Müesses nizam tarafından ucuza kapatılan Türkiyeli Cumalardan bahsediyoruz. Osmanlının son döneminden günümüze süregelen, entelektüel dünyamızı kısırlaştırıp çürüten, efendi sahibin kullanışlı Cumalarından. Cumalaşmanın siyasal terminolojimize girişiyle başlayalım yazımıza.
Robinson Crusoe romanıyla meşhur olan Daniel Defoe, değişik işlere girip çıkmış, maceracı bir köle tüccarıydı. Robinson Crusoe romanı, onun öz yaşamından izler taşır. Roman kahramanı Robinson da Daniel Defoe gibi köle tüccarıdır!
Edebi değeri olmayan romanın çok tutulmasının nedenine gelelim. Romanda, batı emperyalizminin dünyanın geri kalanı üzerindeki ekonomik ve siyasi egemenliği, onaylanmaktan öte kutsanmaktadır. Batılı beyaz efendi (İngiliz) Robinson ile onun hizmetine giren Zenci Köle Cuma’nın temsil ettiği kimlikler etrafında gelişen romanın dönem okurları tarafından çok tutulması üzerinde düşünülmelidir.
Eser, İngiliz emperyalizminin güneş batmayan imparatorluğa dönüşmekte olduğu dönemin ürünüdür. Dünyanın geri kalanını sömürgeleştirmenin batı açısından doğal hak olduğu tezi işlenen romanı kısaca özetleyelim: ” Köle taciri Robinson’un da içinde olduğu gemi fırtınada kayalıklara oturur. Okyanus’un unutulmuş bir adasında 28 yıl yaşamak zorunda kalan Robinson, doğaya egemen olacak, hayvancılık ve çiftçilik yapacak, bakir toprağın sahibi olarak hakkını verecektir! Robinson, adaya çıkan kötü zencilerin infaz edeceği tutsak zencinin yaşamını kurtarıp hizmetine alacaktır. Beyaz efendi tarafından kurtarıldığı günün (Cuma) adı verilen iyi zenci de efendisine borcunu köle sadakatiyle, her buyruğunu itirazsız yerine getirerek ödeyecektir!“ Sizin anlayacağınız roman, mazlum halklara, batılı beyaz efendiye itirazsız boyun eğmeyi, hizmetinde bulunmayı, yani iyi zenci olmayı en doğru seçenek olarak sunmaktadır.
1719’da piyasaya çıkan romanın üzerinden üç yüzyıl geçmesine rağmen hala okunmasının, onlarca kez filme alınmasının nedeni, efendi köle ilişkisinin ad ve terminoloji değişse, daha yumuşak kavramlar kullanılsa da özünde halen devam etmekte oluşunda aranmalıdır.
Batı emperyalizminin, dünyanın geri kalanında ekonomik ve siyasal üstünlüğünü sürdürebilmesi, Cuma kimliğinin her dönem yeniden üretilmesinden geçmektedir. Sömürge halkları, özellikle aydınları tarafından Cuma kimliğinin benimsenmesi, dayatılan bu kimliği reddedenlerin kötü zenci/vahşi/barbar olarak kodlanması, üzerinde durulması, kafa yorulması gereken bir sorundur.
Osmanlının çöküş döneminin bu tür aydınları (sömürge münevveranı) dönem edebiyatının ve Cumhuriyet’in ilk çeyreğindeki milli edebiyat akımının sıklıkla işlediği konulardandır. Recaizade Mahmut Ekrem’in, Ahmet Mithat Efendi’nin, Ömer Seyfettin’in, Yakup Kadri’nin, Mithat Cemal Kuntay’ın roman ve öykülerinde, kimliksiz, halkıyla ortak paydalarını, aidiyet duygusunu yitirmiş karakterler olarak yansıtılırlar.
Mütareke aydınlarının Kurtuluş Savaşında tercihleri Ankara değil, İstanbul’dur. Müdafaayı Hukuk değil, İngiliz Muhipleri (dostları) Cemiyeti’dir. Yakın geçmişten ders alan Genç Cumhuriyet, eğitim kültür politikasını, Türklük duygusu taşıyan, antiemperyalist, çağdaş, laik düşünceli yurttaşlar yetiştirecek şekilde oluşturmuştu. Aidiyet duygusu gelişmiş, kimlik bunalımına düşmeyecek yurttaşlar ise milli ve çağdaş temelli bir eğitimle yetiştirilebilirdi.
Yukarıdaki paragrafta anlatılanlar yakın geçmişin, Postmodern Cumalık ise günümüzün gerçekliğidir. 29 Ekim 1923’ün temsil ettiği değerler, devletin yol haritası olmaktan çıkınca, Cumalığın yeniden yükselen değer olması kaçınılmazdı. Türkiyeli Cumaların, 3 Kasım 2002 sonrası, 29 Ekim 1923 rejim mimarisi ve bu rejimi ayakta tutan dinamiklerin tasfiye sürecine amasız, fakatsız katkıları unutulmamalıdır!
Bizim Cumaların, postmodern Silivri Engizisyonundaki tribün amigoluğu, tasfiyeye sol/liberal cenahtan verdikleri “yetmez ama evet” vizesi, Kıbrıs Türklüğüne yönelik Annan Kumpasına ;“Yes be annem” desteği, açılım ve akillik turları gibi kimi yakın dönem mesaileri, hiç kuşkusuz gelecek kuşaklar tarafından tiksintiyle hatırlanacaktır!
Av. Hüseyin Özbek
TBB Eski Başkan Yardımcısı