Teknolojik değişim ve gelişim baş döndürüyor…
Tarımdan sanayiye, üretimden tüketime her şey hızla farklılaşıyor…
İletişim imkânlarının teknolojik olarak “zenginleşmesi” bizi yanıltmasın…
Bu süreç algılama biçimlerimizi de derinden etkiliyor…
Toplumsal hayatın akışını bir bütünlük içerisinde kavrayabilme şansımız giderek “azalıyor…”
Sıradan insanın hayatı tıpkı pusulasız bir gemi misali…
Ne tarafa bakmalı?
Hangi yöne gitmeli?
•••
Biz…
Tarımdaki sorunlarımızı nasıl çözeriz?
Sanayimizi yüksek katma değerli ürünlerle nasıl buluştururuz?
İhracatımızı artırarak nasıl dış ticaret fazlası verir hale geliriz, gibi sorulara cevap ararken, yarının dünyası bambaşka kavramlarla şekilleniyor…
Mesela:
Endüstri 4.0…
Yapay zekâ…
Nesnelerin interneti…
İnsanla yapay zekânın ortak yaşamı!
Biyoteknoloji…
Nanoteknoloji…
Henüz, üretimin otomasyonunu daha yüksek bir düzeye taşıyan elektronik ve bilgi teknolojilerinin kullanımını ifade eden Endüstri 3.0’ın gereklerini bile tam anlamıyla yerine getirememişken karşı karşıya kaldığımız realite bu.
•••
Peki…
Dünya bu noktaya nasıl geldi?
Daha önceki yazılarımızda da değindik…
Bir kez daha hatırlayalım…
Şunun altını özellikle çizelim…
İnsan evlâdının kara kaşına, kara gözüne hayranlıktan değil!
1980’lerden itibaren büyük bir ivme kazanan “küreselleşme”yle, üretim, başta Çin olmak üzere emeğin ucuz olduğu, vergi avantajlarıyla cazip kılınan uzakdoğu ülkelerine yönlendirildi…
Başlangıçta “keyifli” olan süreç, “ucuz emeği tepe tepe kullanılan ülkeler”in kendi markalarıyla yüksek katma değerli ürünler üreterek “efendiler”e kafa tutmaya başlamasıyla “tatsızlaştı!”
Doğu’nun Batı’yı sollamaya başladığını ilk fark eden Alman Hükümeti, 2011 Hannover Fuarı’nda, Endüstri 4.0 kavramını gündeme getirdi.
Yani…
Üretimde dijitalleşmenin zirveye çıkarılması…
İnsan emeğine bağımlılığın minimuma indirilmesi…
Bu yolla hata oranlarının sıfırlanması ve hız kazanılması…
Yani…
Olabildiğince insansız üretim…
•••
Böylesi bir tablo karşısında “teknoloji geliştikçe insanlığın sorunları da çözülecek” iyimserliğini korumak ne kadar mümkün?
Hele…
Dünyanın pek çok yerinde günden güne kabul edilemez noktaya doğru yol alan gelir dağılımındaki vahşi eşitsizliği…
Toplumsal sorunlara ilişkin söz hakkı eşitsizliğini de düşününce!
Gelir dağılımındaki vahşi eşitsizlik demişken…
Gelin bir de İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın 2018 yılı itibarıyla açıkladığı rapordaki şu verilere göz atalım:
“Dünyanın en zengin 26 milyarderinin serveti, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit. Yeryüzünün en zengin yüzde 1’lik kesiminin serveti yüzde 99’un servetinin toplamına denk.”
Bu tabloya baktığımızda düşünmemiz gereken önemli sorular var:
● Teknolojik gelişmelerin seyrini etkileyebilme gücünü elinde bulunduran “teknolojinin efendileri” acaba nasıl bir gelecek “tasarlıyor?”
● Teknolojik gelişim bu işleyiş biçimiyle yeryüzündeki geniş toplum yığınlarının mutluluğunu sağlayabilir mi?
•••
Karşımızdaki tabloyu bütün boyutlarıyla değerlendirebilmek ve bu sorulara doyurucu cevaplar verebilmek kolay iş değil…
Ama başka yol da yok.
Eğitimle…
Azimle…
Gayretle…
Dikkatle…
Çalışarak…
Daha çok çalışarak an-la-ya-ca-ğız!
Geçmişteki gibi “herkes kendi soğanını, patatesini kendi eksin” diyemeyeceğimize göre…
Bi yandan yaşadığımız günün gereklerine uyum sağlayacağız…
Bi yandan da artık ne kadar kalabildiyse “insan kalan yanımızla” bu konulara kafa yoracağız…
Bir an önce…
Ve birlikte!