Yaşlılığı daha iyi algılar oldum. Nedendir bilemiyorum, belki sosyolojik, belki de psikolojik ya da başka nedenlerden olacak; her olaya eleştirel açıdan bakar oldum.
Unuttum, belki de gazeteciliğin verdiği eleştirel/araştırıcılıktan…
En çok da kimi siyasetçilerin söylemlerinden gıcık kapıyorum.
Herşeyi onlar en iyi biliyor.
Onlar en iyi yapıyor.
Tüm alkışlar onların hakkı…
Dinleyenler, onlara oy verenler hiç bir şeyden anlamaz, bilmez, yapamaz konumunda!
Onlar seçmenden aldıkları vekaletle ülkeyi yönetiyorlar.
Onları eleştiri mi?
Ne hakkınız!.. Sizin göreviniz böylelerini dinlemek ve de alkışlamak…
Demokrasimizin yarattığı siyasetçi tipinin giderek “kendi başına buyruk” olma arzusunun onu nerelere götürdüğünü, ülkeyi ne badirelerle karşı karşıya bıraktığını yeni kuşak bilmez.
Geçmişte yaşanan olayları ya salim kafayla tarafsız kaynaklardan okumak; ya da denge/algı gücünü siyasetin bulanıklığında yitirmemiş insanlardan sorup öğrenmek gerek…
Bunu yapmadığımızdan kimi siyasetçinin kendi çıkarı açısından yalan/yanlış söylemlerine kulak tıkama dönemini yaşıyoruz.
İşte bunun için “yalancı siyaset”i sevmiyorum, eleştiriyorum.
1950, 1954, 1957 ve 1980’lere değin yapılan genel seçimlerinde partilerin aday listelerine bakınız, çoğunluğu bürokrasiden gelmiş, deneyimli insanlardan oluşmuş kişilerdi.
Çoğunluğu, partilerin kapısını çalmamış, parti yöneticileri onları siyaset alanına çağırıp, siyaset hizmetine davet etmişler.
Yani, “devlet umuru görmüş” insanlar…
Eleştiriye açık…
Hoşgörülü…
Seçildiği bölgenin insanlarıyla hemdert olan…
Onlardan kaçmayan…
Partili-partisiz ayırımını aklının ucundan geçirmeyen…
Tüm insanları yurttaş gören…
Partinin vekili değil; milletin vekili olan…
İlçe pazarına gitmem gerekti. Gittim… Gördüm ki, köylü kadın kardeşlerimiz ürettikleri 3-5 bağ maydanoz, pırasa, yeşil soğan, ıspanak, marul vb. sebzeleri yere serdikleri naylonların üzerlerinde pazarlamışlar.
Satıp üç-beş lira alıp ev ihtiyaçlarını karşılayacaklar.
Pazar yeri perişan… Sağlıklı değil. Açık havada, taşıtların girip çıktığı ortamda yerden kalkan toz açıkta satılan, hiçbir ambalajı olmayan bakkaliye ürünleri zeytin, pirinç, un, şeker, çökelek, peynir ve daha nice tüketim maddesinin üzerine konuyor.
Belediye aşkanı da seçim öncesi ya, pazarcı esnafını ziyaret etmiş olma pozisyonunda…
Üzüldüm tabii ki… Kafalar hiç hazır değil.
Bir de, AB’ye girmek için yıllarca beklemiş bir toplumu istenilen ortama hazırlamamışız hala…
Pazar gezintim çok isabetli oldu… Böyle yerler şimdilerde siyasetçilerin ziyaretgahı oldu. Bir baktım, Büyükşehir belediye başkanı adayı olmuş eski -ama önemli- bir bürokrat da pazaryerinde sergi sergi geziyor. Pazar esnafıyla -belki de yaşamında ilk defa- tokalaşıp hal-hatır soruyor.
Manzaraya bakar mısınız?
Siyaset nereden nereye…
Tam pazaryerinden ayrılıyordum neyzen bir dostumla karşılaştım. Mutlandım… Yüzüm güldü. “Maşallah, iyi gördüm, gençleşmişsin” dedi. Canımın sıkıldığını, yanlış görünce eleştiremeden duramadığımı söyledim. “Ben de onu fark ettim. Eleştirel baktığınız ve bunu söylediğiniz için gençsiniz. Genç ruhlu, yapıcısınız” dedi.
Bir şey öğrendim: Eleştiri duygusunu saklamamak, içe atmamak gerek…
Ama siyasetçiler eleştiriye açık olsalar ya…