Şehirler sadece doğal güzellikleri veya tarihî eserleriyle kimlik kazanmaz. Başka özellikleri de düşünmek gerekir. Bilimde, san’atta, ticarette nitelikli insanların çokluğu şehirlere değer katar.
Süleymaniye Câmii İstanbul’a güzellik katıyor; ancak Mimar Sinan olmasaydı bu değer meydana gelir miydi? Aynı şekilde Edirne ile özdeşleşmiş, gönüllerimizin sevgilisi Selimiye Câmii. Sinan mı, Süleymaniye ile Selimiye mi? Değer terazisine koyduğumuzda hangisi ağır gelir?
İstanbul’a gidenler bilir; uzaktan yakından bakın; Sultan Ahmet Câmii çok zarif bir eser. Câminin güzelliğini seyrederken, eserin mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa’yı kaç kişi biliyor? Kişiler, eserleriyle şehre değer katar, eserler de kişileri etkileyerek değer yaratır
Değer aşınması da oluyor. Yakın zamana kadar İstanbul’un bazı semtleri çok revaçtaydı. Fındıkzâde, Aksaray, Lâleli, Fâtih, Beyoğlu bugün geçmişteki câzibesini korumuyor. Semtler, tarihî eserler yerinde durduğu halde, eski İstanbul bugün ortada yok. Çünkü insan kimliği değişti; taşra kültürü bu güzel şehri esir aldı.
Kastamonu için de aynı durum söz konusu. Abdurrahman Paşa gibi ileri görüşlü bir vali burada görev yapmasaydı tarihî lise binası olmazdı. Görevdeyken vilayet binasına ihtiyaç vardı, ancak o, lise inşasına öncelik verdi.
Bana göre vilayet binasının asıl mimarı Enis Paşa’dır. On beş ay gibi kısa bir zamanda böyle güzel bir eseri ortaya çıkarmak kolay mı sizce? Üstelik Vedat Tek gibi, o dönemin meşhur bir mimarına da projeyi çizdirmiş.
Biraz daha gerilere gidelim; Nasrullah Kadı burada görev yapmamış olsa, bu güzel câmi, hatta köprü ortaya çıkmazdı. Daha sonra gelenler Nasrullah köprüsünü bile koruyamadılar. Yaptıran insandı; belki hatırlayanlar çıkar, yıkmak için dinamit atanlar da insan. Allah’ın ismini anarak Nasrullah köprüsü adını kullanan da insan, “kambur köprü” diyen şuursuzlar da insan.
Zarif İbnineccar Câmii, şehrimizin en eski tarihî eserlerinden biri. Onu yapan insandı; câmiyi koruyamayan, tretuvarı pencereye kadar dayayan da insan. Keza kırk yıldır bunu görüp de geçen belediye başkanları, valiler de insan. Geçen hafta Vakıflar Genel Müdürü gelip görmüş; dileyelim ki, farklı bir insan olsun.
Dünkü insanla bugünkü arasında büyük fark var. Bütün şehirlerde aynı dert. Dünküler şehirlerini korudu, sahiplendi, estetikten ödün vermedi. Oysa bugünkü insan paranın, rantın ve betonun peşinde gidiyor. Yeni değerler yaratamadığımız gibi mevcudu da koruyamadık.
Şehirlerin sosyolojisi değişti; eşraf dediğimiz, özgül ağırlığı olan insanlar bugün yok. Mesleklerinde öne çıkan saygın insanlar vardı, onlar da çekip gitti. Kültür ve san’at alanları tamamen söndü.
Şehirlerin mimarî yapısı her geçen gün bozuluyor. Uzağa gitmeyelim, en güzel örnek bizim şehrimiz. Beton yığınlarıyla her gün şehir katledilirken birkaç sokakta “güzelleştirme” adıyla sanki suluboya resim yapılıyor. Acı gerçek şu, bizimki dahil bütün şehirler ruhunu kaybetti. Ne yazık ki o ruh bir daha hiç geri gelmeyecek.
Kastamonu’da kadîm bir esnaf kültürü vardı. Hatırı sayılır insanlar, şehrin yönetiminde söz sahibiydiler. Parti organları, esnaf odaları, dernekler ve belediye meclislerinde görev alırlardı. Bu kişiler vasıtasıyla herkes dolaylı olarak yönetimde etkiliydi.
Geçen hafta bu kıymetli insanların bana göre sonuncusu Şerafettin Selvi aramızdan ayrıldı. Kendine özgü, yumuşak dilli, hoşgörü sahibi bir ticaret adamıydı. Seveni, sayanı çoktu. Bir dönem siyasetin içinde oldu, belediye meclisinde görev yaptı.
Aynı şekilde pandemi döneminde Kemal Pattabanoğlu’nu kaybettik. Meslek hayatımda kendisiyle çok yakın ilişkim oldu; derneklerde birlikte çalıştık. O da belediyede başkan yardımcısı oldu, birçok hayır işine öncülük etti. Kısmet olursa onunla ilgili ayrıntılı bir yazı yazmak istiyorum.
Esnafların içinde Hüseyin Polat yapıcı bir kişiliğe sahipti. Herkes onu Tosun usta diye bilirdi. Ufacık sayacı dükkânına sohbet için gelip gidenlerin sayısı çoktu. Mekânı küçük, gönlü büyük bir insandı. Esnaflar arasında saygın bir yere sahipti.
Şekerci Mehmet Çemek; dostumdu, mütevazı bir esnaftı. Müşteriye saygılıydı; mutlaka çay, kahve ikramında bulunur, sohbet ederdi.
Helvacı Hasan Kaşoğlu’nu saygın bir insan olarak tanıdım. Müşteriyi saygıyla karşılar; hatır sorardı. Siparişi hazırlamadan önce, helva bıçağı ile bir dilim helva keser, bıçağın üzerinde müşteriye nazikçe uzatırdı. Sunuş esnasında eldeki kibarlık, yüzdeki tebessüm her zaman dikkatimi çekmiştir.
Saraçlardan Hikmet Yaylı, kendi alanında önemli bir sanatkârdı, dükkânı müze olacak kadar aletlerle doluydu. Ara sıra uğrardım; kahve tiryakisiydi. Misafir, hane sahibinin ikramını geri çevrince “manfaatin oldu” dermiş. Ben de bu sözü hatırlatarak ikramını kabul etmezdim, şakalaşır, muhabbet ederdik.
Sanayi Çarşısı’nda Tekeli Kardeşler vardı. Dünya çapında saz ustalarıydı Ahmet ve Bekir ustalar. Sık sık atölyelerine uğrar, yapılan sazları incelerdim. Rahmetli Ahmet Tekeli 1975’de verdiğim özel siparişimi 6 yıl sonra yerine getirmişti. Her seferinde “size uygun tekne yok” derdi. Kardeşi Bekir usta da hatırşinas, muhterem bir insandı. Her ikisi de dostlarına, müşterilerine karşı çok saygı gösterirlerdi. Tevazuun ötesinde kanaatkâr insanlardı. Onların nazarında saz yapımı ticaret aracı değil, san’attı. Bizimkiler farkında değil, dünyada tanınmışlıkları vardı.
Fehmi Ataulusoy; mütevâzı, cemiyetçi bir insandı. Ticaret Odası, bazı dernekler ve belediye meclisinde görev yapmıştı. Tam adını hatırlayamadım; Hazret-i Pir Derneği uzun yıllar onun öncülüğünde çalışmalarını sürdürdü. Cumartesi günleri ziyaret eder, şehrin geçmişi üzerine söyleşi yapardık. Dosyaladığı yazıları gösterir, bilgi verirdi. Onların içinde, eğitim tarihi açısından çok değerli bir belge görmüştüm. İzniyle fotokopisini aldım; “bunu yayımlayabilir miyim” diye sordum, “sen bilirsin” demişti. Nezaketen sağlığında yayımlamadım. Onun hakkında geniş bir yazı hazırlamak istiyorum, inşallah o zaman anlatırım.
Son sözümü rahmetli Hayri Darende’ye ayırdım. Okul, cami, sağlık ocağı yaptırdı, birçok hayır işinde bulundu. Sözü, sohbeti dinlenir, eli açık bir insandı. Kişiliğini, hizmetlerini birkaç satırla anlatamam.
Kimsenin incinmesini istemem; şehirdeki esnaf, tüccar sadece bunlardan mı ibaretti diye serzenişte bulunabilirsiniz. Ben kendi tanıdığım; çayını, kahvesini içtiğim insanları yazdım.
Son sözümü basına ayırdım. Şehir kültürünün oluşmasında yerel gazeteler önemlidir. Gazetecilik noktasında Hüsnü Açıksöz büyük bir değerdir. 1919-1931 yılları arasındaki Kastamonu’yu, onun sayesinde Açıksöz gazetesinden öğreniyoruz. İstiklâl Harbi’nde Kastamonu müstesna bir eserdir.
Rahmetli Siyami Özel kendine özgü, mütevazı bir kişilikti. İnandığı yolda yürüdü, eğilmedi. Kalemini özgürce kullandı. Memleket sorunlarını halkın anlayacağı şekilde dile getirdi. Eleştirileri yapıcıydı, nezaketliydi. 1980 yılının sonlarıydı; bir gün, şehrin bazı sorunlarını yazmasını söylemiştim. “Aziz hemşerim, sen âli mektep mezunusun, kendin yaz” demişti. Çok şükür, o günden beri yazıyoruz.
Aydın veya entelektüel sıfatını kullanmak ne derece doğru olur bilmem. Saydığım şahsiyetler meslek ahlâkları ve uzlaştırıcı kişilikleriyle örnek oldular. Şehrimize değer kattılar, mekânları Cennet olsun.
MUSTAFA ESKİ