Önce ifade edeyim, yazının başlığı bana ait değil. İki yıl süren salgın dönemi ile Rusya-Ukrayna savaşı tarımın ne kadar önemli olduğunu herkese gösterdi. Açlık kapıya dayanınca çare aramaya başladı insanlar. İkisi bir arada olmazmış gibi yıllarca tarım mı, sanayi mi tartışması yapıldı. Ülkemiz için her ikisi de önemliydi.
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte hızlı bir sanayileşme dönemine girdik. Savunma sanayii için Kayseri, Eskişehir ve Kırıkkale’de önemli yatırımlar gerçekleşti. Uşak, Turhal, Eskişehir, Alpullu şeker fabrikaları hizmete girdi. Sümerbank’a ait dokuma fabrikaları hızla gelişti. Karabük Demir Çelik fabrikası kuruldu. İşler iyi giderken araya II. Dünya Savaşı girdi. Savaş sonrasında stratejik öneme sahip sanayileşmenin önü kesildi.
Makineli tarıma geçerken yavaş hareket ettik. Köylerde yeterli eğitim verilemediği için insanlarımız bilgisiz kaldı. Topraklar klasik usullerle ekilip biçildi. Hayvancılık babadan kalma yöntemlerle gelişmeye çalıştı. Köylere ziraat mühendisi, veteriner uğramadı.
Dünya nüfusu hızla çoğalıyor; insanlara iş, aş bulmak zorlaşıyor. Gıda ihtiyacı en temel sorunların başında geliyor. Tarım kesimini ihmal etmenin bedeli ağır oldu. Buğday dâhil birçok tahıl ürünü dışardan geliyor. Gıdada dışarıya bağımlı olmak en büyük tehlikedir. Aynı şekilde hayvancılığımız geriledi. Güney Amerika ile Balkan ülkelerinden et için hayvan alıyoruz. Yakın zamana kadar kendi kendine yeten 7 ülke arasında adımız geçiyordu, şimdi bu özelliğimizi kaybettik.
Çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan köylünün sesine kulak verelim; onları takdir ve teşvik edelim. Yerli üretimi destekleyelim, millî gelirden daha çok pay ayıralım. Köyler boşaldı, hiç değilse mevcudu koruyalım. Köylü işini terk ederse bir daha geri dönmez.
100 yıl önce Atatürk tarımın önemini gördü, örnek çiftlikler kurdu, makineli ziraatı teşvik etti. Üreten köylüyü milletin efendisi olarak niteledi. Bunun üzerine, Kastamonu Lisesi Tarih öğretmeni İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Açıksöz gazetesinde “Türkiye’nin Sâhip ve Efendisi Köylüdür”(*) başlıklı bir makale yayımladı. Aradan yüz yıl geçti. O günkü bakışımızla bugünü kıyaslayalım. Zihniyet itibariyle bir değişim var mı acaba görelim:
“Paşa Hazretleri geçenlerde bu sütunlarda okuduğumuz nutuklarında bâlâda serlavha ittihaz ettiğimiz cümleyi aynen îrâd buyurmak suretiyle senelerden beri söylenmeyen veyahut söylenmek istenmeyen bir hakikati Büyük Millet Meclisi kürsüsünden alenen ilan etmişlerdi.
Evet, bu milletin en mühim, hatta ehem rüknü köylüdür. Her fedakârlığa katlanan, bütün millî varlığımızın, mevcudiyet-i milliyemizin üssü’l esâsını teşkil eden bu sınıf-ı muhterem, şimdiye kadar yapmış olduğu hizmet ve fedakârlığın mükâfatını asla görmemiş, daima hakîr ve zelîl tanınmıştır. Bugün pek bâriz bir hakikattir ki, bu milletin can evi köylüdür. Müstehlik sınıfın bütün masârıfatını köylü temin eder. Bütün işleri o yapar. Vatan için o çalışır, yine o hakaret görür. Ne kadar insafsız bir tezat değil mi?
Biz altı yüz seneyi mütecâviz bir zamandan beri bu hâdim-i vatan sınıfın hizmetine karşı ne yaptık? Tabii hiç… Hiçten başka onu kâbil-i hitâb etmedik. Onun elinden ekmeğini aldık, yedik, suratına bir tokat vurduk. Bütün elfâz-ı tahkîriyeyi onun yüzüne karşı söyledik.
Köylü senelerden beri hizmetinin karşılığı olan bir teşekkür bile görmemişken işte bugün Büyük Millet Meclisi Reis-i Muhteremi bu sınıf-ı mümtâzın hakkının teslimini rüfeka-i muhteremesine karşı beyan buyurmuşlar, zürrâın her vakit, her zaman şâyân-ı hürmet olduğunu ve onun hizmetlerine karşı tam ma’nasıyla mukabele edilmesini ve köylüye medyun-ı şükrân kaldıklarını alenen söylemek suretiyle asıl münevver tabakayı vazifeye davet etmişlerdir.
Paşa Hazretlerinin o mübeccel nutukları köylü için ümit verirse de asıl neticeyi temin edemez. Asıl mes’ele bize, biz münevverâna taallûk eder. Reis Paşa’nın nutukları bizi ikaz ve hatt-ı hareketimizi tayin için en iyi bir düsturdur. Şimdiye kadar mezâhim ve müşkilâtı iftihâm eden köylüyü irşâd ve tenvir ve hakkını müdafaayı ve bir kısım mütegallibenin elinde onları bâzîçe olmaktan kurtarmayı bildirmek ve ona sa’yinin mükâfâtını, semeresini toplatmak için hiçbir şey yapılmamıştır. O, altı yüz seneden beri ezilmişti. Şimdi bu vazife münevver sınıfa terettüb eder bir borç, hem de millî, vatanî bir borçtur.
Bize her cihetle muâvenet eden, bilumum husûsâtımızın te’min ve tesviyesinde bir rükn-ü mahsus olan köylüye ettiği iyilik ve hizmetinin mukâbilini vermemek kadar küfrân-ı ni’met olamaz. Cehâlet içerisinde yuvarlanan bu sınıf-ı mümtâzı düşmüş olduğu derekeden tutup çıkarmak, ona râh-ı selâmeti göstermek bize borç değil midir? Hâlbuki biz, bunların hiçbirini yapmadık ve yapmak istemedik. Hiç olmazsa bundan sonra olsun Reis Paşa Hazretlerinin nutuklarından utanarak üzerimize terettüb eden vazife-i mühimmemizi lâyıkıyla îfâ edelim. Her fırsattan bi’l-istifade onları düştükleri veya daha doğrusu düşürdüğümüz girdaptan çıkaralım. Köylü bugün hakkını müdafaa edecek ve kendi sözünü dinletecek yegâne müessesenin mektep ve maârif olduğunu anlamış ve takdir etmiştir. Bunu her vesile ile köylü ispat ediyor. Şurada, yakınımızda bizimle beraber Kütahya’dan hicret eden bir efendinin imamet ettiği Dereköyü’ndeki küçük çocuklardan sarf-ı nazar hayli yaşlılar bile kendisinden ders görerek maârifin medâr-ı necât olduğunu alenen söylüyorlarmış. Devrekâni nahiyesini dolaştığım esnada köylüden birinin, “Efendi, bize mektep yapmadığınız için dilimiz lakırdı söylemeye dönmüyor. Hakkımızı kurtaramıyoruz, ispat edemiyoruz” demişti. Bu ihtiyar köylünün karşısında duyduğum hicâbı tarif edemem.
Demek ki köylü de kabahatin kimde olduğunu anlamıştır. Ben ihtiyar ziraatçının bana, bütün münevver sınıfına atfettiği mes’uliyeti burada alenen itiraf etmek mecburiyet-i vicdâniyesinde kaldığım gibi, köylünün elindekini alarak onu kendisine esir eden mütegallibe ve muhtekirleri de insafa davet ederim.
Bu sınıf da bizim kadar ve hatta bizden ziyade bu işte mes’uldür. Köylünün efendisi olduklarını iddia ettikleri halde zavallı zürrâın elinden her şeyini alarak, onu hakir bir mevkie düşürerek kendisine borçlu bırakacak ahvâle tasaddî eden muhtekir ve mütegallibe sınıfı artık bu zavallılardan el çekmelidir.
İnşâallah bu nutk-ı mühümin netice-i fi’liyesini gören köylüden daha büyük faaliyetler göreceğiz. İnsanlar teşvik, taltif ve hüsn-i muamele gördükçe bittabi vazifelerini daha güzel ve daha samimi ve candan îfâ ederler. Köylü bizden göreceği muâveneti hiçbir zaman unutmaz ve onun karşılığını beleğân mâ belağ îfa eder; biz uhdemizdeki vazifenin ehemmiyet ve kudsiyetini idrâk ile işe başlayalım.”
————————————————————
(*)Açıksöz gazetesi, 19 Mart 1922, sayı:440.
MUSTAFA ESKİ