“İnebolu’nun 100 km. doğusundaki gözcü sabah erkenden bir zırhlı ile bir torpidobotun batıya doğru seyrettiğini fark etmişti. İşaret bayrağını sallayarak bir sonraki gözcüye durumu bildirdi. Noktadan noktaya işaretleşilerek haber Abana ve İnebolu’ya iletildi. İnebolu noktasındaki nöbetçi gözcü haberi alır almaz, tepeden aşağıya, şehre koşmaya başladı.
YAHYA PAŞA CAMİİNDE bayram namazının sonuna gelinmişti. Gözcünün haykırışı
duyuldu:
“Düşman gemileri geliyoooooooooo!”
Son selamı verip ayaklandılar. Müftü “Ey cemaat..” dedi, “..tehlike savuşunca bayramlaşırız.
Şimdi yalıya koşalım!”
Cemaat yalıya aktı.
Kayyım İnebolu sokaklarına daldı:
“Ey ahaliiii, düşman gemisi bastırmadan yalı boşaltılacaaak! Allahını, vatanını seven
imeceyeeee.!”
Bayram unutuldu.
Pratik subaylar çabucak bir düzen kurdular. Birkaç yükleme yeri belirlendi. Taşıma başladı.
Bütün İnebolu yalıya toplanmış, evlerde yalnız çok yaşlılar, hastalar, hamileler ve bebekler kalmıştı. Bayramlık giysilerini giymiş herkes sıraya girdi: Kaymakam, Belediye Başkanı,müftü, öğretmenler, memurlar, zanaatkarlar, esnaflar, kayıkçılar, subaylar, erler, yaşlılar, kadınlar, gençler.. Bir gün önce İnebolu’ya inmiş olan subaylar, usta ve işçiler de koşup yardıma geldiler.
Yüzünden ter fışkıran bir subay, tek kişinin taşıyamayacağı ağır sandıkların kapaklarını
zorlayıp açıyor, mermileri tek tek yeni yetme kızlarla oğlanlara uzatıyordu:
“Dikkatli olun, düşürmeyin ha!”
Hiç düşürürler miydi? Hepsi bir merminin ne kadar değerli ve tehlikeli olduğunu çoktan
öğrenmişti. Yaşlı kadınlara makineli tüfek şeridi, tüfek gibi hafif şeyler veriliyordu. Onlar da bunları kollarında, torunları gibi sakınarak taşımaktaydılar. Zafer Kemal, jandarma çavuşuna, “Köylere haber sal..” dedi, “Ne kadar araba, kağnı varsa, Yarbaşı’na gelsin. Sandıklarla açık mermileri birikmeden İkiçay’a atalım!”
Az sonra .. atlı köylere uçacaktı.
Genç erkeklerin bir kısmını da Yarbaşı’na gönderdi. Bunların görevi sandıkları taşıyanların sırtından dikkatle yere indirmek, sonra da arabayla İkiçay’daki cephaneliğe taşınmasını sağlamaktı.
Merdivenli yolun yarısından, sandık ve çıplak mermi taşıyanlar dikkatle tırmanıyor, öbür
yarısından, yükünü. bırakanlar koşar adım iniyordu. İnebolu soluk soluğaydı. Arada bir çığlığa benzer yakarışlar duyuluyordu:
“Hızlı! Allah aşkına daha hızlı!”
Yakın köylerden arabalar gelmeye başlamıştı. Yarbaşı karınca yuvasına döndü
Sonunda korkulan oldu. İki savaş gemisi, homurdanarak İnebolu önünde belirdi. Fazla
yaklaşmadan, açıkta durdular. Yalı boyuna dağ gibi yığılmış mermi sandıklarını görebilecek uzaklıktaydılar.
Lanet olsun!
Kılkış’tan denize indirilen beyaz bayraklı çifte bir kayık yaklaşmaya başladı. İskeleye
yanaşacağı anlaşılıyordu. Yarbay Nidai ve Kaymakam iskelenin ortasına kadar ilerlediler. Bir Yunan deniz subayı iskeleye çıktı. Birbirlerine doğru birkaç adım atıp durdular. Askerce selamlaştılar. Subay mermi sandıklarından yana bir göz attı, bir şey demeden bir zarf uzattı.
Döndü
Kayık uzaklaştı.
Kaymakam, Belediye Başkanı, Nidai, Zafer Kemal, Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Hasan Fehmi Bey, Neyyir Bey, Müftü Kayıkçılar Kahyası İlyas Kaptan, bazı kaymakamlık ve belediye ileri gelenleri iskelenin başında biraraya geldiler. Zarfın içinde Fransızca yazılmış kısacık bir Ültimatom vardı. Kaymakam kaygıyla okudu ve açıkladı:
“Komutan bütün silah ve cephaneyi teslim etmemizi istiyor. İki saat mühlet vermiş.
Cevabımızı almak için kayık yeniden gelecekmiş. Teslim etmezsek şehri bombalayacaklar.”
Bir sessizlik oldu. Zafer Kemal öfkeden titreyerek, “Teslim edecek miyiz beyler?” diye sordu.
Hepsi birden silkinip isyan ettiler:
“Hayır!”
“.Öyleyse ne duruyoruz? Yaşlıları, hastalan, çocukları hemen İkiçay’a yollayalım. Sandıkları taşımaya devam edelim.”
“Haydiiii!”
Ortalık karıştı, her şey dehşetli hızlandı. Evler boşaltıldı. Sessizliğin yerini emirler,
haykırışlar, çocuk ağlamaları, beddualar aldı. Zaman insafsızca akmaya başladı.
İki saatin dolmasına az kalmıştı. Yalıda iki yüzden fazla sandık vardı daha. Nidai, Zafer
Kemal’e, “Ben tepeye çıkıyorum..” dedi, “..kalan sandıkları yukarı göndermeye zaman
yetmezse, taş binalara, mahzenlere taşıt. Kadınları da artık uzaklaştır. Ateş açılmadan siz de yukarı gelin.”
Yarbaşı’na çıktı, ilerdeki fundalıklı tepeye geldi. Burada eski model toplardan kurulu bir
batarya bulunuyordu.
“Topları atışa hazırlayın..” dedi, “..sahte toplan da çıkarıp yerleştirin. Belki gemilerin
yaklaşmasını önleriz.”
Sahte toplar çıkarıldı. Bunlar, ziftle boyanmış .. uzunca soba borusu ile yine zifte bulanmış uzun ve yuvarlak bir çam gövdesiydi. Fundalıkların arasından, çapraz ayaklara yerleştirilerek top namluları gibi uzatıldılar.
Süre dolmuş, kayık Kılkış’tan ayrılmış, yaklaşıyordu.
“Şunun önüne bir mermi savurun bakalım. Cevabımızı öğrensin.”
İlk mermi motorun hayli uzağına düştü. Ama ikinci mermi geliş yoluna rastladı. Havaya başı köpüklü bir su sütunu yükseldi. Kayık hızla geri döndü Subay emekli topu okşadı:
“Aferin güzelim.”
Nidai dürbünle baktı. Karadaki topların atış mesafesi dışında kalmaya dikkat eden Kılkış’ın ön direğine kırmızı bir flama çekiliyordu.
“Ateş flaması çektiler. Bombardımana başlayacaklar.”
Geminin uzun menzilli iki topu gürledi. İlk mermiler denize düştü Beşinci mermi yalıya
isabet etti. Birkaç büyük sandal parçalandı.
Ateş giderek yoğunlaştı.108
Kılkış bir süre sonra ateşi kesmişti. Nidai terini silerek, “Şehirde ciddi bir hasar olduğunu sanmıyorum..” dedi, “..ama galiba çok kayık kaybettik.”
Sahte toplardan birini tekmeleyerek devirdi:
“Allah kahretsin!”
Erlerden biri, “Gidiyorlar” dedi.
Gemiler batı yönünde uzaklaşmaktaydı.
“Cehenneme kadar yolları var.”
Koşar adım Yarbaşı’na geldi. Erkeklerin bir kısmı burada kalmıştı. Yüksek sesle, “Daha
tehlike geçmedi..” dedi, “..şehri boşalttığımızı anladılar, şaşırtmaca veriyorlar. Her an geri gelebilirler. Akşama kadar hiçbiriniz şehre dönmeyin!”
Genç bir subayı Yarbaşı’na dikti:
“Ben izin vermedikçe kimseyi aşağıya salma!”
“Başüstüne.”
Zafer Kemal’le koşarak yalıya indiler. İkisinin de gözleri yaşardı. Kayıkların yarıdan çoğu
kullanılmaz hale gelmiş, iskele çökmüş, birkaç ev isabet almıştı. Zafer Kemal, “Yeni cephane gelse, çok zorda kalırız..” diye inledi, “..en uygun liman burasıydı.”
Nidai, “İşgalci devletler, ilan ettikleri gibi sahiden tarafsız olsalardı..” dedi, “..Yunan
donanmasının İstanbul’u üs olarak kullanmasına izin verirler miydi? Bu insanlar kendilerine uygar, başkalarına vahşi.”
“Hakkın var. Beyaz yamyam bunlar!”
Sağlam kayıkların bir kısmını içerilere, sokak aralarına çektirdiler. Sonra yürüyerek hayli
içerdeki İkiçay’a geldiler. Halk İkiçay’ın kıvrımlarına sığınmıştı. Oyun oynayan çocukların
sesleri çınlıyordu. Yakın köylerden kağnılar gelmiş beklemekteydi. Vakit kaybetmeden
sandıkları kağnılara yüklediler. Bir kağnıyla ancak orta büyüklükte bir sandık ya da küçük iki sandık taşınabiliyordu. Taşıma gücü bu kadardı. Orduda çalışır durumda birkaç kamyon vardı ama hepsi cephedeydi.
“Haydi selametle anam, selametle bacılar!”
Kolbaşı yaşlıca, yanık yüzlü bir kadındı, “Haydi!” dedi. Kağnı kolu iki atlı jandarma eşliğinde yola çıktı.
Yarbaşı’nda bekleyenler, başlarında Müftü, ikindi namazını kılmak için şehre inmek istediler. Subay yollarını kesti.
“Biliyorsunuz, Komutan şehre girmeyi yasak etti.”
Müftü “Hele beni bir dinle oğul..” dedi, “..ev yıkılsa yapılır. Ama cephane elden çıksaydı ne yapardık? Bir mermi bile ziyan olmadı, hepsi kurtuldu. Şimdi izin ver de, Allah’a şükür borcumuzu ödeyelim.”
Bakıştılar.
Genç subay saygıyla çekilip yol verdi.
Cemaat Yahya Paşa camiine girerken Kılkış ve Panter birdenbire geri döndüler. Uyarı
çığlıkları yükseldi. Subay cemaati geri çevirmek için koştu ama yetişemeden ilk mermi düştü.
Şiddetli bir patlama duyuldu. Camiye girdiği zaman namaz başlamıştı. Tekbir getirerek secdeye kapanmaktaydılar. Bir an duraksadıktan sonra o da sessizce en arkadaki safa katıldı.
Ara vermeden, mermi ıslıkları ve boğuk patlama sesleri içinde, cami titredikçe dökülen sıva parçaları altında, sükunetle namaza devam ettiler.