“Günümüzde pek çok kişinin arabası var. Yol nereye ulaşmışsa oraya kadar gidebiliyorlar. Bizim çocukluğumuzda, gençliğimizde her ailenin bir veya birkaç aracı vardı. Yol yoktu, ama dağ, taş, bayır, düz her yere ulaşabiliyorduk.
Benim aracım en güzeli, en iyisiydi. Parlak kırmızı, kadife gibi derisi, bilekleri beyaz, alnı sakar, yeleleri gür, kuyruğu yere değecek kadar uzun. Bacak kasları hafif rüzgârdaki deniz dalgaları gibiydi. Geçtiğimiz her yerde kimse gözlerini alamazdı ondan. Yokluk, yoksulluk içinde benim zenginliğimdi o!.. Atım Sakar.”
Bu sözler Murat amcaya aitti. Murat amca 1925 doğumlu, nüfusta 30 doğumlu yazıyor. Çocukluğu Pınarbaşı Domla (Boğazkaya) köyünde geçmiş. “Çocukluk yıllarım” ifadesini kullanmaz, 12-16 yaş aralığından “gençlik yıllarım” diye söz ederdi. O dönemlerde çocukluğun süresi oldukça kısaymış. “Yürümeye başladığımda çalışmaya da başladım” demesi ondandı. Bütün köylü buldukları her karış toprağı ekerlermiş. Ürettikleriyle geçinirler, ihtiyaçtan fazla olan ürünlerini de almak zorunda kaldıkları zaruri ihtiyaçları için satar ya da değiştirirlermiş.
“Çalışmak vardı o dönemlerde oğul. Herkes sabahın köründe başlardı çalışmaya. Ürettiklerimizi yer içerdik. Başka bir şey bilmezdik. Tuza, gaza ihtiyacımız olduğunda da Cide’ye gider alırdık. Ekmek de zordur, yetiştirmek de hasat da. Yapacaksın ki kimseye muhtaç kalmayacaksın.”
Böyle diyen Murat amcanın onca iş, hengâme arasındaki tek zevki, eğlencesi atı Sakar’mış. 12 yaşındayken sahip olmuş Sakar’a. Para nedir bilmediği halde Sakar’la hep çok varlıklı hissetmiş kendini. Anlatırken yaşıyordunuz o anlarını:
‘’Bir salıyordum çayıra, geçip karşısına seyrediyordum. O da anlıyor muydu ne, kaldırırdı kuyruğunu fiyakalı yürürdü karşımda. Güneş vurduğunda parlardı. Öyle bakardım öyle tımarlardım ki onu, üzerine toz kondurmazdım. O güzel kuyruğunun iki kılı birbirine dolansın yapışsın istemezdim. At çok önemliydi bizim için. Sık sık tuz almaya giderdik Cide’ye. Genelde sonbaharda kışlık ihtiyaçlarımızı almak için giderdik. Kışlık ihtiyaç dediysem de tuz, gaz vs. Bizim de satacak kadar cimitimiz (susam) olurdu. Biz onu satarak alırdık ihtiyaçlarımızı.”
Osmanlılardan ta 50’lı yılların sonlarına kadar Karaağaç İskelesi (Şimdiki Cide Limanı) bölgenin dışarıya açılan kapısı, özellikle tuz ihtiyacının karşılandığı yer olmuş. Tüm bölge tuz ihtiyacını Karaağaç İskelesi’nden karşılamış. Şenpazar, Ağlı, Azdavay, Pınarbaşı…
Yine bir sonbahar, tuz ihtiyacından dolayı Pınarbaşı’ndan yola çıkarlar Murat ve 4 arkadaşı. 15-16 yaşlarında dört genç, bir de yetişkin var yanlarında: Kör Halil… Gençlere göz kulak olsun diye yanlarına verilmiş.
Murat’ın atının yükü cimit (susam). Onu satacak, parasıyla tuz, gaz alacak ve geri dönecek.
Bir günü aşkın bir yürüyüşten sonra Cide’ye varırlar. Kör Halil’in bağlantılarıyla herkes getirdiği malını satacağı yere yıkıp parasını alır. Geç olmuştur. Hem atların hem de kendilerinin dinlenmesi gerekmektedir.
Pınarbaşılıların Cide’de konaklamak için kullandıkları yer, Kör Ağa’nın (Recep Aydın) hanıdır. Bunlar da aynı hana giderler. Atlar avluya bağlanır, yemlenir. Murat o yorgunlukla başlar yine atını tımara… Yelelerine ve kuyruğuna ayrıca özen gösterir. Kör Ağa handadır. Lakabı kördür, ama gayet iyi görür. Hele ki atları… Her zaman adetlerce atı olmuş, tam bir at sevdalısıdır Kör Ağa. Hemen Murat’ın yanına gelir ve Sakar’a müşteri olur. İnanılmaz paralar teklif eder. Kendi atlarından atlar getirtir onlarla takas etmek ister, ama Murat hiç ilgilenmez. Kör Ağa Murat’ın atına olan sevgisini ve bağlılığını anlar daha fazla ısrar etmez.
O geceyi handa geçirirler. Ertesi gün alışveriş yapılır. Vakit öğleni biraz geçmiştir. Atlar yüklenip yola çıkılır. Hava kapalı yürümeye uygundur. Akşam hava kararırken yağmur başlar. Yağmur altında Dağlı köyüne ulaşırlar. Daha yolun yarısı bitmemiştir, ama hem şiddetlenen yağmur, hem de karanlık… Çaresiz, kalacak yer düşünürler. Kör Halil’in köyde bir asker arkadaşı vardır, ama evini bilmemektedir. Köy içinde ‘’ Ahmet Ağa, Ahmet Ağa!..’’ seslenerek ilerlerler. Evin birinden cevap alır. Ahmet ağa dışarı çıkar. Kısa bir açıklama ve selamlaşmadan sonra, hayvanları ve yükleri guluğa (köy evinin giriş katı) alınır. Ahmet Ağa bu gençlere Ambar sofasını gösterir. Geceyi geçirecekleri yer burasıdır.
Murat atıyla ilgilenmek için izin ister. Ahmet Ağa’nın Murat’ın yaşlarında bir delikanlısı vardır. O da yanında olduğu için izin verirler. Diğerleri ambar sofasına geçerler. Murat evin genci ile Sakar’ı güzelce tımar eder. Bu defa kuyruğu tarama işini ev sahibi genç yapmıştır. Çok da özenle yapmıştır. İş bitince Murat da ambar sofasına geçer.
Ev sahibi, bölgenin en bilinen ve en makbul çorbalarından birisi olan mısır çorbasını yapıp getirir. Ahmet Ağa ile Kör Halil’in konuşacakları çok şey vardır, ama herkes yorgun olduğu için sohbet uygun zamanda bitirilir. Karınları doymuş, atlar ve yükler yağmur altında değil… Rahatlamışlardır, artık uyuma zamanı. Yatak yok, mısır koçanları üzerine uzanırlar. ‘’O mısır koçanları iyice kabartılmış yün döşek gibi gelmişti bize’’ diye anlatmıştı Murat Amca.
Gecenin karanlığını yarıp gelen kemane sesi ile uyanırlar. Saat gece yarısını geçmiştir. Ambarın sundurmasında evin genci yöresel havalarla kemaneyi adeta konuşturmaktadır. Kemanenin sesi gür ve çok güzeldir. Kalkıp gencin yanına inerler. Genç çalar, Murat ve arkadaşları dinler. Başta ev sahibi genç olmak üzere herkes memnundur ortamdan. Ahmet Ağa sesten rahatsız olmuştur. Uyarır ve yatarlar.
Sabah erkenden kalkarlar. Yağmur kesilmiştir. Ambar sofasına yine mısır çorbası gelir. Bir güzel içerler. Karın tok, dinlenmişlerdir de yola koyulma zamanı.
Atların yanına inerler, yükler sarılacak. Guluğa girer girmez hepsi şaşkınlık içinde olduğu yere çakılır. Murat kurşun yemiş gibidir. Murat ve arkadaşlarının yüzündeki şaşkınlık ve üzüntü ifadelerine karşılık, ev sahibi gencin yüzünde mutluluk ifadesi vardır.
Sakar’ın kuyruğu yoktur!.. Kemanenin o gür ve güzel sesi Sakar’ın kuyruk kıllarının marifetidir. Genç, atın kıllarını o kadar beğenmiş ki ileride lazım olur diye kuyruk kıllarının tamamını almıştır.
Neler hissettiğini şöyle anlatmıştı yıllar sonra Murat amca:
“Küçüldüm oğul, kederlendim. Köylerden geçerken utandım. Sanki çıplaktım, herkes bana bakıyordu. Bir taraflarımı kapatmak istedim. Gururla geçtiğim yerlerden başım önümde geçtim. Variyetimi yitirdim.”
Sakar, bir daha aynı zevk aynı gurur olmamış Murat Amca için. Bu olaydan kısa bir süre sonra da İstanbul’a göç etmiş çalışmak için.
Murat amca 26 Haziran 2016’da aramızdan ayrıldı, ama sesi hep kulaklarımda. Nurlar içinde yatsın.
Hikâyede geçen mısır çorbasını tarif edeyim size. Hem de geçtiği yerde yapıldığı şekliyle. (Cide’de yapıldığı şeklinde buğday yok.)
Olayın geçtiği zaman mısır hasat zamanıdır. Bölgede mısır içine fasulye de ekilir. Mısırlar toplanırken aynı anda fasulyeler de toplanır. Mısırların içinde sütlü mısırlar; fasulyelerin içinde dalında kurumuş kuru fasulye, şiş fasulye ve taze fasulye de vardır. Yöre halkı bu ürünleri karıştırarak güzel bir lezzet çıkarmış ortaya. Gelin bu miras lezzeti hatırlayalım…
MISIR (KAZIMA) ÇORBASI
Malzemeler:
- 4 adet sütlü mısır
- 1 su bardağı barbunya fasulye
- 1 çay bardağı buğday
- 1 adet büyük boy soğan
- ½ çay bardağı zeytinyağı
- 2 yemek kaşığı tereyağı
- 1 yemek kaşığı salça
- Yeteri kadar tuz
- Karabiber
- 6 – 7 adet taze fasulye
Hazırlanışı:
Zeytinyağında ince doğranmış soğanlar kavrulur. Salça (tercihen biber salçası) eklenir ve kavrulur. Bir gece önceden suda bekletilen barbunya fasulyeler ilave edilerek karıştırılır. Mısırlar bıçak ile koçanlarından kazınarak (ismi buradan geliyor) tencereye atılır ve bir iki çevrilir.Yine bir gece önceden ıslatılan buğday, suyu ile ilave edilir. Ayrıca su ilave edilerek kaynamaya bırakılır. Kaynadıktan sonra isteğe bağlı olarak taze fasulyeler küçük doğranarak eklenir. Tereyağı, tuz ve karabiber ilave edilir. Pişme süresi kontrol edilerek ayarlanır. Mısırlar dişe gelir kalsa daha güzel oluyor. Yoğun bir çorba olacağından pişme sırasında suyu kontrol edilmeli ve ayarlanmalıdır. Piştikten sonra dinlendirilmesi lezzetini artırmaktadır.