9 yaşındaydım sanırım. Babam beni danışman olarak kullanmaya karar vermişti. Bu güveni nasıl vermiştim babama bilmiyorum. Babam bakkal olmasının yanında hayvan alıp satar ve kasaplık da yapardı. Ahırda, bahçelerde sürekli yeni hayvanlar olurdu. Cide’nin Malyas, Güren bölgesi köylerinden biri gelir biri giderdi…
Kesim için veya satılmak üzere alınan hayvanları her zaman görürdüm. Dükkan önlerindeysem pazarlığı falan izlerdim. Babam birileriyle el ele tutuşup kollarını koparırcasına sallarlardı. El kuvvetlice sallanıp sallanıp birden bırakılırsa anlaşma olmuş demekti.
Cide’nin Güren yolu üzerinde eski Mağaza’daydı dükkanımız. Babam bir gün aniden “Şu danaya bak beğenirsen alalım.” dedi. Sanırım babam danalardan anladığımı biliyordu. Ben bile o ana kadar anladığımı bilmiyordum. Fakat çok iyi hissettim. Fırsatı değerlendirdim. Danayı çok beğendiğimi söyledim. Gerçekten de beğenmiştim. Babam dükkâna girdi elinde bir yularla geri geldi. Yuları hayvanın başına geçirdi, dananın boynundaki eski ipi çıkardı. Hayvan daha da güzel oldu. “Bu senin, al götür.” dedi. Sevinerek gittim. Hem adam yerine konmuştum hem de bir danam olmuştu.
Birkaç ay veya daha fazla çok güzel baktım bu danaya. Okul çıkışlarında hep onunla ilgilendim. Arkadaşlarımın da danası vardı. Hayvanları yedekleyip birlikte güderdik. Dana büyüdü, güzelleşti. Artık tosun oldu sayılır. Bir müşteri çıktı ve satıldı. Hem üzüldüm hem de sevindim. Kesilseydi çok üzülürdüm. Gözümün önünde olacaktı her şey. Giderken görmek istemediğimi söyledim. Babam başımı okşadı, danayı kendisi götürüp teslim etti.
Babam kesilecek hayvanı köylerden çarşıya geçenlerin göreceği bir yere bağlardı. Et ihtiyacı olanlar o hayvanın kesileceğini anlar, akşam geçerken almak üzere et ayırtırlardı. 3 kilo, 5 kilo, bir kol, bir but yazdırırlardı. But alana kaburgaların bir tarafı da verilirdi. Kilolarca et olurdu bu, ama müşteri bunun böyle olacağını bilirdi. Bu kadar fazla kilolar niye alınırdı şimdi bilemiyorum, ama et alışverişi böyleydi. Danam için bu durumu görmeyi istemezdim. Satılmasına sevindim. Öküz yapılıp uzun süre yaşayacağını düşündüm.
Yine bir gün babam bana seslendi: “Gel şu danaya bak bakayım.” Boynuz yapısı, bacak yüksekliği, karınlı mı değil mi, rengi, genel görünümü… Bu defa bakışım daha farklıydı. Eski yerli kara sığırlarımızı bilen bilir, çok güzel hayvanlardı. Bende işi bilen biri olarak kendinden emin düşüncelerimi söylerdim. Danayı aldık. Babam yine dükkândan bir yular alıp dananın kafasına geçirdi. Bu defa yular nazar boncukluydu. Ben danamı yedekleyip götürdüm. Kısa sürede arkadaşlarımın da haberi oldu.
Bu tamamen kendi yetiştireceğim ikinci tosunum olacaktı. Hevesle başlamıştım işe, tecrübeliydim de artık. Hayvanımla ilgilenirken babam geldi yanıma. “Bu danayı sattığımızda sana takım elbise yaptıracağım.” dedi. Bu hayal bile edemeyeceğim bir şeydi. Ne yaparım, köy yerinde ne zaman nerede giyerim takım elbise bilemiyordum ama hoşuma gitmişti.
Babamın takım elbise sözünden epey bir süre geçmişti. Ben takım elbiseyi unutmuştum. Danam benim için yeterli bir ödüldü zaten. Bir gün babam “Gel terziye gidiyoruz.” dedi. Ben takım elbise sözünü hatırladım. Köyümüzün terzilerinden Terzi Ömer’e gittik. Terzi Ömer babamın çok sevdiği biriydi. Dahası herkesin çok sevdiği… Ölçümü aldı, kumaş beğendik. Siyah, seyrek belli belirsiz beyaz çizgileri olan bir kumaş. Meğer gerçekmiş takım elbise sözü. Aradan biraz daha zaman geçti. Babam bir kez daha Terzi Ömer’e götürdü beni. Bu defa tamamlanmamış ama ne olacağı belli olan ceketi üzerimde prova etti Ömer Usta. Sevinçten içim içime sığmayarak dükkanımıza döndük babamla. Babam benim için eşi benzeri olmayan bir adamdı ya iyice büyümüştü gözümde.
Danaya iyi bakıyordum, elbise de yapılıyordu. İşler yolunda idi. Babam yeni yaptırmakta olduğumuz kahvenin kiremitlerini almak için yola çıktı bir gün, 4 Nisan 1975. Dükkân işletmeciliğinin yanında kahvehane de işletiyorduk biz. Abim iyi yapardı o işleri. Babam yola çıktıktan bir saat kadar sonra bir kamyon geldi dükkanımızın önüne. Yolda bir trafik kazası olmuş onu bildirmek için. Kardeşimle beni de kamyonun kasasına bindirdiler. O an anladım kötü bir şeyler olduğunu. Daha köyden çıkmadan kamyonu birisi durdurdu kazayı sormak için. “Ölü bile var!” dedi kamyonun şoförü. İçim yandı… Ölenin babam olduğundan emindim artık. Yoksa bizi niye alıp götürsünler?
Hayatımdaki bahar bitti. Bunun nasıl bir şey olduğunu kimse bilemez. Aynı koşulları yaşaması lazım. Babamı kaybetmenin yarattığı travmayı anlatmak için söyleyeceğim: Ne o dananın ne olduğunu hatırlayabiliyorum ne de takım elbiseyi. O takım elbiseyi hiç giymedim. Dahası terzide öyle bir takım elbisem olduğunu hiç hatırlamadım. Tamamen unutmuşum. Yalnızca benim değil, aile fertlerinden kimsenin aklına gelmemiş. Belki de babam kimseye söz etmemişti elbiseden, bilemiyorum. Ya da ailece girdiğimiz geçim mücadelesi içinde unutuldu gitti.
Yıllar sonra hem de anlayamayacağı bir yaşta oğluma babamı anlatırken, hatırladım bu takım elbiseyi. Birden ağlamaya başladım. Oğlum anlamadı niye ağladığımı ta ki bu yazıyı yazana kadar.
Şimdi bir öğretmen olarak babamın hiç okula gitmemiş iyi bir eğitimci olduğu kanaatindeyim. Anlattığım ve anlatmadığım işlerde çok iyi bir motivasyon sağlar, işleri güzellikle yaptırırdı bize babam. Hayatımda hiç hevesim geçmeyecek işlerden biri de hayvan yetiştiriciliğidir. O günlerde babamdan aldığım eğitim ve motivasyonla, sonraki yıllarda da bu işlere devam etmek istedim hep. Hatta birkaç denemem de oldu.
1993 yılının ortalarında besiciliğe başladım. Daha önce besicilik için abimin yaptırdığı planlı ahırda 15 hayvanla. Özenle seçerek aldığım 1- 1,5 yaş arası 15 boğa. Hayvanlar büyüyor, güzel kilo alıyorlardı. Bu arada kalıcı besi hayvanlarının dışında alım satım da yapıyordum. Alım satımdan kazandığım para ile de yem, ot, saman alıyordum.1994 yılı ilk aylarına böylelikle gelmiştik. Hayvanların satım zamanı yaklaşmıştı artık. Satış için planlarımız da hazırdı.
O günlerde ülkemizi sarışın kadın başbakan yönetiyordu. Ekonomist olduğunu, her şeyi çok iyi bildiğini söylüyordu. Olup bitenler ise ekonomist sıfatıyla uyuşmuyordu. Ekonomi iyi değildi yani. En azından bilgisine güvendiğimiz insanlar ekonominin iyi olmadığını söylüyorlardı. “Bize bir şey olmaz, elimizde malımız var” diye düşünüyordum. Her şeyi bildiğini, ekonominin iyi olduğunu söyleyen sarışın kadın başbakan birden 5 Nisan kararları diye bir dizi madde açıkladı. Memur insanlardık biz, o tarafıyla bizi olumsuz etkileyen epey madde vardı.
5 Nisan kararları açıklandıktan birkaç gün sora boğalar için besi yemine ihtiyacımız oldu. Yem siparişimizde bize bir fiyat verildi, bir hafta önce aldığımızın üç katıidi. Saman da öyle. Şaşırmıştım ne yapacağımı. Baktım bu iş zora girdi hayvanları satmaya karar verdim. Ben satmaya karar verdim de hayvanları alan yoktu iyi mi! Alan var da bir, bir buçuk yıl sonrasında ödemek üzere, açık hesap…
Karar aldım, kasaba hayvan vermeyecektim. Ailedeki her fert gibi kasaptım ben de. Babamın, abilerimin zamanında yaptığı gibi et isteyenlerin listesini yapıp boğalardan birini kesip parasıyla yem alacaktım. Bu durum elbette düzelir, diğerlerini satarım diye düşündüm. Aylar geçti,durum düzelmedi. Son bir hayvanın parasını alabildim.Alabildim, çünkü yem yedireceğim başka hayvanım kalmamıştı.
İsmini hatırlamadığım, aslında hatırlamak istemediğim sarışın kadın başbakan, elimizde ne varsa alıp götürmüştü. O hayvanların bir tanesi bugün 20 bin lira veya daha üzerinde. Besiciliğe başlarken elimizdeki Alman markını bozdurmuştuk. O da 8 liradan 19 lira olmuştu bir gecede. Bizim gibi emeğiyle geçinen insanlar için kaybı bir düşünün! Zaten bir azınlık dışında bütün millet kaybetmişti.
Babamın motivasyonu ile başladığım işte vahşi kapitalizmin gerçekleriyle sermayemi tüketmiştim. Zaman babamın zamanı değildi. Zaman sarışın kadın başbakanın kalabalıklar önünde sürekli pot kırma ve sonra gülüpgeçiştirerek millete kendini alkışlatma dönemiydi.
Anlattıklarımızdan sonra artık adet olduğu üzere konumuzla ilgili bir de yemek tarifi yapalım; uygulama şansı bulabilirseniz iftar sofralarınız şenlensin. Benim çocukluğumda tüm yemekler gibi et yemekleri de ocakta odun ateşinde yapılırdı. Elbette lezzeti çok farklı olurdu. Umarım hâlâ kullanan vardır odun ocaklarını.
ET YAHNİ
Malzemeler:
- 1 kg dana eti
- 300 g. arpacık soğan (15- 20 adet küçük boy)
- 1 adet büyük boy soğan
- 1 adet büyük boy domates
- 10 adet çeri
- 2 adet havuç (veya 6- 7 adet küçük havuç)
- 10 diş sarımsak
- 1 çay bardağı sıvı yağ
- 1 tatlı kaşığı tuz
- Biberiye
- Karabiber
- Kekik
- Kimyon
- 2 adet yeşil biber
- 2 adet kapya
- 200 g. mantar (yoksa 2 adet orta boy patates)
Hazırlanışı:
Etler küçük olmayacak parçalara ayrılır. Ben kaburgaları yaklaşık 8 santimlik parçalar halinde doğradım. Tencereye ayçiçek yağı koyup kızdırdım. Et parçalarını da ayçiçek yağıyla yağlayıp tuzladım ve kızgın yağda mühürledim. Her tarafını mühürlendiğinden emin olduktan sonra ateşi biraz azalttım. İnce doğradığım bir büyük soğanı biberiyeyi ve defne yaprağını ekleyerek etle birlikte kısa süreli kavurdum. Sıcak su ilave edip orta ateşte pişmeye bıraktım. (Eskiden geniş ocaklı evlerde, ocağın bir köşesine sacayağı üzerine bırakılır, yan tarafta diğer yemekler yapılırken oradan çıkan közler et tenceresini altına atılır saatlerce böyle pişirilirdi.)
Başka bir tencereye yağ koydum ve havuçları attım kavurdum. Ardından arpacık soğanları, sonra biberleri, daha sonra sarımsakları ve en sonunda mantarları aralarında iki dakikalık süreler olacak şekilde atıp kavurdum. Bunların üzerine de domatesi küçük parçalar halinde doğrayarak, çerileri de bütün olarak attım.
Eti kontrol ederek güzel pişirdikten sonra diğer tenceredeki malzeme ile birleştirdim. Karabiber, kimyon, kekik ilave ettim. Tuzunu ayarladım. Tekrar pişmeye bıraktım. 15- 20 dakika kadar daha piştikten sonra altını kapattım. Çok beğenildi. Bence denemeye çalışın.
RECAİ YILMAZ