Beyazın verdiği hiçlik hissi, beyazı oluşturan karın sessizliği ve sudan ağaca kadar herşeyin donmuşluğu zamanı da görece olarak durduruyor.
Bu soğuk dünyanın temeli mitolojilerde bir yas’ın bir yeis’in ürünü olarak görülmüştür. İnançların tamamı dünyanın mevsimsel döngüsü, iklimsel olayların yansıması olarak doğmuştur. O nedenle kış mevsimi dünyaya can veren bir ilahi varlığın küsmesi, kaçması, kaçırılması ya da kaybolması üzerine kurgulanmış ve doğanın geçici ölümü olarak algılanmıştır. Çünkü doğa, neredeyse tüm canlılar için bu zaman diliminde yaşamak için pek bir şans sunmaz. Bu noktada da o ilahi varlık bir nedenle ortadan kaybolmuş ve dünya da o kayboluşla canlılığını yitirmiştir.
***
Klasik mitolojide mevsimlere ilişkin ilahi varlıklar bulunmasına karşın genel anlamda kış ve bahar ayları toprağın, tarımın ve buğdayın tanrıçası Demeter ile onu kızı Persephone (Kore) ile ilişkilendirilir.
Persephone tanrıça Demeter ile baş tanrı Zeus’un kızıdır. Oldukça genç olmasına karşın muhteşem güzelliğinden dolayı yeraltı tanrısı Hades ona gönlünü kaptırır. Ama Persephone evlilik düşünen birisi olmadığı için evliliğe yanaşmaz. O nedenle Persephone kırlarda arkadaşları ile çiçek topladığı sırada onun için özel olarak konulmuş nergis çiçeği ile karşılaşır. Nergisi toplamak için grubundan uzaklaştığı bir sırada yer yarılır ve içinden siyah atların çektiği arabası ile çıkan Hades onu kaçırır. Hades yer altında Persephone’ye bir nar sunar ve tanrıça da onu yer. Ancak, ölüler ülkesinde bir şey yiyenlerin yeryüzüne çıkma hakları olmadığına dair kadim bir kural bulunduğundan Persephone ölüler ülkesinde kalır.
Persephone’nin kaçırılışını kimse görmemiştir. Annesi Demeter çılgınlar gibi kızını aramaya başlar ama çabaları boşa düşer. Günlerce arar ve bulamadıkça da büyük bir hüznün içine düşer. Bu arada tanrıların mekanı Olympos Dağı’ndan aşağıya inip insanların arasına karışır. Hüznü o kadar çoğalmıştır doğa da onun gibi solmaya başlar. Demeter, toprağa verim vermek ve ekin ekmek gibi görevlerini de sonlandırır ve insanlar büyük bir açlığın pençesine düşerler. Bu duruma dayanamayan diğer tanrılar devreye girmeye başlarlar ve Zeus’un hakemliğinde tanrıça Persephone’nin yılın bir kısmında yer altında ölüler dünyasında Hades ile kalmasını yılın diğer kısımlarında ise annesi ile yeryüzünde yaşaması kararına varırlar. İşte klasik mitolojiye göre tanrıça Persephone’nin yer altında kaldığı ve annesinin de sonsuz hüznünden dolayı geçirdiği süre dünya için kış mevsimini, yeryüzüne çıkıp annesi ile yaşadığı dönemler ise yaşamın yeniden tomurcuklandığı bahar ve yaz mevsimlerini sembolize etmektedir.
***
Yine klasik mitolojide Horae adı verilen kanatlı tasvirleri bulunan dört kız kardeş de mevsimleri sembolize etmektedir. Bunlardan Kheimon adlı kişileştirme ise kışı temsil eder ve bir bardak şarap tutan ağır cüppeli, beyaz kanatlı bir tanrıça olarak tasvir edilir.
***
Orta Asya mitolojisine bakıldığında ise Türk, Yakut, Altay, Kazak ve Kırgız kültürlerinde neredeyse ortak sayılabilecek bazı tanrısal varlıklar mevsimlerle dolayısıyla kış mevsimi ile birlikte anılmışlardır. Bu tanrısal varlıkların en önemlilerinden biri “Kış Han’ ya da “Gış Han”dır. Kendisi kış mevsiminin tanrısı olup bu mevsimin düzeni, zamanlamasından sorumludur. Kendisi çocuklara hediye vermenin de sembolü olduğu gibi sözlü anlatılarda mavi, siyah ve beyaz renkli bir cübbe giydiği, iyi kalpli ve uzun sakallı bir yaşlı olarak tasvir edilir. Elinde beyaz ve çok uzun bir asa tutar. Başında ise iki tane çok uzun ve sivri boynuzdan oluşan bir börk (başlık) taşır. Bu boynuzlar boğayı anımsattığından ona “Kış Buka” (Kış Boğa) denilebilmektedir.
Benzer bir ilahi varlık da “Ayaz Ata” olarak bilinir. Soğuğun tanrısıdır ve ay ışığından yaratılıp çok soğuk havalardan dolayı “Ak Ayas” (Ayaz) olarak da bilinir. İnanışa göre Ülker Burcu’nu oluşturan altı yıldızın göğün altı deliği olduğu ve tanrının da oradan soğuk hava üfleyerek kış mevsimini getirdiği düşünülür. Ayaz Ata ya da Ak Ayas, tüm Türk coğrafyasında yakıcı soğuk anlamına gelip özellikle açık havalarda yani ay’ın görülebildiği gecelerde meydana gelmesinden dolayı bu soğuğun Ay Tanrısı ve ona bağlı Ayaz Ata’dan geldiği de düşünülürdü.
***
Mitolojiden bugüne geldiğimizde kış mevsimi Kastamonu için hem Demeter’in yas’ından oluşmuş bir zorluk hem de Ayaz Ata ile Kış Han’ın üflemeleri ile soğuğun dönemidir. Bunlara karşın ise yağışın bol olduğu sezonlar için karın beyaz, masum gibi görünen güzelliği insanları büyülerken, donan göletlerin de içinde yer aldığı peysajlar yeni imgelere kapı aralıyorlar.
Donan bir gölettin yüzeyini kullanarak geçen bir tilkinin, domuzun ya da karacanın görüntüsü gibi anlar şaşkınlık yaratırken, tamamen beyaza kaplanmış yüce ağaçların görüntüsü bildiğimiz Kastamonu’yu başka bir coğrafya gibi algılattırıyor. Hele ki bu yıl arktik coğrafyalarda görülen göletler üzerinde buzu kırıp balıkçılık yapma görüntüleri o başka coğrafyada yaşamak imgesini oldukça güçlendiriyor.
Ama biliyoruz ki insanın yaşamındaki evreler gibi mevsimler de döngüsel. Her bir zorluk kolaylığa, her bir karanlık aydınlığa ve her bir kış bahara çıkmak-ulaşmak zorundadır. Hele ki kışa veda vaktiği geldiğinde cemreler baharın, yaşamın canlanmasının müjdecisi olarak yine gökten toprağa düşüyorlar. Cemreler, dönüşümün sihirli dokunuşları ve tüm canlılara umut aşılıyorlar. Bir masaldan başka bir masala geçişin bu şenliğinde belki de cemreler gökten yere inen nurlu birer meleklerdir de…
MURAT KARASALİHOĞLU