Elbette “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyerek çıkılan yolda tabiidir ki “sanat” için ayrı bir politika geliştirilmesi ve çabası gerekiyordu. Bu yüzden çağını anlamaya çalışan ve onu yeniden yorumlayabilen aydın, duyarlı ve “birey” olduğunu bilip özümsediği değerler ile topluma katkı veren yol gösteren sanatçılar yetiştirmek de gerekiyordu. Toplumu şekillendirmede “sanat” her daim en uygun ve etkin araç olmuştur. Bir ulusun kültür yaşının o ulusun sahip olduğu sanat yapıtları, sanatçı sayısı ile değerlendirildiğini bilen Atatürk, çağdaşlaşmanın tüm gerekleri için eğitime öncelik ve önem vermiş, buradan hareketle kent mimarisinden dil, resim, heykel, müzik ve toplum sağlığı alanlarında liderlik etmiş ve yol göstermiştir.
Belirlenen kültür – sanat planlamaları ile çağdaşlaşma ülküsüne hız verilmiş, bu amaçla sanatı ve sanatçıyı destekleyen faaliyetlere öncelik tanınmıştır. Düzenlenen sergiler, bu sergilerde bizzat bulunarak yapıt satın alınmak suretiyle hem sanatçıyı ödüllendirmiş hem de motive ederek üretimine katkı sağlamıştır. Yurtdışı eğitimleri ihmal edilmemiş sanatçılar yurt dışına sanat eğitimine gönderilmiş, kurulan Halkevleri ve Köy Enstitülerinde sanat uygulamalarına yer verilerek bu alandaki boşluk doldurulmaya çalışılmış, ilk Resim ve Heykel Müzesini kurulmuştur. Sanatı halk arasında sevdirmek, tanıtmak ve yaygınlaştırmak, sanat duyuşu ve görgüsünü artırmak Cumhuriyet’in yönetici kadrolarının öncelikli hedeflerinden biri olmuştur.
1938-1943 yılları arasında(ki o yıllar önemli konjoktürel sıkıntılar vardır), düzenlenen “Yurt Gezileri” ile 48 ressam, Anadolu’yu, iklimini, coğrafyasını, tarihini, kültürünü, folklorunu ve insanını yansıtan resimler yapmak üzere; ilk dört sene 10, beşinci sene 14 ve altıncı sene de 11 kişilik gruplar halinde Anadolu’nun birçok iline gönderilir.
Geziler vesilesiyle sanatçıları Anadolu ve insanı ile kaynaştırmak, Türk resim sanatının gerçekçi ve hayata dair gelişmesini sağlamak gözetilirken, geziye çıkan ressamlara gönderilen mektuplarda bu meselenin millî bir görev olarak algılanması gerektiği de vurgulanır.
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin eğitim yoluyla köylüye aktarılmasının yanı sıra köylünün iktisadî anlamda da etkin kılınması önemliydi. Bu amaçla Halkevlerine büyük görev yüklenilmiştir. Bir kültür kurumu olarak temellendirilen Halkevleri eğitim-sosyal ve kültürel değişim için önemli bir rol oynamıştır. Örnek olma-eğitme ve öncülük amaçlı olarak hayat bulan Halkevi ilimizde 24 Haziran 1932 yılında açılır.
Açılan halkevi şubelerinde; Dil-Tarih ve Edebiyat, Güzel Sanatlar, Temsil, Spor, Sosyal Yardım, Halk Dershaneleri ve Kurslar, Kütüphane ve Yayın, Köycülük, Müze ve Sergi, olmak üzere 9 kolda faaliyet gösterilmesi istenilmektedir. Kastamonu Halkevi bu 9 koldan 7’si üzerinden kol faaliyetlerini yürür.(TABLO)
Düzenlenen yurt gezilerinin üçüncüsünde Kastamonu’ya gelen ressam Arif Bedii’dir (Kaptan).
15 Ağustos–30 Eylül 1940 tarihleri arasında düzenlenen üçüncü yurt gezisine katılan diğer sanatçılar Arif Kaptan, Şeref Akdik, Halil Dikmen, Melahat Ekinci, Edip Hakkı Köseoğlu, Nurullah Berk ve Elif Naci, İstanbul’dan; Eşref Üren, Nurettin Ergüven ve Saip Tuna’da Ankara’dan iştirak ederler. Bu gezi için tercih edilen iller; İçel, Amasya, Giresun, Aydın, Isparta, Kastamonu, Seyhan (Adana), Samsun, Maraş,Yozgat olacaktır. Geziye katılan sanatçılar Güzel Sanatlar Akademisi
ve Ankara Halkevi tarafından belirlenir Seçilen ressamlar D Grubu’na,Müstakillere, Güzel Sanatlar Birliği’ne dahildir. Ağırlık D Grubu’ndadır. Bu dönemde ArifKaptan bağımsız sanatçıdır.
Malik Aksel, Arif Kaptaniçin, “Arif Kaptan, filân çiçek, filân manzaradan ziyade kuvvetli bir empresyonist görüş ve duyuşu göstermektedir. Sanatkâr güzel motifleri seçkin renklerle beslemesini iyi biliyor.”diyecektir.
Arif Bedii Kaptan, Kastamonu çalışmasından; Kaya altı, Bahçeli Kahve, Kırmızı Ev, Sanat OkuluEteklerinden, Aşağı Köprü Yolu, Paşa Suyu(İzbe(li) köy(ü), Anıt Meydanı (İnebolu), Ana Cadde(İnebolu), Kırmızı Beyaz Ev (İnebolu)tabloları ile dönecek ve bu çalışmaları Cumhuriyet Halk Partisi tarafından satın alıcaktır.(BELGE:1)
Arif Bedii Kaptan, Kastamonu izlenimlerini tabloları dışında muhtelif süreli yayınların kapaklarında kullanacaktır. Bunlardan biri o dönem bu günkü“hal” tarafı duvarla örülü olup duvar tarafında bir çay ocağı bulunan Nasrullah Şadırvanıdır.(FOTO:1)Ülkü dergisinin kapağında “Kastamoni’de Kahveli Şadırvan” adı ile yeralan çalışma(KAPAK1)muhtemelen Kastamonu’da yaptığı “Bahçeli Kahve” çalışması izlenimleri kaynaklı olabilir.
Yurt içi ressamlar gezisinde yapılan tabloların CHP tarafından satın alındığı ve tabloların ilgili İller Halkevi demirbaş kaydedilmek üzere gönderildiği biliniyor. Ancak Arif Bedii Kaptan’ın Kastamonu tabloların akıbeti ne yazık ki meçhul. Halkevleri 14 Mayıs 1950 tarihinde gerçekleşen seçim ertesinde, TBMM’de 8 Ağustos 1951 tarihinde kabul edilen ve 11 Ağustos 1951 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5830 Sayılı Kanun ile kapatılmış, Türkiye genelindeki bütün Halkevleri’nin malları hazineye devredilmiştir.
Halkevi’nin faaliyet gösterdiği son binasını(FOTO:2) kullanan bu günün Halk Eğitimi Merkezi demirbaşına kayıtlı Arif Bedii Kaptan imzalı tablo var mıdır bilinmiyor.
Umarım bu değerli ressamın Kastamonu’yu resmettiği kıymetli tablolar bir gün gün yüzüne çıkar.
KİMDİR :
Arif Kaptan(1906-1979)
Tam adı Arif Bedii Kaptan’dır. 1906 yılında İstanbul’da doğmuştur. Ressam Arif Kaptan, Heybeliada Bahriye Mektebi’nden mezun olduktan sonra askeri mühendis olarak 1930 yılına kadar çalışmış ancak askerlikten ayrılıp kendini tamamen resim sanatına vermiştir.
Ressam Arif Kaptan Deniz Harp Okulu’na devam ettiği yıllarda resme olan yeteneğiyle dikkat çeker. Harp okulundan sonra kendini tamamen resim çalışmalarına verir. Akademide Nazmi Ziya’nın öğrencisi olur ve D Grubu’nda yer alır. 1947-1949 yıllarında Paris’e giderek Andre Lhote’un atölyesinde kendini geliştirir. Doğayı çok seven sanatçı önceleri empresyonizm etkisinde kalarak doğa karşısında duygulu peyzajlar yapar. Daha sonra figüratif yollardan geçerek soyut resimde karar kılar. Bazı çalışmalarıyla ilk lirik soyutlamacı ressamlar arasında kabul edilir. 1955’ten sonra renk uyumuna önem veren geometrik bir anlayışla soyut eserler üretir. Peyzajlarında çok başarılıdır. Genelde lirik, renkçi, soyut anlayışta denemeler yaparak tabiatı sınırlı renk lekeleri şeklinde ifade eder. Kullandığı renk lekeleri Zeki Faik İzer’i hatırlatır. Sanatçıya göre Türk ressamı, kendine ‘milli karakter’ bulduracak kaynaklara yönelmelidir.
Çünkü resim sanatımıza ulusal nitelik verebildiğimiz ölçüde uluslararası büyük sanatçılar yetişir. Ona göre Türk resmine ‘milli karakter’ kazandıracak bu kaynaklar; süsleyici sanatlara giren; kilim, minyatür, yazma, çini kumaş, hat gibi geleneksel kültür ve sanat öğeleridir. Bu düşüncelerle sanatçı hat sanatının soyut özelliklerinden yararlanarak kompozisyonlar oluşturur.
FAHRİ ÖZBEK