İnsanın insanla ilişkisi ile insanın devletle ilişkisi farklılık gösterir. Birey çoğu kez edilgen durumda kalır; devlet etkendir, egemendir işine geldiği gibi hareket eder. Söz gelimi “vergi vereceksin” der, veririz; “askere gideceksin” der gideriz, “yasak koydum” der uyarız.
Son yıllarda bazı kurumlar kendi başlarına hareket etmeye başladı. Biliyorsunuz, bankalar çeşitli adlar altında müşteriden para alır. Hesap açma-kapama, işletim, kart parası gibi. Haksız uygulamanın iptali için vatandaş gider dava açar, kazanır. Sonra herkesin tek tek dava açması önerilir. Diyelim ki öyle yaptık; o takdirde mahkemelerin yükü ne olur? Oysa yapılacak şey çok basit. Birincisi, bankalar devletin izni olmadan, vatandaşı söğüşlemek için kendi kafasına göre işlem türü icat edemez. İkincisi, madem ki mahkeme karar vermiş, herkese şâmil olacak şekilde gereği yapılır. Peki, bunu kim düşünecek? Elbette devlet.
Bankalara benzer bir konu, elektrik faturalarında da görülüyor. Son zamanlarda yine çok şikâyet var. İletişim, kayıp- kaçak, saat okuma bedeli gibi akla ziyan ne varsa koymuşlar. Buna bir standart getirmek gerekmiyor mu?
Bugünlerde trafik sigortasındaki anormal yükselişler gündemde. Milyonlarla araç var, hepsi kaza mı yapıyor? Herkes kendine göre bir gerekçeyle rant kapısı açıyor. Vatandaş feryat ediyor, devlet seyirci. Meydana gelen boşluktan milyonlarca lira kazanıyorlar.
Hele şu HGS, OGS gibi geçişler. Traktörü Boğaz köprüsünden geçmiş,gitmiş; köylünün haberi yok. Bu kadar garabet olur mu? Düzeltin bunları diyorsun, devlet ağırdan alıyor.
Nüfus kâğıtları kaç kere elden geçti. Çok yapraklı cüzdanları değiştirmek için az mı uğraştık. Fotoğraf çektir, mazbataya yapıştır, muhtara onaylat, nüfusa git. Yeni nüfus cüzdanlarını aldık; ay yıldız sola mı, sağa mı bakıyor onu tartıştık. Çok geçmedi, üzerinde TC kimlik numarası olmadığı için geçersiz sayıldı; yine değiştirdik. Devlet öylesine bağlayıcı şartlar koymuş ki, kimlik numarası olmayan nüfus cüzdanlarıyla işlem yapmak hiç mümkün değil. En basitinden sağlık ocağına bile gidemezsiniz. Ne yaptık; gittik, kuzu kuzu yenisiyle değiştirdik. Şimdi yine değişiyor. Daha kibar olacak, içine kimlik bilgilerimiz yüklenecekmiş vs. Seksen milyon insanın nüfus cüzdanını elden geçirmek kolay mı? Bu arada âdettir; yine vatandaştan birkaç lira elbette söğüşlenecek.
Hele şu sürücü belgeleri. Zaten “sürücü” kelimesi de çok tuhaf. Polisler “sürücü belgesi” değil “ehliyetinizi verin” diyor. Hatırlarsınız, ilk ehliyetlerimiz çok yapraklıydı. Sonra plastik kaplamaya geçildi, değiştirdik. Bugüne kadar kullandık. Şimdi de Avrupa normlarına uymadığı için yine değişecekmiş. A,B,C,D,E gibi birtakım sınıflara ayrılacakmış. Düşünsenize, yirmi beş milyon ehliyet değişecek. Bu kadar insan işini, gücünü bırakacak, zaman harcayacak, ilgili kuruma başvuracak; aile doktoruna, hatta hastaneye bile gidecek. Buralarda hep para harcadıktan sonra ehliyete de para verecek. Hem eziyete maruz kalıyor, hem zaman yitiriyor, hem de söğüşleniyoruz. Madem ki modern, çağdaş devlette yaşıyoruz; o zaman kayıtlara bakar, ehliyetleri yeniler, vatandaşın adresine gönderirsiniz. Bu işin parası, pulu, zaman kaybı da olmaz. Bizde böyle mi? Sırf şeklî formaliteler yerine gelsin diye vatandaş eziyet çekiyor. Sonra ehliyet yenilemeye ne gerek var? Avrupa’ya gidip gelecek adam varsa değiştirsin. Diğerlerine ne oluyor? Yapılacak olan şudur: Yeni ehliyetleri, yeni sisteme göre düzenlersiniz, diğerleri de zaman içinde erir gider. Şekilciliği, vatandaşa eziyet etmeyi, söğüşlemeyi en önemlisi zamanımızı çalmayı lütfen bırakın.
Bu arada unutmayalım. Otomatik araba kullananlarla diğerlerinin ehliyetleri ayrılacakmış. Aman Yarabbi, ne kadar önemli! Sanki adam araba değil Boeing 737 veya helikopter kullanacak.
Hatırlarsınız, 1999’da deprem oldu, yaralar sarılacak. Olağanüstü durumlarda devletimize yardımcı olmak elbette görevimiz; kaçmayız, bilakis onur duyarız. O zaman ÖTV yani Özel Tüketim Vergisi icat edildi. Peki, deprem yaraları sarıldı, bitti. Ama ÖTV devam ediyor, hem de bizi çok iyi söğüşlüyor. Sanki Turgut Özal icadı yüzde onsekizlik KDV yetmiyormuş gibi. Tüketilen bir malın beşte biri vergi olur mu? Ekmek gibi bazı temel gıda maddelerinde oran düşük tutuluyor ama ya diğerleri?
Devam edelim; yüzde altmış altı oranında en yüksek akaryakıt vergisini biz ödüyoruz. Telefon vergiler de başka bir âlem. Öyle ki verginin de vergisi alınıyor.
Elektrik faturalarında TRT’ye vergi ödüyoruz. Onlarca özel kanal kendi kaynaklarıyla yayın yaparken TRT’nin ayrıcalığı nerden geliyor? O da özelleşsin, kendi kaynağını bulsun. Liberal ekonomiyi savunmuyor muyuz?
Bu listeyi uzatmak mümkün. Doğrudan veya dolaylı, ömrümüz söğüşlenmekle geçiyor. Söğüşlemek, söğüşlenmek derken vatandaş söğüş et bir yana, kıyma bile alamıyor.