Trabzonsporlu Salih Dursun, kiralık geldiği Galatasaray ile oynadıkları maçta isminden de ileri bir Doğu Karadenizli olduğunu gösterdi ve ana görevleri “büyükleri kolruma ve kollama”, yan işleri ise hakemlik olanlar taifesinden Deniz Ateş Bitnel’in burnuna kırmızı kartı dayayıverdi.
Eliyle de çıkış kapısını gösterdi ki, yanılıp da bir daha sahaya dönmesin…
Ligde iddiası kalmamış iki takımın, hakemsiz oynamış olsalar kardeşçe bitecek maçını infaz alanına çeviren “hakemsi” sorununu gerçek bir kararlılıkla ve ülkeyi masrafa sokmadan çözme niyeti alkışa değerdi, genç oyuncunun. Öyle de oldu. Anadolu’dan yükselen alkış sesleri İstanbul semalarında yankılandı.
Lakin futboldan anlamadığı gibi iyilikten, ülke menfaatinden de anlamayan Bitnel, kırmızı kartı kaptığı gibi çocuğa yöneltti. Ne de olsa, konuya hakim olmasa bile sahanın tek hakimi yetkisi bir şekilde kendisine verilmiş haktı. Kırmızı kartı görünce çekip gitmek yerine yetkisini kullanmayı tercih etti. Salih Dursun, baktı ki karşısındaki zat anlama özürlü, eliyle “‘Ne halin varsa gör” işareti yapıp kendisi terketti oyun alanını.
Bitnel ise skoru değiştiren golün Trabzon kalesine girdiğine emin olduktan sonra, verdiği uzatmayı bile beklemeden -belki de sevinçten- düdüğünü çaldı ve içine ettiği maçı bitirdi.
Ardından asıl kıyamet TV’lerdeki spor programlarında ve sosyal medyada koptu. Konu bir anda katliam saldırısı ve ardı ardına verilen şehitlerle en kara günlerini yaşamakta olan ülkenin bu sorunlarını bile sollayıp (!) bir numaralı gündem maddesi haline geldi. Öylesine derin tartışıldı ve konuşuldu ki, Ahmet Hoca (Çakar) Interpol’ü bile göreve çağırdı.
Bir diğer yorumcu ise Salih Dursun’un Trabzon’a heykelinin dikilmesini önerdi. Bu öneri bana yıllar önce yaşanmış benzeri bir olayın kahramanı olan arkadaşımızın hakkının yendiğini düşündürdü.
Kastamonu Gençlerbirliği formasıyla amatör ligde top koşturduğumuz yıllardı. İnebolu 9 Haziran Stadı’nda iddialı bir maça çıkmıştık.
Doğu Karadeniz’in Trabzon’un da doğusundan kopup Kastamonu’ya gelmiş sevgili takım arkadaşımız, değerli eğitimci Haş Hoca, karşılaşmanın en zorlu dakikaları oynanırken, kendisi de bir öğretmen olan hakemin kırmızı kart tacizine uğrayacağını anlayınca özüne dönmüş ve zaptedilemez bir horon ritmi tutturmuştu.
Yöresel özelliği olan atikliğiyle tek hamlede çekip almıştı hakemin elindeki kırmızı kartı. Hakem, kaptırdığı kartını geri alabilme gayretindeydi. Niyeti, Deniz Ateş Bitnel gibi kartına yeniden sahip olup Haş Hoca’ya göstermekti.
Lakin ne fayda?! Haş Hoca, kırmızı kartı aynı çabuklukla hakemin ulaşamayacağı bir yere, şortunun içine indirmişti bile.
Bir an için göz göze geldiklerini hatırlıyorum. Hakem niyetlenir gibi olsa da, Haş Hoca’nın şortunun içine uzanıp kartını geriye alma hamlesini yarıda kesmişti. Ya yüreği yetmemişti, ya da kart yerine başka bir şeyi tutabileceği endişesiyle ağzı açık donup kalmıştı öylece.
Kartı tam emniyete alan Haş Hoca, “Kırmızıyı şimdi görecek olan gördü, gereğini de yapar ” diye düşünmüş olmalı ki, hiçbirimizin anlayamadığı bir şeyler söylene söylene sahadan çıkıp gitmişti soyunma odasına.
Maç bitip “Kartı ne yaptın hoca?” sorumuza verdiği cevap, operasyonu tamamlamış macera filmi kahramanı mutluluğu fışkıran bir ifade ve dudağının kenarına oturmuş hınzır gülümsemeyle gelmişti:
– Uy! Helaya atmişim da! Üstüne de cüzelce…
•••
O kızgınlıkla futboldan soğuyup bir salon sporuna kendisini vakfeden Haş Hoca’nın, sonraki yıllarda kariyerini geliştirip ortaöğretimden yükseköğretime terfisini CV’sine bu olayı eklemiş olma ihtimaline bağlarım hâlâ!
Biz kıymetini yeterince bilememişiz.
Bir heykel yakışıyormuş hocamıza.
Cemil Özel