Kastamonu’da her bir mevsim gerçekten de cennetin yeryüzüne yansıması gibidir. Coğrafyasının dramatik dokusuna karşın insanının estetik dokunuşu ile tüm görüntüler ürpertici bir şiirin imgesine dönüşür.
Ürpertici çünkü bu kadar arızalı bir coğrafyada jeolojik oluşumlar huzurlu bir anın yaşandığı yerler değil tam aksine tüyleri diken diken eden ve “varoluş ile ölümü” hatırlatan nirengi noktaları gibi durur. Şiir imgesidir çünkü her bir mevsimin renkleri düştüğünde aynı coğrafyaya, bu keskin düşüncelerin “varlığa ve an’a” şükretmek konusunda dönüştüğü yerlerdir de. İşte kışın ve sessiz beyazın hükümranlığı da her iki düşüncenin bir arada olduğu mevsim olarak başka bir yüzüdür bu toprakların.
Beyazın huzuru karın sesi yutmasındadır. O nedenle kış ayrı bir yer tutar Kastamonu’da… Kentleşmenin, insan kalabalığının, sanayi kirlenmenin olmamasın avantajıdır aynı zamanda kışın, karın, beyazın huzuru. Sonsuz beyaz denizler bu haliyle bile masal dünyası yaratırken, o beyaza çizilen düşlerle de canlanır imge dünyası.
Karlı bir patikada, sonu yokmuş gibi görünen bir yolun sessizliğine birinmiş bir yolda sadece adım seslerinizi ve nefesinizi duyuyor olmak kişinin kendi ile baş başa kalışından başka bir şey değildir. Soluk alıp veriş de işte insanın kendi iç dünyasına yolculuğun adım sesleridir bir kış serüveninde. Bu yüzden de masalsıdır kış hele ki el değmemiş ve ıssız birçok köşesi ile Kastamonu’da…
***
Kar, örttüğü, gizlediği kadar açık da edendir. Örter kirli, çirkin ne varsa… Gözlere aykırı gelecek, iğreti gelecek hiçbir şeyi bırakmaz ortalıkta. Yaşamları da örter; saklar. Kimini toprak altına kimini inlere, mağaralara. Uzun, neredeyse soluksuz uykulara gizler yaşamlara. Bir döngünün, dönüşümün ve yenilenmenin uykusudur bu. Bedenler yenilenir yeni baharlara; toprak dinelir taze tohumlara. Ama bir yandan açık eden izlerin mevsimidir kış. Beyaza olağanca açıklığıyla düşer her bir başka renk. O nedenle gündüz gözüyle göremediğimiz birçok canlının izlerini açık eder mesela. Nereden nereye gittiğini, nerede ne aradığını gösterir insanlara. Bazen ürkek bir avın titrek adımlarını görürsünüz ki o izlerin peşinde aç bir avcının da adımları vardır çünkü. Bazen başıboş, avare bir canlının salına salına giden izleri ya da. Bazen insanların açtığı yola mahkum kalan bir kurt düşer önünüze, bazen karın altındaki fareyi dinleyen bir tilki, uzaklarda da olsa. Ne de olsa karın beyazı üzerine düşen tüm başka renkleri açık eder… İşte o yüzden de avcıların mevsimidir de kış!.. Hani Ahmet Telli dediği gibi:
Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
Kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur
Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir
Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak
Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün
Bir uçurum kıyısında vursunlar beni,vursunlar
Bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan./..
***
Donmuş ve durağan suların başka bir şeklidir Kastamonu’da kış… Soğuk lacivertlerin gökten çok dingin sulara yakıştığı, buz tutmuş göletlerin kırıklarında güneş ışıklarını sakladığı.
Ve kış bazen hikâyesizdir. Çünkü beyaz olan, üzerinde yeni öykülerin, öznel hayallerin yaratılabilmesi için kendini kirletmeden kalandır.
Kar sesi yutar ama içinizdeki, “sadece sana ait olan” sesi de ete ve kemiğe büründürür. Karın sessizliği gibi içinizdeki sesi de dinleyin; çünkü huzur oradadır.
MURAT KARASALİHOĞLU