Ticaretin karşılıklı “çıkar ilişkileri”ne dayalı olduğunu bilmeyen yoktur sanırım. Örneğin, eskiden mahalle bakkallarının “sarı yapraklı defter”leri vardı. Mahallede oturan aileler için o defterde sayfa açılır, veresiye alınan her şey oraya yazılır, aybaşında maaş alan memur, emekli, işçi ilkin bakkala uğrar borcunu öderdi. Çıkar ilişkisi şuydu: Bakkal yeni bir müşteri edinmiş olurdu. Memur, emekli ya da işçi “veresiye yazdırıp” param yok diye düşünmezdi.
Alınır, deftere yazılır, ödenir, bakiye kalır. Günler böylece sürüp giderdi. “Mahalle bakkalları” birer banka gibiydi eskiden. Kimi sıkıntılarda gidip nakit para bile istenir, deftere yazdırılırdı.
Bu güven ortamı çook eskilerde kaldı. Şimdi marketler çıktı, mahalle bakkallarının pabuçları birer-birer dama atıldı.
Köroğlu’nun “Martin çıktı, mertlik bozuldu…” örneği.
Şimdilerde moda kredi kartı… O da çıkara dayalı… Geçen yıllarda bu çıkar yolu çok daha soygun türü bir hal almış, kredi kartı veren kuruluşlar; “kart ücreti, dosya parası, hesap özeti, fiş ücreti, ATM kullanım ücreti gibi konuları “gelir” kaydetme için formüller üretip kârlarını şişirmişlerdi. Sonunda adil olmayan bu uygulamaya son verdirildi.
Diyeceğim o ki, kredi kartının “akbabalık” gibi zorlayıcı ödeme koşulu yanında “Mahalle Bakkalı veresiye Defteri”nin esnek, çok masum ve karşılıklı anlaşmaya daha yakın, anlaşılır bir uygulaması vardı.
xxx
Ticaret dünyamıza finansal hareketlilik ve kuşkular gelince her şey “döviz hareketi” üzerinden düşünülmeye, kotarılmaya başladı. Sonuçta “mahalle bakkalı” deyimi de Türkçemizden silindi/söylenmez oldu.
Tıpkı, ANAP döneminde Turgut Özal’ın “Orta Direk” diye diye ortada bir şeyin, direğin kalmaması gibi…
Neyse, belirtmek istediğim şu: Rusya Federasyonu aldığı bir kararla Türk mallarını taşıyan TIR ve gemileri sınırlarından içeri sokmuyor. Paşa gönlü öyle istiyor. Bizim buradan –hariçten- gazel okumamıza gerek yok… Zorla “Alacaksın!..” demeye hiç hakkımız da yok.
Şunu biliyorum, Karadeniz’de iki komşu köylü -evleri de birbirine çok yakın- bir nedenle birbirlerine küsmüşler/darılmışlar. Biri “-Sen göreceksin!..” deyip tehditler savururmuş akşam-sabah. Beriki /komşusu da altta kalmamak için anında laf yetiştirirmiş küs arkadaşına…
Taraflardan biri çayır yığınımı yakacak deyip sipere yatıp beklemiş…
Diğeri, ahırımdan ineğimi çalacak deyip evinde elinde silah beklemiş… Gel zaman, git zaman bu bekleyiş devam etmiş… Ama ortada hiçbir aleyhte gelişme olmamış. Bir süre sonra taraflar bakmışlar “ne var-ne yok?” diye… Birinin yağmur altındaki çayır yığını çürümüş, heba olmuş… Diğerinin ineği bakımsızlıktan “iki kemik, bir deri” kalmış…
Değişen dünya koşulları, farklı ekonomik zenginlikler, iletişimin/ulaşımın düşünülemeyecek denli gelişmiş olması nedeniyle insanlar; ama topluluk, ama bireysel anlamda birbirlerine öylesine bağlı, muhtaç ki… Şimdi Rusya’nın “yaptırım yapacağım” deyip bunun gerçekleşeceğini mi sanıyorsunuz?
Diplomasi de böylesi durumlarda yutmak/unutmak durumunda kalındığında böylesi söylemler çok olur. Ama bir zaman sonra; “yutma/unutma”yı sineye çeken taraf, “yeni bir “yutma/unutma” durumu yaratmanın peşinde peşinde koşar.
Bunu unutmamak gerekir.