Anadolu’nun kuzey bölgesinde zümrüt yeşiliyle bezeli Ilgaz Dağı’nın eteklerinde, Karaçomak deresinin iki yakasında dilsiz, kimsiz, kimsesiz bir başına bekleyen ata yadigârı; şehitler, gaziler, muhlis insanlar diyarı Kastamonu’m.
1304-1369 yılları arasında yaşamış olan ünlü seyyah İbn Batuta Kastamonu’ya gelir. Şehre geldiğinde Candaroğlu Süleyman Bey hükümdardır. Kendisi kırk gün misafir edilir. Ünlü seyyah, seyahatnamesine Kastamonu’yla ilgili izlenimlerini aktarırken piyasa fiyatlarından da söz eder. Gezdiği, dolaştığı bunca ülke içinde bu şehir kadar ucuzluğun hâkim olduğu başka bir yere rastlamadığını hayretle ifade eder ve Kastamonu’yu Anadolu’nun en büyük, en güzel beldelerinden biri olarak niteler.
İbn Batuta’nın yaşadığı, birçoklarına seyahatler yaptığı Anadolu’da Canik Beyliği, Dulkadiroğulları Beyliği, Germiyanoğulları Beyliği, Karamanoğulları Beyliği, SaruhanoğullarıBeyliği, Osmanoğulları Beyliği gibi Beylikler hüküm sürmekteydi.
Kastamonu tarihin daha sonraki süreçlerinde Osmanlı’nın Sinop’tan başlayarak İstanbul sınırlarına dek uzanan coğrafyasının eyalet merkezi olarak yaşayışını sürdürdü. Butarihlerde Karadeniz’den Anadolu’ya açılan kapı konumunda bulunan Kastamonu’nun kervan yolları üzerinde yer alması tarımın, küçük el sanatlarının gelişmesine yol açmış, ekonomik gelişmenin de önünü aralamıştır. Bu gelişmeler 1920’li yıllar sonrası yeni yönetimle birlikte oluşturulan yeni koşullara uzak kalmış, sürekli gerilemiştir. Tarımın, küçük el sanatlarının (bakır, dokuma, deri işlemeciliği vb.) yeterli görülmediği Cumhuriyet Döneminde devlet ve özel sektör kolları sıvamış, büyük yatırımları programlarına almışlardır. Bu meyanda Taşköprü Kendir Fabrikası (kurulmaya başlandığı tarih:1946), Kastamonu Şeker Fabrikası (1963), sahil ilçelerinde orman ürünleri işleme fabrikaları, Tosya’da dokuma atölyeleri, merkezde Tuğla Kiremit Fabrikası görülebilir.
Yapacağımız bu söyleşimizde, çekirdeği 1892 yıllarında atılan ve 1927 yılında vilayete bağlı Ticaret Müdürlüğü haline getirilmiş olan Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası Üyeleri’nin fikir birlikteliği oluşturarak çok ortaklı kurmaya çalıştıkları “Kastamonu Yerli Mahsuller Ticaret ve Sanayi A.Ş’nin (YEMTİS) “ kuruluşuyla ilgili bugüne dek bilinen ve bilinmeyen öyküsünü en yakın tanığıyla konuşacağız.
Sayın Sadık Metin Boyacıoğlu ile geçmişte yaptığımız bir söyleşide ağabeyi Şekip Boyacıoğlu’nun Yönetim Kurulu Başkanlığını üstlendiği Kastamonu Tuğla Kiremit Fabrikası’nın kuruluşuyla ilgili bazı sorular yöneltmiş, karşılığında da bu konuyla ilgili bir söyleşi yapabiliriz sözünü almıştım. Bu konuşmamızın sonrasında apansız ortaya çıkıveren Covid-19 salgını yapacağımız söyleşiyi ertelememize neden olmuştu.
Gündönümü sonrasıydı. Kayınpederim Hasan Kaşoğlu ailesinin kapı bir komşuları Boyacıoğlu ailesinin üyesi olan Sayın S. Metin Boyacıoğlu, Şamlıoğlu Sokağında bahçeyle çevrili konağına beni eşimlebirlikte davet ediyor. Konağın her bir bölümüne baktığınızda yaşanmışlıkların anılarını görmeniz mümkün. Eşi Fehamet Hanımefendi ve eşim geçmişin uzun yolculuklarına yürüdüklerinde biz de çalışma masasında söyleşiye başlıyoruz.
İlkin kısaca ailesinden söz etmesini istiyorum Metin Bey’den. Metin Bey tane tane anlatıyor, ben de anlatılanlardan payıma düşenleri alıyorum.
“Ataerkil bir aileden geliyorum. Dedem, babamın babası Hafız Sadık Efendi Kastamonu’ya gelmiş yerleşmiş. Aile’nin en büyüğü, hâkimi, hamisi oydu. Onu ‘Efendibaba’ yakıştırmasıyla tanıdım. Saygın, mutlak sözüne itibar edilir bir kişiliği vardı.
Aile kurumumuzda pederşahi bir yapı söz konusuydu. Babam Hacı İsmail Bey’in (1899-1977) aile içinde otoriter bir konumu vardı. Sözü mutlaka dinlenir, isteği ne ise mutlaka yerine getirilirdi. Ailede biz, üç erkek bir kız dört kardeştik. Tüm kardeşler önce mahallemizdeki Murat Bey ilkokulunu (Gazipaşa) sonra da Kastamonu Lisesi’ni bitirmiştik. Atıf Ağabeyim, Yüksek Mühendis Okulunu bitirdikten sonra Ankara’da Karayolları Genel Müdürlüğünde işe başlıyor. Görevinde aşama kaydedip Karayolları Genel Müdür Yardımcılığına dek yükseliyor.
Şekip Ağabeyim, Kastamonu Lisesi’ni bitirdiği 1943 yılında İstanbul Yüksek Ekonomi ve Ticaret okuluna giriyor. Mezuniyeti sonrası Erzurum’da yedek subay olarak askerlik hizmetini tamamlayıp Kastamonu’ya dönüyor. Yıldız Ablam Kastamonu Kız Orta Mektebini bitirdikten sonra halasının oğlu Adnan Konyalı ile evleniyor.
Ben de Atıf ve Şekip Ağabeylerim gibi önce Murat Bey ilkokulunu sonra da 1959 yılında Kastamonu Lisesi’ni bitirdim. İstanbul’da sınavına girdiğim Yüksek Denizcilik Okulu’nun sınavını kazandım. Ankara’da sınavına girdiğim Siyasal Bilgiler Fakültesini de kazanınca tercihimi bu okuldan yana kullandım. O yıllarda her üniversite, öğrencisini kendi yaptığı sınavla alırdı. Bu sınavı kazanan öğrencilerin isimleri İstanbul’da basılan ulusal gazetelerde yayımlanır, öğrenciler sonuçları bu gazetelerden öğrenirdi.
Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdikten sonra Anadolu’nun çeşitli ilçelerinde Kaymakamlık yaptım. Ticarete atılıp işadamı olma isteğim vardı. Ağabeyim Şefik Boyacıoğlu’nun ani vefatı dolaysıyla ticarethanemizde yorulan babamız İsmail Boyacıoğlu’na destek vermek gayesi ile kaymakamlıktan istifa ederek Kastamonu’ya döndüm. (1964-65) 19 yıl bilfiil ticaretle uğraştım. Çocuklarımın tahsil hayatını düşünerek ticaret hayatını noktaladım. Ailemi İstanbul’a taşıdım. Yasa gereği beş yıl içinde kaymakamlığa dönemediğimden bu kazanımımı yitirdim ve dokuz yıl Pendik Özel İdare Müdürlüğü yaptıktan sonra 2005 yılında emekli oldum.”
Metin Boyacıoğlu aile üyeleri hakkında kısa tanıtımını bitirdikten sonra duraksadı. Yaptığımız söyleşiye henüz yeni başlamıştık ve daha soracağım birçok soru vardı. “Metin Bey” dedim,“Siz ve kardeşleriniz Kastamonu Lisesi mezunusunuz. Kastamonu Lisemiz, ilimiz ve komşu iller için çok önemli, çok değerli eğitim kurumu. Öğrenciliğinizle ilgili vereceğiniz bilgileri, anıları gelecek kuşaklara aktarmak için neler söylemek istersiniz?”
“1950’li yıllarda Ortaokul ve Liseler aynı çatı altında 7 yıl (3+4) eğitim görürlerdi. Kastamonu Lisesi orta kısmında okumaya başladığım yıl Okul Müdürümüz Esat Onatkut Beydi (50-53) Daha sonraki yıllarda Cemal Ustaoğlu’nun (53-55), Adil Tol’un (55-58) ve Hasan Demir’in(59-60) müdürlük yaptıklarını hatırlıyorum.
Okulumuzda her dersin ayrı bir mekânı vardı. Ders programına göre hangi dersimiz var ise o dersin sınıfına giderdik. Resim ve müzik derslerimizi tarihi binada uygulamalı çalışırken, fen dersleri olan fizik, kimya ve biyoloji derslerini de laboratuvarda işlerdik. Okulda ilk resim öğretmenim Fethi Kayaalp Bey olmuştu(47-53) Fethi Bey’den sonra Sabri Akça’nın (58-69) geldiğini hatırlıyorum. Her iki öğretmenimizde gelecekte sanat dünyasında isimlerini duyurmuş şahsiyetler olmuştu.Nedim Özuçan’dan önce müzik öğretmenimiz olan Mehmet Rıza Akün (36-58) aynı zamanda Fransızca Öğretmeni idi. Babamların akrabası olduğu için sonradan ‘Boyacıoğlu’ soyadını almıştır. Ben İngilizce sınıfına ayrıldığım için Mehmet Rıza Bey sadece müzik derslerime gelirdi. Kendisi çok güzel keman çalardı. Öğretmenimizin üç kızı hayattadır. Diğer Müzik Öğretmenimiz M. Nedim Önuçan(53-61) müzik bilgisi ve becerisi bakımından donanımlı öğretmenimizdi. Bugün okul öğrencilerinin söylediği Kastamonu Lisesi Marşını bu öğretmenimiz bestelemiştir. Liseye geçtiğimiz zaman Edebiyat Öğretmeni olarak Mehmet Sabri Alagür55-63) geldi. Daha sonraki yıllarda okul müdürlüğü de (60-63) yapan öğretmenimiz bizlere edebiyat sevgisi veren, şiir ve kompozisyonda başarılı olmamızı sağlayan değerli bir öğretmenimizdi. Rahmetle anıyorum. İngilizce Öğretmenimiz ZûlalŞuşut (52-59) disiplinli ve başarılı bir öğretmendi. Onun bizlere öğretmiş olduğu lisan ile üniversite eğitiminde ön sıralarda yer aldığımı hatırlıyorum. Lisede edindiğim İngilizce ile fakültede başarılı bir öğrenci oldum. Biyoloji Öğretmenimiz Fahire Yenal (56-67) Doçentlik kariyerini yapmış bir öğretmenimizdi. Üniversite düzeyinde ders işlerdi. Tarih Öğretmenimiz Ömer Kemal Ağar’ın (44-66) bir ders anlatışı vardı ki kendinizi olayların içinde yaşıyor bulurdunuz. Coğrafya Öğretmenimiz Niyazi Beydi. Biz öğrenciler kendisine ‘Kalender’ ismini takmıştık. Bir dersinde ismi Şenol ya da Seçkin olan arkadaşımızı tahtaya kaldırmıştı. Dersin konusu olan İsveç’in başkenti Stokholm’ü harita üzerinde göstermesini istedi. Arkadaşımız epey bir süre aradıktan sonra California’nın başkenti Sacramento’yu işaret etti. Kalender öğretmenimiz çok öfkelendi. ‘Desene’ dedi arkadaşımıza,‘Stokholm California’daysa haritayı basanlar neden yanlış yere koydular.’ Tarih Öğretmenimiz Muhlis Kordoruk’un (56-61) otoriter bir kişiliği vardı. Öğrenciye hakkı ne ise onu verir, hiç müsamaha göstermezdi. Arkadaşlarımız bazı zamanlar çocukça davranışlarda bulunurlardı. Yine bir gün böyle bir davranışta bulundular. Ayakkabılarının izlerini sınıf tavanına çıkarttılar. Ders Öğretmeni Muhlis Bey aniden sınıfa girdi, yapılanları gördü. Bir süre sustu kaldı. Herhalde ne söyleyeceğine bir türlü karar veremiyordu. Sonra kızgınlıkla “Tavanda hangi hayvanlar yürüdü de izlerini bıraktı” dedi. Bir süre sonra belli ki söylediğinden pişman olmuştu. ‘Hangi feşel çocukların işi bu’ demiş, ifadesini yumuşatmıştı.
Fizik Öğretmenimizle laboratuvarda deneyler yapardık. Kimya Öğretmenimiz Şahinaz Topcu idi. (55-65) Topluca bir hanımdı. Rahatsızlığı mı vardı,bilmiyorum;derslerinde uyuklardı. Uyandığında gürültü yaptığımız gerekçesiyle bizleri azarlardı. Okulumuzda müdürlük yapmış olan Esat Onatkut’un (50-53) başlattığı ve bizim mezuniyetimize kadar süren bir etkinlik vardı. Öğrencilerin hazırladığı ve her cumartesi günü sunulan bu etkinlikte piyes, monologlar, müzik gösterileri ve şiir dinletileri düzenlenir, veliler de çağrılırdı. Bu etkinliklere birkaç kez fıkra anlatımıyla katkıda bulunduğumu hatırlıyorum. Bizlerden sonra bu tip etkinliklerin azaldığını olduğunu duymuştum. Öğrenciliğimizde il merkezinde Kız ve Erkek Sanat Enstitüleri vardı. 1957 yılında Ticaret Lisesi açıldı.
Okulumuzun yatılı olması dolayısıyla çevre il ve ilçelerden öğrenciler gelirdi. Yatılı öğrencilerin birbirleriyle olan ilişkileri daha sıcak, samimiydi. Yaptıkları şakalar daha naifti. O günlerin çok tatlı anıları vardı ama yıllar eskidikçe anıları da eskitti birçoğunu unutarak yitirdik.”
Metin Bey, öğrencilikle ilgili anılarını sıralamıştı. Sağ olsun eşi Fehamet Hanımın sunduğu çaylarımızı yudumlarken “biraz dinlenelim” dedi. Çaylar yudumlanırken eski komşuluk ilişkilerinden, anılardan söz ettik. Konakların sicilinde sararmış anılar bir bir didiklenmeye başlanıldı. Bir süre sonra Metin Bey’le dinlenmiş olarak çalışma masamıza döndük.
Söyleşimizin asıl konusunu oluşturan tuğla kiremit fabrikasının kuruluş öyküsüne artık başlayabilirdik. “Metin Bey” dedim “Fabrika’nın kuruluş öyküsünü siz anlatın bende notlarımı alarak geleceğe bırakmak üzere resmileştirelim.”
Metin Bey, anlatmaya başladı:
“O yıllarda şehrimizde kayda değer bir sanayi tesisi yoktu. Dokuyucu ve Dokutucu (Dokuyan ve Dokutan) kooperatifi, el emeği yöresel tekstil ürünlerinin üretimi ve pazarlanması için kurulmuş, piyasayı bir nebze olsun canlandırmış, ancak girişimcilerden Kuddisi Akay’ın (57-60) Belediye Başkanı olması nedeniyle kapanmıştı. Bu sıralarda merkezi idare tarafından Şeker Fabrikası (1963) kurulmaya başlanmış, bu teşebbüs tarımla uğraşan çiftçiler ve iş arayanlar tarafından sevinçle karşılanmıştı. Bu yatırımın şehirde yarattığı enerji ile özel sektörde Kastamonu’da bir sanayi tesisi bulunmasını ve istihdam sağlanmasını sık sık dile getiriyordu. Bu konuda Ticaret Odası ve Esnaf Kefalet Kooperatifinde toplantılar yapılmış, birçok ilginç fikir ortaya atılmıştı. Neticede ağabeyim Şekip Boyacıoğlu’nun teklifi ile şehrin tanınmış tüccarları; Mehmet Haseki, Baha Ataoğuz, Alâettin Himmetoğlu, Eczacı Cemal Daniş Karadeniz, Sebahattin Celenligil, Remzi Uliç, Ali Keserci gibi isimler bir araya gelerek “Kastamonu Yerli Mahsuller Ticaret ve Sanayi A.Ş” yi kurup, 1961 yılında ticaret siciline tescil ettirdiler. Üyeler şirketin başkanı olarak Şekip Boyacıoğlu’nun bulunmasını uygun gördüler.
1925 Kastamonu doğumlu olan Şekip Boyacıoğlu 1946 yılında İstanbul Yüksek Ticaret Okulundan mezun olup, yedek subaylığını Erzurum’da tamamlamış, 1948 yılında Kastamonu’ya dönerek kantariye ticareti yapan babası İsmail Bey’e yardım amacı ile firmayı kendi üzerine almıştır. O yıllardaşehirde serbest ticaretle uğraşan üniversite mezunu parmakla gösterilirdi. Bu nedenle Şekip Bey’e destek veren, başarılı olmasını isteyen pek çok hemşerimiz vardı. Zaten kendisi de toptan ve perakende ticarette yükselmiş, firmayı kendi alanında üst seviyelere taşımıştır.
Şehrin ileri gelen kişileri ve Kastamonu kamuoyu bu teşebbüsü memnuniyetle karşılamış, manevi destek sağlamış ve şirkete belli bir miktar koyup ortak olarak maddeten de teşvik etmişlerdir.Ancak ortakların çoğunluğu ticaret erbabı veya çiftçi oldukları için bilfiil şirketin işleri ile ilgilenememişlerdir. Genel Kurul yapmış olduğu toplantısında, Şekip Boyacıoğlu Yönetim Kurulu Başkanı seçildiği için bütün faaliyet ve sorumluluğun Şekip Bey üzerinde toplandığı düşünülmüştür.
1961 yılı haziran ayında Nasrullah Meydanı, Gayret Kitabevi önüne konulan karatahta da şirketin sermayesinin ‘Bir milyon liraya’ baliğ olduğu şehir halkına ilanen duyurulmuştur. O yıllarda bu rakam, büyük bir sermayeyi ifade etmekte idi. Sadece bu açıklama kamuoyunun fabrika kuruluşuna olan ilgisini göstermektedir. Şekip Boyacıoğlu, şirket yönetimi tarafından kendisine verilen ve sorumluluk taşıyan görev üzerine, hem kendi ticari faaliyeti ve hem de şirketin işleri ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Hatta Maliye’ye ibraz etmek zorunda olduğu firmanın ve şirketin muhasebe defterlerini de bizzat kendisi tutardı. Bu sıralarda şirket yönetim kurulu aldığı bir kararla şirketin isminde ‘Yerli Mahsuller’ibaresi yer almasına rağmen Kastamonu’da bir kiremit ve tuğla fabrikası kurulmasına karar vermiştir. Ancak bu teşebbüs için şirketin hiçbir yönetim kurulu üyesine görev verilmemiştir. Bütün faaliyet ve sorumluluk Yönetim Kurulu Başkanında kaldığı için Sabahattin Çelenligil ücret karşılığı şirket müdürü olarak istihdam edilmiştir. Projelendirilen tesis için Amerika’dan getirilen uzmana toprak analizleri yaptırılmış, Taşköprü yolu üzerindeki sonuçlar olumlu çıkmıştır. Fabrika için Taşköprü yolu üzerinde, şehre beş kilometre mesafedeki Beypınarı mevkiinde arazi satın alınmış ve tesisin kuruluş çalışmaları başlatılmıştır. Bu esnada Ticaret ve Sanayi Odası seçimleri yapılmış, Şekip Bey Oda Meclis Başkanlığına seçilmiştir. 1962 yılı fabrikanın kuruluş çalışmaları ile geçmiştir. İşçi istihdamı ve yurt dışından ithal edilen makinelerin fabrika sahasına intikali için Mahkemealtı Çarşısı’nda bir büro kiralanmıştır. Fabrikanın elektrik motoru ve önemli aksamları İtalya’dan ithal edilmiştir. Ancak makineler gümrükte beklerken hükümet tarafından alınan bir kararla doların rayiç bedeli 2.80 liradan 14 lirayae çıkarılmıştır. Kurdaki bu artış fabrikanın kuruluş maliyetini önemli ölçüde etkilemiştir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen şirket, T.C Ziraat Bankası, T. Emlâk Kredi ve T. Ticaret Bankalarından sanayi kredisi alarak 1963 yılı başlarında fabrikayı çalışır bir duruma getirmiştir. Bu arada şirket yönetimini teşvik ederek ve en yüksek meblağda kredi vererek tesisi destekleyen Kastamonu Ziraat Bankası Müdürü Mehmet İçelli’yi rahmetle anmak isterim.
21 Nisan 1963 tarihinde Beypınarı’nda bulunan fabrikada deneme üretimi yaptırmak için mahalline arkadaşları ile gelen Şekip Bey ani bir kalp krizi geçirmiştir. Birlikte geldikleri Kemal Öziş ve Baha Ataoğuz’un yapmış oldukları bütün müdahalelere rağmen bu krizi atlatamamış, Devlet Hastanesi’ne sevk edilmi,ş fakat maalesef hayata döndürülememiştir. Şekip Boyacıoğlu’nun bu ani vefatı şehirde büyük üzüntüye sebep olmuştur. Vefat dolayısıyla başarılı bir deneme üretimi yapmış olan fabrikanın faaliyeti durmuş ve tazminatları verilerek işçileri çıkarılmıştır. Kiremit ve tuğla imalatının devam etmesi için yapılan genel kurulda hiçbir üye bu sorumluluğu üzerine alarak başkan olmayı kabul etmemiştir. Bu suretle iyi niyetle başlanmış ve şehirde bir iş sahası açıp istihdam sağlayacak olan teşebbüs sonuçsuz kalmıştır. Rahmetli ağabeyim Şekip Bey çocuksuz olarak vefat ettiğinden YEMTİS’ e ait banka kredi borçlarının büyük kısmı eşi ile babam İsmail Bey’e ve annem Ayşe Hanım’a intikal etmiştir. Vasilerin gayrimenkullerine alacaklı bankalar tarafından haciz konulmuş ve takip işlemleri başlatılmıştır.1963 yılının ikinci yarısında yapılan bir İl Genel Meclis toplantısında kimi üyeler Kiremit ve Tuğla Fabrikası’nın İl Özel İdaresi tarafından satın alınmasını teklif etmişlerdir. İl Genel Meclis Başkanı olan Vali Necdet Yalçın, konuyu uzmanlara incelettirmiştir. Daha sonra İl Genel Meclisi bankaların kredi faizlerini sıfırlamaları ve borçları idare tarafından karşılanmak şartı ile fabrika ve bulunduğu arsayı satın almaya karar vermiştir.
Bu anlatı arasında söz alıyorum. Tuğla ve kiremit fabrikasıyla ilgili 1967 yılında yayımlanan Kastamonu İl yıllığının 298’inci sayfasında yer alan yazıdaki bilgileri paylaşıyorum. Bu yazıda şu bilgilere rastlıyoruz:“1961’de Kiremit Fabrikası işletmeye açılmış, fabrika çalıştırılamadığından kapanmıştır. Kapanma nedeni olarak sermaye darlığı gösterilmektedir. YEMTİS Şirketinin özel teşebbüs olarak yaptırdığı bu fabrika şimdi Özel İdare tarafından satın alınmış, çalıştırılmaya başlanmıştır. Halen fabrika çakışır durumdadır. Fabrika yılda 300 günçalışacak bu süre içinde 4 milyon tuğla, 3 milyon kiremit yapılacaktır. Çift vardiya halinde çalıştırılınca bu üretim iki katına çıkabilecektir.”
Verilen bu bilgilerden anlaşılacağı üzere idarenin bu fabrikayı çalıştırmak üzere bazı girişimlerde bulunmuş olduğunu görüyoruz.
Bu bilgiler sonrası sözü tekrar Metin Bey’e veriyorum. Anlatımını sürdürüyor:
“1980’li yıllarda ise tesis birkaç defa daha kiraya verilmiş fakat olumlu bir sonuç alınamamıştır. Bunun üzerine fabrikanın makineleri ve binası idare tarafından ayrı ayrı satışa çıkarılmıştır. Bu acı deneyim önemli yatırımların tek kişinin şahsi çabası ile değil birbirleri ile anlaşabilen ekip tarafından yapılması gereğini ortaya çıkarmıştır. Günümüzde başarılı olan şirketlerin birçoğu aile fertlerinden veya grubun başında bulunan idarecisinin yokluğunda bayrağı taşıyıp, daha ileriye götürecek ortakların mevcudiyeti ile başarılı olmaktadır.”
Verdiği bu kıymetli, tarihi bilgiler için Metin Boyacıoğlu Bey’e çok teşekkür ediyorum. Ve bu konuya atfen anlatacağım bir anımla sonlandırıyorum. Kastamonu’nun ileri gelen birkaç işadamıyla çay içmek üzere buluşmuş, söyleşiyorduk. Sözlerimiz döndü dolaştı Kastamonu’nun neden geri kaldığı üzerine geldi, takıldı. İşadamlarımızdan biri sözü alarak şu örneklemeyi yaptı: “Siz” dedi masada oturanlara “Trabzon halkoyunlarını hiç gördünüz mü?” “Gördük” dedik hep bir ağızdan. “Peki, nasıl oynuyorlar?” İşadamı dostlardan biri yanıtladı “Birbirlerini kollarıyla sıkıca sarıyor, sonra da tepiniyorlar.” “Peki” dedi işadamımız “Adıyaman, Diyarbakır, ya da Antep halkoyunlarını gördünüz mü?” “Gördük” dedik az önce verdiğimiz yanıtımız gibi bir ağızdan. “Peki” demesine fırsat bırakmadan “Onların halk oyunları da omuz omuza ve birbirlerinin ellerini tutarak oynuyorlar” dedi genç iş adamı arkadaşımız. Anlatıcı işadamımız “Peki arkadaşlar” dedi “Bizim Sepetçioğlu’nu nasıl oynuyoruz bir düşünün!” Düşündük. Bizim yöremizin halk oyunu olan Sepetçioğlu’nda folklorcular kendi başlarına bireysel oynuyorlardı. İşadamımız Kastamonu’daki ticari yaşamı “Sepetçioğlu” oyunumuz gibi düşünüyordu. Kıssadan hisse.
Bu kısa anlatımımdan sonra bir Kastamonu sevdalısı olan Metin Boyacıoğlu’yla Kastamonu’muz üzerine olan söyleşiye geçiyoruz. “Kastamonu’yu nasıl görüyorsunuz?” diye soruyorum, şöyle yanıtlıyor:
“Kastamonu yıllardır ihmale uğramış, bu nedenle kabuğuna çekilmiş, kendi halinde yaşamını sürdüren, yöresel tabirle kendi yağında kavrulan bir şehirdir. Sanayisi bir türlü gelişmemiştir. Tarım ve hayvancılıkla ayakta kalmaya çabalayan şehrimizi ben bir kültür şehri olarak görüyorum. Zengin tarih ve doğal kaynaklara sahibiz. Bir diğer önemli unsur da dinsel ziyaret yerlerinin bol bulunması. Gözlediğim kadarıyla günübirlik yerli turistler, tarihi eserlerimizi görmeye geliyorlar.Azımsanmayacak ölçüde de dinsel turizmin var olduğunu görüyorum. Yabancı turistin uğradığını görmedim desem yalan olmaz. Kastamonu’nun uzun yıllar Osmanlı’nın eyalet merkezi olması büyük kent insanlarının ilgisini çekiyor, gezi için cazip merkez olmasını mümkün kılıyor.”
“Peki” diyorum diğer sorumda Metin Bey’e “Kastamonu için neler yapılmalı ya da yapılmamalı?”Şunları söylüyor:
“Günümüzde görsel basının etkisi tartışılmaz. Kastamonu’yu beyaz ekranda gören izleyiciler şehrimize büyük sempati duyuyorlar. İmkânlar artırılarak tanıtım çalışmaları güçlendirilmelidir. Kastamonu’nun karayolu ağı güçlendirildi. Hava ve deniz yolu da var. Bu yüzden yan sanayiye ağırlık verilmeli. Mimari yapılarımızı onarmalı ve korumalıyız. Kastamonu’da plansız programsız bir yapılaşma var. Kuzeykent, şehrin dokusunun büsbütün bozulmasının önüne geçen önemli bir proje oldu ve eski mimarinin bir kısmını kurtardı. Kastamonu 1.dereceden deprem kuşağında bulunan bir şehir. Hem bu nedenle hem de şehrin siluetinin bozulmaması anlamında yüksek yapılaşmaya prim verilmemeliydi, verilmemeli de! Ankara yolundan şehre girişte, gelenleri karşılayan devasa yapıların göze hoş geldiği söylenemez. Kimi yerler şenlensin düşüncesiyle imar planında değişikliklere gidilmemelidir. Teleferik yapımına keşke hiç başlanmasaydı. Bu yatırım yerine seyir terasları olabilirdi. Bildiğim kadarıyla teleferiğin maliyetinin 3/4 ‘ü ödenmiş. Yapılsa da yıkılsa da sıkıntı doğuracak bir yatırım oldu. Sahillerimizde yer alan Cide, İnebolu, Abana ile Pınarbaşı ilçelerimizde turistlerin uzun süreli konaklayacakları pansiyonların açılması yerinde olur diye düşünüyorum.”
Söyleşimizin sonuna gelmiştik. Ben ve eşim Boyacıoğlu ailesine söyleşi ve konukseverlikleri için çok teşekkür ediyoruz. Umarım yaptığımız bu söyleşiyle geçmişe bir nebze ışık tutabilmişizdir.
MÜMTAZ TİFTİK