31 Mart 2018’de yerel seçimler yapılacak ya, şimdiden sıkılmaya başladım.
Vaadlerini yapmamışların bu seçim için de “şirinlik muskası” takıp aday oluşlarına mı katlanacağım?
Ya da seçime aylar kala başlayan karşılıklı karalama kampanyalarını mı duyacağım?
Seçmeni -af edersiniz- anlamaz/salak rolüne koyup her partinin taşıtlara yerleştirdikleri hoparlörlerle en yüksek ses perdesinden propaganda çığırtkanlığını mı duyacağım?
Seçim dönemlerinin insanlar arasında yarattığı huzursuzluğun ortasında mı yaşayacağım?
Çaresizlik, ne yaparsın ki böylesi durumlar karamsar düşüncelere sevk ediyor insanı…
Kaçasım geliyor yine bir yerlere…
Örneğin müzeler başkenti Brüksel’e…
NATO’nun ve de AB’nin de başkenti olan Brüksel’e her gidişimde geze geze bitiremediğim, görüp -kendime- ders çıkaramadığım daha pek çok müzesi olduğunu ressam Bedri Baykam’ın Cumhuriyet gazetesindeki yazısından okudum.
En çok etkilendiğim çizer Herve’nin TIN TIN’i için düzenlenen müzesiydi gezdiğim/gördüğüm onlarca müze arasında…
Baykam, “Brüksel müzelerinin dev yeraltı ağları” başlıklı yazısında ünlü sürrealist ressam Rene Magritte müzesinden övgüyle söz ediyor.
Bedri Baykam, yazısının bir bölümünde şöyle diyor; “….. bu dev yeraltı müzelik kompleksi 19. yüzyıl başından itibaren inşa eden, en güzel şekilde koruyan, geliştiren ülkenin yapısına nasıl imrendiğimi itiraf etmek istiyorum. Magritte Müzesi, Eski Ustalar Müzesi, (19.) Yüzyıl Sonu Müzesi, ayrıca bunların geçici sergi bölümleri ve kalıcı sergi bölümleri… Bunlara bir de merkezden biraz daha uzak Wiertz ve Meunier müzelerini eklediğimizde ortaya çıkan, yarısı yer üstünde, yarısı yer altında dev bir kültür organizması! Koca tüneller, sanki yüzyıllara yayılan o 20 bini aşkın yapıtı taşıyan bilgi ve estetik damarları! Kıskanmadım, sanatla arasına buzullar koymuş politikacılarımızı düşünerek imrendim. ‘Giderseniz görün’ demiyorum. Özel olarak bu müzeleri gezmek için Brüksel’e gidin diyorum!”
Bedri Baykam’ın önerisini önemsiyorum.
Yerel seçimin hay-huyundan sıkılırsam biraz soluklanmak için Brüksel’de müze ve sergi görmeye/gezmeye gidecek, sonra dönüp seçimde yurttaşlık görevimi yapacağım.
Malum, sanat insanı yaşama bağlayan bir başka atardamardır insanlar için…
Seçim öncesi böyle düşünedururken karamsarlığımı gideren haberi TV’den dinledim. Cumhurbaşkanı ve de AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin seçim döneminde ses, görüntü kirliliği yaratmayacak kampanyalar düzenleyeceğini duyurdu.
Tabii ki sevindim…
Yurttaşın kafasının içine girip düşünme payını felç eden o gürültü kirliliği hangi ülkede var.
Seçim öncesi dönemde “tam tamlar ülkesi” oluyor güzel Türkiyem…
Ses/gürültü kirliliği yanında çevre kirliliği de cabası…
Yap mitingi, saç etrafa dövüzleri, flamaları, amblemleri, kağıtları, afişleri, gazeteleri…
Bırak git, çöpçüler temizlesin!
Bu da bizim kent yaşam algımızın ölçüsü/kriteri…
Keşke bir “Demokrasi Müzesi” düzenlesek de dünden bugüne seçim propagandasında nasıl ilkellikler sergilediğimizi görüp ders çıkarsak kendimize…
Seçim öncesi siyasal aktivitelerde çevre, ses ve görüntü kirliliğini azaltacak tutum ve dikkat uygar yaşamın bir ölçüsüdür diye düşünüyorum.