Geçenki bir yazımda ipin ucu kaçıyor demiştim. Bugün de sakala sardırdık diyorum, yani iş kötüye gidiyor. Doğal olarak korona virüsünden söz ediyorum. Son altı aydan beri her şeyimiz farklı. Bütün dünya, bugüne kadar tanımadığı bir bela ile uğraşıyor.
Mart başından bu tarafa her türlü düzenimiz bozuldu, hayatımızda yeni bir dönem başladı. İlişkiler koptu, misafirlik yok,geliş gidişler tamamen durdu. İnsanlar birbirlerine karşı mesafeli, karşıdan bir tehlike bekliyor. Bizim gibi sıcak kanlı insanlar için zor bir durum. El sıkışmayı, sarılmayı, kafa tokuşturmayı çok severdik, hepsi kayboldu.
Salgına hazırlıksız yakalandık. Sanıldı ki, diğer enfeksiyonlar gibi gelip geçecek. Kaderci bir toplum olmanın yanında, her zamanki gibi “bana bir şey olmaz” tarzındaki umursamaz halimiz başımızı ağrıttı. Burada yönetimin de önemli hataları oldu şüphesiz.Salgın, yeteri kadar kavratılamadı topluma. Tehlikenin 65 yaş üstü insanları ilgilendirdiği düşüncesi yerleşti kafalara. Onları da evden çıkarmazsak bu iş tamamdır dediler. Baktılar ki durum farklı, bu kez 20 yaş altını da ilave ettiler.
Nereden alındığı ve ne şekilde yorumlandığına bir türlü aklımızın ermediği istatistik rakamlarıyla kafamız şişirildi. İlk günlerde televizyon ekranları tıp fakültelerinin amfisi gibi oldu. Çok şükür son zamanlarda biraz azaldı, Sağlık Bakanımız da eskisi gibi televizyonlarapek çıkmıyor,görüyor ki işler iyi gitmiyor.
Gele gele geldik MMT’ye. Yani maske, mesafe, temizlik. Konuya halk sağlığı açışından yaklaşmak yerine, sade vatandaşın anlayamadığı gereksiz yorumlarla karşılaştık. Şu maske konusundaki tartışmaları herkes hatırlasın. ABD’deki bir doktorumuz, ısrarla maske takılması gerekiyor diye söylediği halde, bizimkiler önemli değil demediler mi? Muhtemeldir ki, o günlerde, elde yeteri kadar maske yoktu, vaziyeti idare ettiler.
Okul, câmi, kahvehane, lokal ve benzeri bütün toplanma mekânlarının kapatılması son derece isabetliydi. Biraz hazırlıksız da olsak, uzaktan eğitime geçmek de isabetli bir karardı. Yanlışlıklar yanında elbette doğru yapılan işler de vardı. Ancak önlemler taksit taksit alındı, hâlâ da öyle gidiyor. Bu da konunun baştan itibaren ciddiyetle ele alınmadığı konusunda kuşkulara neden oldu.
Haziran başından itibaren yeni normalleşme dönemi hiç de beklenildiği gibi olumlu sonuçlar vermedi. İnsanlarımızdaki vatandaşlık duygusu çok zayıf. Yıllardır din kültürü ve ahlak bilgisi ilevatandaşlık dersleri okutuluyor,işte durum meydanda. Ego yüksek, herkes bildiğini okuyor.
Çağdaş anlamda vatandaşlık duygusu yerleşmeyen toplumlarda, zorlayıcı önlemler almak, yaptırımlar uygulamak devletin görevidir. Alınantedbirler sulandırıldı. Ancak bunda yönetenlerin de kabahati var. Başlangıçta zaaf yaratırsanız, bizim toplum bundan yararlanmaya kalkar. Nitekim bugünkü duruma böyle geldik.
Bu işin şakası yok, insanlar ölümle savaşıyor. Binlerce sağlık çalışanı ve aileleri can derdinde. Biz, normal hasta olsak bile, virüs korkusundan hastaneye gitmeye çekiniyoruz. Binlerce doktor, hemşire, hasta bakıcı ve diğer personel her gün tehlike ile karşı karşıya. Sadece onlar mı? Evde eşleri, çocukları ve yakınları da risk altında. Yazık değil mi bu insanlara? Çoğumuzun sorumsuzluğu, daha doğrusu lâubâliliği yüzünden hem sağlık personeli, hem de mesuliyetini bilen bizim gibi insanlar tehlike altında.
Düğün, nişan, mevlit, tâziye, asker uğurlaması gibi eylemler baştan yasaklanamaz mıydı? Düğün yerine nikâh yapılsa evlilik gayrımeşru mu oluyor? Olağanüstü bir durum olduğuna önce devletin kendisi inanacak. Kimse kusura bakmasın, bu konuda çok zaaf yaşandı ve halen devam ediyor. Bir saatlik, iki saatlik düğün mü olur Allah aşkına? Bazı illerde düğün yasak, bazılarında serbest. Bizde adamına göre davranmak âdeti vardır, demek ki virüs de öyle. Bazı illere ayrıcalıklı muamele ediyor, düğünlere de bir iki saatliğineuğramayacak! Böyle bir şey olabilir mi? Virüs dediğimiz bela her yerde kol geziyor; elli, yüz kişilik bir grubu etkilemek için tek kişi yetiyor.
Düğün yapalım, kınası da olsun, yemek de olsun, mevlit de olsun, hak da olsun; göbek de atalım, halay da çekelim. Oldu olacak, doğacak çocuğun sünnet düğününü de peşin yapalım. Biz, bu sorumsuz insanların yükünü çekmek zorunda mıyız? Üç ay evden dışarı çıkmadık, hâlâ kısıtlı hâlimiz devam ediyor.Bizim haklarımız ne olacak?
Çarşıda görüyorum, şu maske meselesi bile tam yerleşmedi. Kimisi çenesine, kimisi koluna takıyor. Sorsan, maskem var diyecek. Sokaklar denetimsiz. Hemen her gün kütüphaneye gidiyorum,Kuyudibi caddesindeki kaldırımlarda oturanlara bakıyorum. İnsanlar birbirinin çenesine girmiş, sohbet ediyor.Diğer zamanlardan hiçbir farkı yok.
Toplumda sorumlu insanlar zaten gereğini yapıyor. Maskesini takıyor, mesafesini ayarlıyor; bunlar mutlaka temizliğe de riayet ediyor. Sorumsuz insanları hizaya getirmek devletin görevi değil mi? Yaptırım uygulamadıktan sonra karar alsanız ne olacak ki?
Son tahlilde düşüncem şudur: Bu iş sakala sardı. Yarın ayın başı, artık tatil bitti sayılır, dönüşler de başladı. Şu ortamda okulları açmak büyük risk. Hiç kimse lafı yuvarlamasın. Bu dönem topluca çok ciddi bir mücadele gerekiyor. Aşı yok, ilaç yok; öyle görülüyor ki, sonbaharla birlikte vahim bir durumla karşılaşacağız. Bu kafayla gidersek sonuç ne olur? Kısa bir cevap vereyim, eskilersöylerdi;kırk yıl kıran olmuş, eceli gelen ölmüş. Neticede ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
Ciddi olalım; toplum olarak önce bu işin vahametini öğrenelim, ortalığın son derece tehlikeli ve ölümcülolduğunu bilelim, kurallara sımsıkı uyalım.
MUSTAFA ESKİ