Dünyanın kültür beşiği olan ülkemizde binlerce yıldır var olmuş onlarca medeniyet günümüz şehirlerinin de yapısal belirleyicisi olmuştur.
Anadolu şehirlerinin yapıları, kültürel dokuları Türk yerleşimi öncesi birçok uygarlığa ait izleri taşır.
Kültür yelpazesi açısından çok güzel olan bu duruma istisna teşkil eden bir kent vardır.
O kent Kastamonu’dur…
***
Şöyle diyelim…
Henüz tarihsel ve arkeolojik anlamda çok fazla çalışma olmasa bile, Kastamonu koynunda birçok uygarlığın izlerinin taşır. Bu, ilin geneli için geçerli olduğu gibi şehir merkezi olarak da böyledir.
Evet, şehir içinde ünik, yani tek olan kaya mezarlarımız ve bir de kalemiz vardır. İki farklı uygarlıktan gelen iki ayrı tarihsel yapıt.
Ancak bunlar Kastamonu kültür yelpazesi içinde farklı ve güzel renkler olsa da,
şehrin dokusunda başka bir medeniyetin izlerini baskın çıkaracak gibi durmuyorlar.
Yani Ankara’ya gittiğinizde koskoca Ulus’u kaplayan Roma’yı, ya da İstanbul’daki Bizans’ı hissederken bu durum Kastamonu için pek geçerli değildir.
Bunun bir tek nedeni vardır; o da Kastamonu’nun kent kimliği olarak tam bir Türk şehri olmasıdır.
- ••
Kısa bir tarihsel gezi yapalım…
Kastamonu’da 1200’ler öncesinde yaşamın izlerinin olduğu aşikâr… Kaya mezarlarına ve yapıldıkları MÖ 4. yüzyıla baktığımızda bu denli görkemli mezar yaptıracak kadar kudretli insanların ocağı olduğu görülüyor.
Ancak o devrin ne mimarisi, ne de bir başka sanatı bir kent oluşumunu günümüze yansıtabilmiş.
Bunun sonrasında yaklaşık 4 yüz yıl egemenliğinde kalınan Roma’dan da kent merkezinde neredeyse hiçbir iz yok.
Gelelim Bizans’a… Evet MS 400’lerden sonra bu topraklarda. fiziksel olarak Bizans hâkimiyeti var. Ancak bu hâkimiyetin gözle görülür bir şekilde olması ve vücut bulması ise 950’li yıllardan sonrasına rastlıyor.
Durum şudur ki; Bizans İmparatoru II. Basil (İmparatorluk tarihleri: 976-1025) zamanında, devlete ve saraya büyük yararlılıklar gösteren asker soylu Komnenos ailesine, Kastamonutoprakları hediye edilir (Komnenos Ailesi’nin asıl kökeni Edirne taraflarıdır).
Bizans tarihçileri, bu toprakların Komnenos ailesine hediye edilmesinden sonra bölgeye “Castra Komnen” ismi verilen büyük bir kale inşa edildiğini, daha sonra da kentin Kastamonu olarak anıldığını bildirirler.
(Türklerle ilk olarak 1084 yılında tanışan şehrimiz, bu tarihten itibaren Bizans’a karşı hep bir uç konumunda olmuştur. Türkler tarafından kesin olarak ele geçirildiği 1210’lu yıllara kadar her iki taraf arasında el değiştiren şehrin Kastra Komnen olarak bilinen isminin, yerleşimin bu önemi nedeniyle dillerde, hafızalarda yer etmiş olması ve Bizans dilinden farklı olarak Türkçe’deki telaffuzu ile Kastra Komnen’den sonra ilk olarak Castamon sonra da Kastamon-u’ya dönüşmesi pek ala mantıklıdır… )
İşte Kastamonu’da belki de ilk kentsel nüve, kalenin kuruluşu ile oluşmaya başlar. Ancak kalenin varlığı tek başına buranın bir kent olmasını sağlamaz. Çünkü birçok tarihçinin görüşü gibi, yapılan araştırmalar da şehirde Bizans çağına tarihleyebileceğimiz kaleden başka bir şey olmadığını gösteriyor. Yani burası belki de sadece bir askeri üst olmaktan ileri gidememiş olabilir.
Kastamonu’nun bu tarihlerde Kastamonu olarak ortaya çıkmasını ve isim kökenine dair belki tartışmaları da bitirecek bu bilgiyi başka bir kaynakla daha destekleyebiliriz.
Doğu Roma yani Bizans İmparatoru Constantinus Porphyrogeniyus VII (7. Konstantin, 905-959), 948-952 yılları arasında imparatorluk dâhilindeki bölgeler ve kentlerin bir nevi envanteri olan De Thematibus et de Administratrando Imperio adlı bir kitap yazar. Bu kitapta, tüm imparatorluk eyaletleri ve onları oluşturan şehirleri sıralar. Paphlagonia, yani günümüz Kastamonu’sunun da içinde olduğu Batı Karadeniz bölgesinden bahsederken; başkent olarak Gangra’yı (Çankırı) daha sonra da Amastram (Amasra), Soram (Eflani-Akören), Dadibram (Devrek) kentleri ile Kastamonuil sınırlarından da Ionopolim (İnebolu) ve iç bölgeden de Pompeiopolim (Taşköprü) kentleri sayar.
Görüldüğü üzere 950’li yıllara ait bu listede ne Kastra Komnen ne de Kastamonu benzeri bir isim vardır… Yani kentsel bir yerleşim olarak bu tarihten yaklaşık bir 25-30 yıl sonra Kastamonu’ya bir kale inşa edilecek ve burası önemli bir yer haline gelmeye başlayacaktır.
- ••
Kastamonu, aslında kenti var edecek Türklerle 1084 yılında tanışır. O tarihten 1210’lu yıllara kadar Bizans ve Türkler arasında el değiştiren bir savaş coğrafyası olacaktır, Kastamonu.
1210’lu yılların başıyla birlikte, Emir Hüsameddin Çoban Bey ile bildiğimiz Kastamonu şehri gerçekten kendini göstermeye başlar.
Kastamonu şehrinin artık sonsuz bir yurt olacak şekilde sıfırdan inşası ise, şehrin tamamen ele geçirilişi ve Türkmen nüfusun yerleştirilmesinden yaklaşık 50 yıl sonra başlayacaktır.
Çobanoğulları Beyliği’nden günümüze kalan yapılara ve tarihlere baktığımızda şu şekildedir: Frenkşah Mescidi, Hamamı ve Türbesinden oluşan 1262 tarihli kompleks. Maalesef günümüze sadece hamam gelebilmiş durumda. Yılanlı Cami olarak bildiğimiz Ali Bin Süleyman Şifahanesi 1272 tarihli ve 1273 tarihli Atabey Gazi kompleksi. Bunların dışında Karanlık Evliya mescid ve türbesi, Atabey Medresesi, Muzafereddin mescidi, Aşıklı Sultan ve Müfessir Alaaddin türbeleri…
Şunu göstermek istiyorum; bu yapıların hepsi kamu yapısıdır.
Hastane, cami, külliye, medrese ve elbet günümüze gelemeyenlerle birlikte bir yurt edinme, bir imar etme çabasının göstergeleridir.
Yani Türkmenler, yani Çobanoğulları Beyliği, Kastamonu’yu ele geçirdikten kısa bir süre sonra burayı kadim bir yurt olarak görmüş ve günümüze gelecek olan kentsel yapısının omurgasını kurmuşlardır.
Ana karakter ise Çobanoğulları’ndan hemen sonra gelen Candaroğulları Beyliği döneminde şekillenir. Özellikle Sinan Bey Camii sınırından başlayıp İsmail Bey Külliyesi arkasında kalan tarihsel Kastamonu’yu oluşturan mahalleler ve birçoğu günümüze kadar gelen yapılar günümüz Kastamonu kentinin vücudunu ve çatısını oluşturur.
Osmanlı’ya ise bu Türkmen atalarının sıfırdan kurduğu kenti, külliyeleri ve diğer eserleriyle süslemek kalacaktır…
- ••
Kentimizi korumaktan; kültürel mirasımıza, tarihsel dokumuza sahip çıkmaktan ve bir de bunun yanında kentsel bir marka değer oluşturmaktan, bununla yola çıkmaktan bahsediyoruz.
İşte bana göre, marka değerlerden bir tanesi, anlattığımız bu konu.
Yani, Anadolu’da Türkler tarafından neredeyse sıfırdan ve kentsel bir birim olarak kurulan, yaratılan -belki de tek- bir kent olmak…
Tabi ki, ne önceki uygarlıkları, ne de onların kalıtlarını yadsıyoruz. Bu bizim kültürel mirasımızın en önemli özelliklerinden biri çünkü. Bizi dünyada değerli kılan şey. Elbette daha araştırmalar yapılacak; kentimiz içinde belki Türk yerleşimi öncesine dair kalıntılara, önemli bulgulara da ulaşılacak.
Ancak, “Kastamonu, neredeyse hem isim olarak, hem de günümüze dek yapısını korumuş birkent olarak bize Çobanoğulları ve Candaroğulları’nın mirasıdır” demek ve bunu kültürümüzü, kültürel mirasımızı korumak, tanıtmak adına lanse etmek de yanlış olmayacaktır.