Tezer Özlü, “Neden yazılır?” sorusunu şöyle cevaplıyordu: “Dünya acılı olduğu için ve duygular taştığı için yazılır.” Benim bu haftaki yazımın sebebi de bu aslında. Dünya acılı ve eminim birçoğumuzun duyguları taşıyor. Yine Dünya’nın bir yerinde bombaların patladığı, çığlıkların, yakarışların bombalara eşlik ettiği bir zaman diliminden geçtik, geçtiğimiz hafta.. (şuanda da geçmeye devam ediyoruz aslında.) Gözümüz, kulağımız daha önce hiç görmediğimiz, bilmediğimiz yerlerden ve insanlardan gelecek haberlerdeydi. Hüznü, heyecanı, korkuyu ise o savaş anını yaşayan sivillerle kilometrelerce uzaktan paylaştık. Ama bir fark vardı… Her ne kadarorada yaşananları gün içinde haber kanallarını açıp, sosyal medyadan takip etsek de yaşamaya devam ediyor ve en önemlisi sıcacık yataklarımızda uyuyorduk. Oradaki insanların hayatlarıysa bir günde darmadağın oluyordu. Savaş zamanları ülkeler, insanlar, renkler, dinler, diller ve ırklar değişse de acılar hep ortak bir payda da buluşmaya devam ediyor. Kalplerimiz hep bir diğerinin acısıyla atıyor; gözlerimizse bir diğerinin gözyaşıyla doluyor. Siyasi liderlerin hırsları uğruna bir gecede halk, darmadağın oluyor ve en kötüsü de bilinmez bir hırs uğruna öldürülüyor.
Savaş esnasında sosyal medyadan birçok korku dolu bakışlara ve an’laratanıklık ettik. Tepesinde savaş uçakları uçarken hayata ‘umutla’ gözlerini açan bebeklere, oyuncağı kucağında ne olduğunu anlamaya çalışan ve hatta kimi zaman anlayıp ‘Savaş çıktığını biliyorum. Bu savaşı durdurun. Ölmek istemiyorum.’ diyen cesur çocuklara, belki bir daha birbirini göremeyecek olsalar da sanki son kez değil de ilk kezmiş gibi birbirlerine var gücüyle sarılan âşıklara, insanların yaşadığı korkuyu anlayıp kendileri de bombaların sesinden olabildiğince korkan hayvanlara, ‘böyle bir durumun bizim ülkemizde olabileceğini hiç düşünmemiştik. Savaşlar kitaplarda olurdu, okurduk. Başımıza geleceğini bilmiyorduk.’ diyen öğretmene, silahaltına girmeye hazırlanan ve kızını belki de son kez gören babanın hem kızından ayrılamayışına hem de gözyaşlarına çok acı bir şekilde tanıklık etmiş olduk. Savaş işte: Kazananın (!) egosuyla, insanların acıları arasında bir yerde.
Tabii bir de, bu savaş olayları gündeme geldiğinde, coğrafyanın ne derece insan hayatına etkili olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Ukrayna’nın pek çok yerinden insanlar teker teker çantalarını sırtlamış diğer ülkelerin sınırlarına yürürken kimileri arabalarla kimileriyse bisikletleriyle gidiyordu. Birçok farklı ülke, bir diğer ülkenin daha sığınmacılarına kapı açıyordu. Göç dalgasını insanlar genellikle Orta Doğu nazarında düşünürken Batı ülkesinde yaşayan insanların da sığınmacı statüsüne girebileceklerine inanılamıyordu doğrusu. (!) Bu durum da, ne yazık ki, acı bir gerçek olarak tarihe düşüldü. Şu unutulmamalıydı: Dış unsurlar tarafından, yaşadığımız topraklara duyduğumuz aidiyetler yok edilmeye çalışıldığında hangi ülkede yaşıyor olursak olalım bu gerçekle yüzleşeceğimizaşikârdı. Yıllar önce Suriye’den, yakın zamandaysa Afganistan’dan gelen sığınmacılara bakılan gözle ne Avrupa ne de Türkiye, Ukrayna halkına aynı şekilde bakmıyordu. Batı ülkelerinin ırkçı söylemlerinin yanı sıra Türkiye’den de cinsiyetçi söylemler gelmeye başladı ve Türk halkı, bu olayda da şahsımca sınıfta kaldı.
Ülkemizden yükselen “Ukraynalı kadınlar gelecek.” sevincini kafam önümde, utanarak izledim. İnsanların yaşadığı vahim olaylardan ‘şaka’ yaptığını düşünen birçok kişinin videoları dolandı sosyal medyada. Savaş, herkesi etkiliyordu ama kadınları ve çocukları daha fazla. Çünkü savaş ortamından kaçmaya çalışan her kadın ve çocuk, tehlikeye daha açık ve daha savunmasız kalıyordu. ‘Kadın olmanın’ dezavantajlı olduğu her coğrafyada bir de ‘savaştan kaçan bir kadın olmak’ çifte dezavantaj yaratıyor ve kadınları her türlü şiddetle karşı karşıya bırakıyordu.
Kısacası bu eril kültür, dille başlayıp davranışlarla son buluyor. O yüzden cinsiyetçi dil, şiddete başkaldırımızda en büyük mücadele alanımız olmalı. Kadın bedenini, cinsiyetini aşağılayan kelimeler; sözde komik şakalar için kullanılan argo terimler; cinsiyetler arası ayrımcılık içeren kalıp yargılar… Hepsi şiddeti üreterek ‘meşru’ hale getiriyor. Bu nedenle dil, geleneklerin ve düşüncelerinaktarılmasında en büyük kaynağımızken doğru şekilde aktarabilmemizse gelecek nesillere ve topluma yönelik en büyük görevimizdir. Eşitlik dilde başlar ve şiddet, en önce dilde sona erer. Savaşların son bulduğu ve barışın hüküm süreceği geleceklere… Sevgiyle kalın.
Av.SEDA ÇETİN