Güzel, olumlu sonuçlanan işler için, şükretmenin karşılığını teşekkür sözcüğü ile ifade ederiz. Bazende“sağ ol”, “Allah razı olsun” gibi sözleri kullanırız. Teşekkür sözle yapıldığı gibi, gazeteler yoluyla da oluyor. Günümüzde telefon veya sosyal medya da kullanılıyor. Ancak en makbul olanı, ilgili kişiyle bizzat karşı karşıya gelmektir.
Geçen gün, 19 Şubat 1920 tarihli Açıksöz gazetesinde,güzel bir teşekkür yazısıgördüm, hoşuma gitti. Özellikle eğitimcilerin ve okul yöneticilerinin okumasını istedim. Lisemizin kıymetli müdürü Mehmet Behçet Bey, ders esnasında hastalanan öğrencisiyle yakından ilgilenmiş; doktoru aramış, ailesine haber vermiş. Hastahaneye varınca öğrencinin başından ayrılmamış; üzerini soymuş, yatağa yerleştirmiş, ilacını vermiş. Bunları yaparken uzun süre ayakta kalmış. Ertesi gün de öğrencinin babasını ziyaret etmiş, durumunu sormuş, bilgi almış. Gerçek eğitimci ruhuna sahip bir öğretmen ve yönetici böyle olmalı.Müdür veya öğretmen; yerine göre, hem öğretmen, hem de anne veya baba veya annedir.Behçet Bey’in bu ilgisine karşılık, öğrencinin babası da teşekkür yazmış gazeteye.Örnek olması bakımından babanın kaleme aldığı teşekkür metnini aynen yazıyorum:
“Alenen teşekkür: İki gün evvel, ders esnâsında birden bire hastalanıp fena bir surette bayılan mahdumum Muammer hakkında,Mekteb-i Sultânîhey’et-i ta’limiye-imuhteremesinin ve bilhassa müdür Behçet, Doktor Numan ve Şükrü beylerin gösterdikleri asâr-ı şefkat ve uluvv-i cenâb, bendelerini, kendilerine karşı pek büyük bir vazife-i minnetdârı ile arz-ı teşekküre mecbur kılmıştır. Husûsiyle müdür-i muhterem Behçet Beyefendi’nin; çocuğun hastahâneye nakli ve bir taraftan telefonla doktor celbine şitâb eylemesi ve hastahanede bulunduğu müddetçe yanıbaşından ayrılmaması, bizzat kendisine ilâç içirmesi, yatağını tanzim etmesi, elbisesini çıkarması, bu suretle saatlerce ayakta kalması ve bendelerine de gayet nâzikâne haber göndermesi gibi şefkat ve uluvv-i cenâb göstermesi,mûmâileyhinâsâr-ı ulviye-i insâniye ile mütehallik bulunduğuna büyük bir delil, celî bir burhandır.Mir-i mûmâileyh bununla da iktifâ etmeyerek, ertesi gün bilhassa dâireye azimetle istifsâr-ı hâtır etmek zahmetini ihtiyâr buyurmak suretiyle de tevâzu-ı âlicenâbânegöstermekle de kendilerine ayrıca medyûn-ı şükrân ve minnetdârı bırakmıştır. Binâenaleyh cümlesine alenen beyân-ı teşekkür ve milletimizin bu gibi zevât-ı muhtereme-i aliyye ile her an sâyedâr buyurmasını Cenâb-ı Hak’tan tazarru’ ve niyâz eylerim. Orman müdürü tahrirat başkâtibi Mehmet Ali. “
Bu yazıyı okuduktan sonra düşündüm; kendi hayatımda da buna benzer olaylar yaşadığımı anımsadım. Bilmeyenler için hatırlatayım, meslek yaşantımın 23 yılı yüksekokul müdürlüğü ile geçti. Bu süre içinde, acı tatlı çok çeşitli olaylara tanık oldum.
Derse girdiğim vakit,hissettirmeden öğrencileri süzerdim. Yüz hatlarından onların moral durumlarını, sağlıklı, mutlu, huzurlu olup olmadıklarını anlamaya çalışırdım. Otuz yıl önce şöyle bir durumla karşılaşmıştım. İki haftalık izleme sonunda, bir erkek öğrencinin yüzünü soluk gördüm. Böyleleri için, halk arasında “benzi sıva gibi” diye bir ifade kullanılır.Durumu, o zamanlarSSK Hastanesi Başhekimi olan değerli dostum Dr. Ahmet Zafer Ergün’e ilettim. Bana, “öğrenciyi gönder bir bakayım” dedi. Sağ olsun, sağlık konularında hem ailemize, hem de okulumuza çok yardımlarını gördüm, kendisine her zaman minnettarım. Eskiden bu gibi doktorlar için “müdâvim hekim” ifadesi kullanılırdı.
Öğrenciyi odama çağırdım; kendisinden, ailesinden biraz sohbet ettikten sonra, asıl konuya girdim ve bir rahatsızlık geçirip geçirmediğini sordum. Öğrenci, rahatsızlık geçirmediğini, sağlıklı olduğunu söyledi ama biraz da “bunu nerden çıkardınız?” der gibi bir tavır da gösterdi. Bunun üzerine,”sağlıklı görünüyorsun ama derste dikkat ettim, benzini biraz solgun gördüm, farkına varmadığın bir şey olabilir, seni doktora göndereyim” dedim. Öğrenci, hasta olmadığını ısrarla savundu. Ben de kendisine, ”sağlam olduğuna inanabilirsin, inşallah öyledir, doktor benim arkadaşım, hastahanedeseni muayene edecek, ücret de ödemeyeceksin, görünmende yarar var” dedim. Israrım üzerinepeki demek zorunda kalmıştı öğrenci.
Ahmet Zafer kardeşim,gereğini yaptı; muayene neticesinde,öğrencinin tüberküloz olduğu ortaya çıktı.Sağ olsun, teşhisle kalmadı, tedavisini de üstlendi. Hatırladığım kadarıyla güney illerimizdendi, fakir bir aileye mensuptu.
Durum ortaya çıkınca; öğrenci hem üzgün, hem de mahcup bir vaziyette teşekkür etmek için geldi. Farkında olmadığını, kendisini sağlam hissettiğini söyledi. Ve bana “nasıl anladınızhocam”, diye sordu.Yüzündeki ifadeden anladığımı söyledim.
Öğrenci, ailesine de bilgi vermiş;başından geçenleri anlatmış.Bir gün odamda çalışırken,babası ziyarete geldi. Orta halli, mütevazı bir kişi olduğu kıyafetinden belli oluyordu.Sohbet ettik; hal, hatır sorduk. Bizim Anadolu insanı çok farklı bir ruh hâli içinde oluyor, böyle zamanlarda. Aşırı derecede minnettarlık gösteriyor, mutluluğunu ifade ediyor.
Elindepaket vardı, açtı. Yarımşar kiloluk iki kutu lokum getirmiş,birini masamın üzerine koydu. Anadolu’da usuldür;bir yere eli boş gidilmez,“yarım elma, gönül alma” diye bir düşünce vardır, kültürümüzde. “Hocam size teşekkür etmeye geldim; Allah sizlerden razı olsun, oğlumu muayene ettirmişsiniz. Doktor da çok ilgilenmiş, ilaçlarınıvermiş, onu da ziyaret etmek istiyorum” dedi. Anladım ki, lokumların bir kutusu da Ahmet Zafer Ergün için. Hemen aradım, durumu anlattım, bir ziyaretçisinin olduğunu söyledim, çok duygulandı.
Teşekkür güzel şey, ihmal etmemek lâzım. Ancak yapılan her iyilik için teşekkür beklenmez.Güzel sözdür; iyilik yap, denize at, balık bilmezse Hâlik bilir.
MUSTAFA ESKİ