemin memleketi olduğu için Azeri türküleri ailemde çok dinledim. O nedenle bu türküleri çok sever ve söylerim.
Ayrıca özgürlüğü kazanmış, vatan sevgisi büyük olan Azerilerin türküleri sevgi, özlem dolu sözlere sahiptir. Onların ezgileri vatan hasreti kokar, özgürlüğü haykırır, yüreğe dokunur. O nedenle Azeri türküleri bir başka etkiliyor.”
Türk Halk Müziği sanatçısı Seyit Al ile söyleşi sürerken, rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile sıcak karşılaşmalarını da anlatıyor:
“Cumhurbaşkanı Turgut Özal zamanında TRT bir bahar şenliği konseri düzenlemişti. TRT sanatçılarının yanı sıra dışarıdan da pek çok sanatçı vardı. Turgut Özal da bir süre için TRT binasına geldi. Çok kalabalıktık. Beni ‘Seyitim diyerek bir kucakladı. Çok büyük şerefe ulaştım.
Yine TRT binasında bir anım da Aşık Veysel ile oldu. TRT, ozanları program yapmaları için Ankara’daki taş binasına çağırıyordu. Aşık Veysel de konuk olarak geldi. Aceleyle aşağıya inerken hafifçe çarpıştık. Bana ‘Kör müsün lan’ diye espri yaptı. Çok neşeli şakacı bir insandı.”
Can Hatice, Amasya’nın Taşları, Kara Basma İz Olur, Ben Yoruldum Hayat, Dedim Kız Yaşın Nedir? Vardım Hint Eline Kumaş Getirdim gibi türküleri ve daha nicelerini bize sevdiren Seyit Al’dan, Ankara Radyosu’nda ve TRT televizyonunda bu denli tercih edilen bir sanatçı olmasının nedenini öğrenmek istiyorum:
“Evet, en çok solo program yapan solist olarak çalıştım. Sesimin gürlüğü, genişliği nedeniyle ve her yöreden türkü okuduğum için tercih nedeni oldum. Repertuarım çok genişti ve çalışkan bir solist oldum her zaman. TRT Arşivi’nde okuduğum 700 türkü mevcut, silinmemiş hâlâ duruyor.
Kendimi bildim bileli türkülere, bağlamaya aşırı düşkünlüğüm vardı. Ben doğuştan âşık ruhu taşıdığıma inanıyorum. Genlerimden geçtiğini düşünüyorum. Rahmetli babam türküleri çok severdi. Çiftliğimiz, tarlalarımız vardı. Babam radyoyu dala asar, bütün gün türkü dinleyerek, tarlamızda çalışırdı. Allah Rahmet eylesin, devri daim olsun Nurettin Çamlıdağ hayranıydı.”
Can Hatice türküsünden konuşarak söyleşiyi sürdürüyoruz:
“Can Hatice türküsünü İran Azerisi Huşeng Azeroğlu’ndan almıştım. Notalarını yazdım. Türküyü okudum, çok sevildi. Rahmetli Kemal Sunal ‘Çöpçüler Kralı’ filminde kullanmak için istedi. Sözünü, müziğini gönderdim. Filmden sonra muah, muah espri konusu oldu.
Bundan çok daha sonraki yıllarda değerli sanatçı Bülent Ersoy’un jüri üyesi olduğu bir televizyon müzik programında genç bir çocuk ‘Can Hatice’ isimli bu türküyü okumuş. Bülent Ersoy, kimden dinlediğini sormuş. Yarışmacı söylemiş. Bülent Ersoy ‘Evladım, TRT’nin bir Seyit Al’ı var. Sen O’ndan dinleyeceksin’ demiş. Arkadaşlar beni arayıp, ’Televizyonda senden söz ediliyor’ dediler. Çok mutlu oldum.”
Sıcak kanlı, samimi ancak saygılı duruşuyla herkesin sevgisini kazanmış sanatçı yıllar içinde sesini korumasını; sigara içmemesine, açık havada yürümeyi ihmal etmemesine, bol bol ses egzersizi yapmasına bağlıyor.
“Rüyada bile türkü söylüyorum” diyen değerli sanatçı Seyit Al ile yaptığım röportaj, yılların zarar veremediği, gür ve kendine özgü sesiyle;
“Dün gece yar hanesinde
Yastığım bir taş idi
Altım çamur, üstüm yağmur
Yine gönlüm hoş idi” türküsünü seslendirmesinin ardından, çevredekilerin alkışları ve sevgi seli içinde tamamlanıyor.