Şiir yazmak zor, şair olmak daha zor ülkemizde. Sevmek veya sevilmemek; iki soyut kavram. Hangi taraftan baktığınıza bağlı, tıpkı bardağın dolu veya boş tarafı gibi.
Geçen hafta Ozan Arif aramızdan ayrıldı. Uzun yıllar ülkücü câmianın sesi olmuş önemli bir kişi. Karşı görüştekilerin eleştirisi oldu, kendi cenahından da bazıları tepki gösterdi. Bunlar çok yadırgatıcı şeyler. Öncelikle şunu söyleyelim; şairler ülkemizin insanı, kolay yetişmiyor. Ölenin kimliği ne olursa olsun iyi dileklerde bulunmak, rahmet niyaz etmek, mümkünse son yolculuğuna uğurlamak, helâlleşmek bir insanlık erdemidir. Görüyoruz ki birçok hasletimizi yitirmişiz. Kör hırs ve nefret erdemin önüne geçmiş.
Bu olay, bizim sanata ve sanatçıya bakışımızı derinden etkiliyor. Türkiye toplumunun yürüyeceği daha çok yol var. İnsanları ayrı ayrı kalıplar içine koymayı çok seviyoruz. Bir kişiyi değerlendirirken önce siyasal görüşleri ön plana çıkıyor. Kimden, ne yandan, hangi partiden, hangi gruptan, bizden mi, karşı taraftan mı gibi sorularla yaklaşıyoruz. Çağdaş dünyada insanların siyasî görüşleri çok farklı olabilir. Bunları doğal karşılamak gerekir. Benim beğendiğimi başkasının sevmesi şart olmadığı gibi, başkasının beğendiğini de ben sevmek zorunda değilim. İnsanları tartarken neden siyasal görüşlerine bakıyoruz? Başka değerlendirilecek yönleri yok mu? Bilgi, erdem, insanlık, sanat anlayışı, arkadaşlık, komşuluk, yardımlaşma, dostluk gibi hasletler neden dikkate alınmaz? Yıllardır sürüp gelen bu hastalıktan kurtulmadıkça ileri gitmemiz mümkün değil. Yaratandan ötürü yaratılanı sevmeyi ne zaman öğreneceğiz?
Ülkemizde, farklı özellikleri olan çok değerli şairler var. Subjektif, tarafgir anlayıştan kendilerini kurtaramıyor. Oysa biz, şairlerimizi sanat yönüyle değerlendirmeliyiz. Şair veya sanat adamının fikri benim dünya görüşüme uyarsa çok kıymetli ama karşı görüşte olursa hiç değeri yok. En çok gündemde olduğu için yazayım; söz gelimi Mehmet Âkif, dinî yönü ağır basan büyük bir şairimiz. İstiklal Marşı, Boğaz Harbi(Çanakkale Şehitleri), Bülbül gibi muazzam şiirleri yazan bir insan. Nedense Türkiye’de bir kesim siyasal nedenlerden dolayı ona soğuk bakıyor. Son yıllarda, kendi cenahından da salvolar geliyor. Aynı şekilde Nâzım Hikmet, bir kesim tarafından çok sevilirken karşı taraf onu suçluyor. Tevfik Fikret; biraz oğlundan, biraz da padişahla ilişkisinden dolayı eleştiriliyor. Aynı şairin, gençlere özgür olmayı, dik durmayı öğütleyen şu dizeleri hiç akla gelmez:
“Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr ü bâl
Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tâirim”
Necip Fazıl Kısakürek; seveni de, eleştireni de çok. Namık Kemal Abdülhamit’e muhalefet ettiği için bazı kişilerce sevilmez. Listeyi uzatmak mümkün. Her halde en rahat olanı Yahya Kemal gibi görünüyor ama onun da muhalifleri yok değil.
Teraziye koyduğumuzda haksızlık ediyoruz. İstiklal Marşı’nı, Çanakkale Şehitleri’ni yazacak ikinci bir Mehmet Âkif; Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nı bize armağan eden başka bir Yahya Kemal yok. Keza Kuvâ-yı Milliye Destanı’nı yazacak yeni bir Nâzım Hikmet; Sakarya Türküsü’nü yazacak başka bir Necip Fazıl var mı?
Bizler bu insanların şiirlerini zevkle okuyacağımız yerde, eleştiri oklarının hedefi yapıyoruz. Bu tenkitler sanat açısından olsa hoş karşılanabilir. Zira her sanatçının teknik yönden eleştirilecek yönü mutlaka vardır. Ancak bunu yapanın da sanattan anlayan ve eleştirdiği kişiden daha fazla yetkin olması gerekmiyor mu? Oysa biz böyle düşünmüyoruz. Belki de sanattan yeteri kadar anlamadığımız için herkesin yaptığı kolay yolu tercih ediyoruz. Siyaset terazisi ile sanatçı asla tartılmaz. Şairlerimizi, sanatçılarımızı rahat bırakalım.
Yazıyı bir şiirler bitirelim. Geçen gün, 1924 tarihli Açıksöz gazetesinde, dârülmuallim öğrencisi Muzaffereddin Rıza’nın güzel bir şiirini gördüm. O zamanlar öğrenciler çok şiir yazıyordu ve bunlar gazetede yayımlanıyordu. Şiir dört kıt’a ve 11’li hece vezniyle yazılmış. Yerim dar olduğu için mısraları yan yana yazıyorum; umarım beğenirsiniz:
Ey kuzu, ey güzel bahar meleği/ Boynunu büker de niçin bakarsın/ Ey ana kuzusu, hazan çiçeği/ Niçin hûnun ile yürek yakarsın?
Sütten mi ayrıldın, bir derdin mi var/ Gözlerin uzakta söyle ne arar/ Seni avutmaz mı şu sıra dağlar/ Bu genç yaşta neden al kan akarsın?
Gel, ağlama, yaran varsa sarayım/ Kıvırcık yününü gel ben tarayım/ Anneciğin yoksa anne arayım/ Neden böyle kara zincir takarsın?
Haydi, kardeşinle gez, sıçra, mele/ Bahtiyar ol, oyna, kavuş emele/ Kon arzunla, bahar denilen tele/ Niçin gün batmadan yavrum çakarsın?
MUSTAFA ESKİ