Kemik mekiklerin cevizden yapılı işlemeli ahşap tezgahlarda gidip gelerek bir incecik ipi kumaşa dönüştürürken anlattığı hikaye çıkardığı tek tip sesten daha fazla…
Yeryüzünün en eski el sanatlarının biri. Elbetteki günümüzde sanat diyoruz, geleneksel anlamda üretildiği için. Oysaki insan doğaya karşı gelip, kendi yasalarını oluşturmaya başladığı, insansal topluluk halinde yaşayıp ahlak kuralları oluşturmaya başladığı bir dönemde zorunluluk haline gelmişti örtünmek.
Öyle ki, antik dünyada kader bile dokuma ile özdeşleştirilir olmuştu. Antik mitolojide üç kader tanrıçası vardır, isimleri Morialar. Bu üç yaşlı hatundan tanrılar bile korkardı, çünkü bu üç yaşlı bayan tanrıçanın elinde idi kader. Hani deriz ya günümüzde, “yaşam pamuk ipliğine bağlı”, işte bu inanıştan gelir. Çünkü bu Morialar’ın elinde herkesin hayatına dair bir pamuk ipliği vardı ve bu ipliği zamanlı zamansız büktüklerinde, ilmekten geçirdiklerinde yaşam işte o zaman anlamını bulurdu yaşam ya da ölüm diye…
Kastamonu’da bir arkeolojik kazı yapılmakta, insanların evlerinin içinde kumaşlar ürettiği, dokumalar yaptığı günümüzden tam 3 bin 500 sene öncesini göstermişti bu kazı. Devrekani Kınık kazısı bu bahsettiğim. Sonralarında ise günümüzde özellikle yakın geçmişe kadar önemli bir endüstri olduğunu, yaklaşık bir yüzyıl önce Kastamonu’da her evin altında bir dokuma tezgahı ile ev içi ihtiyaçların karşılandığını gördük. Ki araştırmalar devam ettikçe, bırakın son yüzyılı daha öncesinde koskoca Osmanlı’nın donanmasına ait yelken bezlerinin, ordunun kumaşlarının ve yine ordunun çadır bezlerini karşılayacak kadar geniş bir endüstri olduğu fısıldandı kulağımıza.
Yaklaşık 1850’li yıllardan bu yana kayıtlara bakıldığında, Kastamonu’nun en önemli üretim ve ihraç maddesi olan dokuma için, çeşitli yabancı gezgin yazarlar, Ankara’dan gelen pamukla gemi yelkeni yapan kadınlardan bahseder Kastamonu’da. Dönem valilik salnamelerine bakıldığında ise, yatak çarşafı, perde, yastık örtüsü, gömlek ve yine yelken bezinin Kastamonu üretim hayatında önemli bir yer tuttuğunu yazar. Ayrıca kaynaklar Kastamonu’nun Ankara sofuna yakın kalitede sof kumaş ürettiğini yazarken, bu gibi malların ihraç maddesi olduğunun altını çizer.
Yeni bir dönem içerisinde ise kooperatifleşme ile yani 940’ları gösteriyordu tarih, ev içi üretimin ülke çapında geliştirilmeye çalışıldığını gördük; işte ne oldu ise Kastamonu’nun bu köklü el sanatı, her evde bilinen, yapılan el sanatı birden bire yok olmaya yüz tuttu. 2000’li yılların başında turizm hareketi ile birlikte yeniden nefes almaya başlayan bu sanatımıza dair, bu kadar köklü br geçmişi, bu kadar kendine has özelliği olması ve hala yeni çağın yeni tekniklerin ve yeni ticaret hayatının gerekliliklerine rağmen az da olsa ayakta kalmayı başarmış bu sanatımızın ismini bırakın dünyada ülkede bile hala duyuramadığını bu işi yapanlara soralım istedik…. Yani Münire Medresesinde yıllarını bu işe vermiş ve taa atalarından kalıpta hala annesi Fikriye Hanım ile bu işi sürdüren Mustafa Temekoğlu ile konuyu masaya yatırdık…
•
– Bir dönemlerin dokumacılık alanındaki en önemli ismi olan Kastamonu’da, bu el sanatının neden günümüze bir endüstri ya da pazar olarak gelememesi nedenleri neler olabilir?
– 1940’lı yıllarda Kastamonu’da Dokuyucular Dokutturucular Kooperatifi kuruluyor. Kuddusi Bey, halk arasında da Kambur Kuddusi adında birisi tarafından kuruluyor. Bu kooperatifi yakın köyler ve kent içinde dokuma tezgahı dağıtır. Burada dokunan dokumaları İstanbul’a iç giyim ve askeri kumaş olarak pazarlıyor. İpini ve tezgahı veriyor, kumaşları alıyor. Her şey kayıt altında. Bizim köyümüz olan Elyakut’ta, anneannemde bile o dönemin karnesi mevcut. Ki o dönemde metrelerce top top dokunmuş kumaşlar hale sandıktan çıkar ve bizler de bunları kullanıyoruz. Sonra kooperatif uzun ömürlü olmaz ve dağılır. Dokuyucuların da pazarı olmadığı için bu zanaat da Kastamonu’da oldukça gerilemiş. Burası Kastamonu’daki ev içi üretimi bir ekonomi haline dönüştürmüş o dönemde. Ki kooperatife bağlı 2 bin tezgah mevcutmuş. Daha sonra ise elektriğin olmaması, kooperatifin zamanında teknolojiyi yani motorlu tezgahları buraya getirememesi de bu zanaatın gerilmesine neden olmuş.
– Kooperatif iyi çalışmış yani o dönemde değil mi? Tabii kooperatif zamanında bu iş yaygın. Yani tezgah ustaları, dokuyucu ustalar filan değil mi?
– Elbette, kooperatif o dönemde yeni tezgahlar yaptırıp dağıtıyor birçok yere. Tezgah yapan usta da çok. Hatta Kastamonu’da dışardan gelen iplerin boyanması için de boyahaneler bile kurulmuş. Sanayinin arka tarafında kök boyahanesi varmış.
– Günümüzün tekstil ve dokuma anlamındaki en önemli ismi Denizli’nin ayrıcalığı neydi?
– O sıralarda da bu atılımı Denizli, Antep gibi yöreler yapmış ve işi alıp günümüze kadar getirmiş. Günümüzün tekstil devi olan Denizli, Kastamonu’nun hemen hemen her alanda olduğu gibi hiçbir şeyde bir araya gelememesinin tersini yaparak bir araya gelmiş. Bu bir araya geliş sermaye gücünü yanında getirmiş ki, sermaye de teknolojiyi. Denizli’deki bir araya gelen güçler her eve bir motorlu tezgah almış, seri ve toplu üretime geçmiş. Bu üretim tarzı da ister istemez dış pazara açılmaya itmiş ve lider konuma gelmişler.
– Peki, Kastamonu’nun da bu hale gelebilmesi için ne yapması lazım?
– Kastamonu’nun da bu hale gelmesi için, her evi bu üretime katıp toplu üretime geçmesi lazım. Ve bu şekilde de dış pazara açılmamız lazım. Bunun için Sosyal Yardımlaşma Vakfı kısıtlı imkanlarla tezgahlar oluşturdu. Dokuma bilen yaşlılardan gençlere öğretilmesi istendi ve güzel bir adım atıldı. Bu Kastamonu için iyi bir şeydi. Ama bu yaygınlaştırılmadı. Dediler ki biz dokuyalım, dokuyanlar da bize dokusun, yani tekelleşme oldu. Yani hem Kastamonu’ya hem de ülkeye hitap edecek tek bir firma olamazdı, ama bu iş yaygınlaştırılmayınca bu başarılamadı. Yani burada çalışmış ve ayrılmış insanları araştırsanız, buradan çıkmış da kendi işini yapabilmiş, bağımsız olmuş kimseyi göremezsiniz.
Benim annem de orada 5 yıl boyunca dokuma yaptı. Tek örnek bu işte benim. Ama ben de annemin bu işi bilmesinden dolayı başladım işe. Ben yeni bir tezgah aldım bir köyden, elini yüzünü topladım. Ama çözgü bilmiyordum, bu vakıftan yardım istedim, ipini ve çözgü parasını vereyim dedim, bana dediler ki bize dokursan çözeriz. Ben de bunu kabul etmedim. Bunun nedeni de bana göre bu işi başkalarının yapmasını istememeleri, yani tekel olma isteğiydi. Ama sonra çaba gösterdim çözgü işini de öğrendim. Sonra Enis Bey sayesinde buradaki dükkânımı da tuttum ve işe profesyonelce asılmaya başladım. Şimdi ise 7 tezgâhım var ve hepsini de köylerin tavan aralarından bulduk. Hatta bu eski kooperatifin üzerinde numarası olan yaptırdığı tezgahlardan bile buldum.
– Dış pazara açılması, marka olması için Kastamonu dokumasının diyorsunuz ki bir Sosyal Yardımlaşma Vakfı bir El Sanatları Enstitüsü yeterli değil mi yani? Peki bunda tanıtım yapmanın eksiliğinin de bir oranı var mı?
– Kastamonu’da şu anda Sosyal Yardımlaşma Vakfı, El Sanatları Enstitüsü ve birkaç kişi de evinde dokuma yapıyor. Bizim üretimimizi bu noktada dışarısı için yeterli değil. Tanıtım bu noktada ilk başta çok önemli değil. Hadi kataloglarlar bastırayım dışarı göndereyim. Onu gören bir kişi bana dese ki şu modelden şu kadar istiyorum, nasıl yetiştirecek ki Kastamonu bu talebi. Yani yeterli bir üretimimiz yok.
– Peki, bu üretimi endüstri haline getirmek için neler yapmamız lazım. Bildiğim kadarıyla dokuma alanında kimi kurslar filan açıldı?
– Kurslar açacaksın evet, gençler yetişecek ama bunlar yetişince bırakmayacaksın onları. Onlara tezgâhını sağlayacaksın ki bu işe devam etsin. Şimdiye kadar kurslar açıldı evet. Ellerinde kurs belgeleri var ama gidin bakın bu belgeli dokumacılardan hiçbiri dokuma yapmıyor, üretime katılmıyor.
– Yani kurslar açılıyor, çeşitli alanlarda eğitimler veriliyor. Ve geri dönüşü olmuyor mu yani?
– Evet aynı şeyler misal baskıcılıkta da yapıldı. 40 kişiye kurs verildi 4 süresince ama şimdi bu insanların hiçbiri baskı yapmıyor bugün. Dokumada da aynı şey. Oysa ki sen kursu birileri meslek sahibi olsun ve iş hayatına katılsın diye verirsin. Ama kurs görenler şu anda iş yapmıyorlar ki. O nedenle şimdi neredeyse tüm yazmalar Tokat’tan geliyor buraya. Adamlar işi yaygınlaştırmış, taş baskı olmasa da teknolojiyi yaygınlaştırmış ve serigrafi de basmış. Üzerine de “Kastamonu Hatırası” diye yazmış biz de satıyoruz. Neden burada çünkü üretim yok ve ticaret koşulları üretimin olmadığı yeri üretim olan yerde üretilenle dolduruyor. Aynı şey dokumalarda da geçerli.
– Bu nasıl oluyor?
– Denizli, yani üretim merkezi. Bu adamlar aynı zamanda yöre yöre dolaşıp model örnekleri topluyorlar. Bunu Kastamonu’dan da yaptılar. Adam Kastamonu modelini benzettiği dokumayı motorlu tezgâhlarda seri üretimden geçirip buraya getiriyor. Onlar da üzerine bir “Kastamonu Hatırası” yazıyor hatta. Buradaki satıcı da bunları alıp satıyor. Burada bu yazıyı bile yazacak neredeyse makine yok. Olsa bile pahalıya mal oluyor. Hatta ben de 6 tezgâhımla üretim yapmama rağmen, yeterli gelmemesinden dolayı Denizli’den gelen dokumalardan alıyorum.
– Yani şöyle bir şey yapılabilir mi? Biz el zanaatımızı geliştirmek ve bir endüstriye dönüştürmek için teknolojik alt yapılı bir yaygınlaştırma yapmalıyız ilk başta. Ama bunun yanında turizm alanında ve geleneksel el zanaatımızın kaybolmaması anlamında geleneksel üretim tarzını da korumalı ve onu da yaygınlaştırmalı. Satış noktalarında klasik dokuma tezgâhlarını muhafaza etmeliyiz.
– Bu şekilde olması gerek evet. Ama endüstrileşme el sanatını ortadan kaldıracaktır. O nedenle bir denge kurulmalı. Bu noktada diyelim ki kurslarda yetişen insanlara birer tezgah verilecek klasik dokuma şekli de devam edecek. Yani 1940’larda kurulan kooperatifin yolunda gidilecek. Ve buna göre satılacak. Çünkü asıl talep el tezgâhlarında üretilen dokumlara. Hatta Denizli bile şimdi yeniden el tezgâhlarını kurmaya başladılar.
Ama bu noktada bir sorunumuz ortaya çıkıyor. Eskiye bakarak ev içi üretim diye verdiğimiz örnek günümüz koşullarında biçim değiştirmeli. Yani apartman dairesine nasıl tezgâh koyacaksınız? Yani kişilerin de tek başına bir yer kiralaması mümkün değil. Ama birlik olunmuş, yani kooperatif birlik gibi bir girişimle atölyeler oluşturulabilir.
– Peki, bir birlik olma girişimi oldu hiç?
– Maalesef olmadı. Ne şahıslarca ne de devlet tarafında. Biz 8 kişi yapmıştık ama imkân kısıtlılığı nedeniyle yürütülemedi. 8 kişi bir araya gelerek daha önce kurduğumuz el sanatları kooperatifimizi geliştirmek için çeşitli mercilere başvurduk. Bize restore edilen uygun konaklardan birini verin, biz burayı hem atölye hem de teşhir merkezi olarak kullanalım dedik. Çünkü yeterli paramız yoktu böylesi bir yeri kurabilmek adına. Ama bu talebimiz kimseden prim almadı, bir konak bile vermediler. Gerekçe olarak da buraların içlerinin boşaltılmaz olduğu zaten bir şeyler yapıldığı gibi nedenler oldu. Ve biz kooperatifi yürütemedik. Yani çabamız üretimi artırmaktı.
Zaten günümüzde iki resmi, iki özel 4 yer var şu anda üretim yapan. Nasıl bir birlik olunacak ki? Tabii birkaç tane ev içindeki tezgâh da var. Ama şunu da söyleyim ki, bu bahsettiğimiz birçok sorun yalnızca dokumacılığın sorunu değildir. Kastamonu’ya ait tüm el sanatlarında ortak sorunlar var. Üretim neredeyse yok. Üç be kişi ile bu işin yapılması çok zor. Yani sizin üretiminiz yeterli değilse, istediğiniz kadar kendinizi tanıtın ama talebi karşılayacak üretiminiz yoksa ne işe yaracak.
– Bu noktada nasıl bir destek gerekir, neler olması gerekir?
– Eğer biz Kastamonu el sanatlarını dışarıda tanıtacaksak bu iki üç kişinin gayreti ile olacak bir iş değildir. Valilik, Kültür Müdürlüğü, Belediye ve diğer kurumların ortak çabaları ile olacak. Valilik yararlı atılımlar yapmıştı, Kültür Müdürlüğü istenilen verimi veremedi, Belediye ise destek konusunda hiç yoktu. Ama bir Beypazarı örneği var ki karşımızda burayı tanıtan yer belediyesi olmuştu. Kastamonu’da Belediye’nin bu alanda hiçbir varlığı olmadı.
Bunun yanında dediğim gibi, Araştırma Enstitüsü ya da Sosyal Yardımlaşma Vakfı, araştırıyor buluyor eğitiyor ama diyor ki kursiyerlerine bana üreteceksin. Başka yer yok. Yani buralarda yetişen insanlara bu konuda bağımsızlık tanınmıyor. Bunun aksi olsa yine bir şeyler olacak.
Aslında Kastamonu’da dokumacılık alanında varolan sorunların sadece bu alana has olmadığını sohbetimize katılan Yazmacı Ustası Cemil Usta’nın katılması ile de bir kez daha gördük.
– Başka illerde kendi zanaatçılarına belediye olsun, valilik ve birimleri olsun üretim ve satış alanlarını sağlıyor. Başka belediyeler, kendi memleketlerinin el sanatlarının gelişmesi için ellerinden gelen katkıyı verdikleri gibi birçok yakın zamanda gittiğimiz ya da davet edildiğimiz, katıldığımız fuarlara bakaraktan da, başka illerin sanatlarının tanıtılması için etkinlikler düzenliyorlar. Ama bizde ise, Ankara’da düzenlenen Kastamonu Günleri de dâhil olmak üzere ne bir yere çağırılıyoruz, ne destek olunuyor ne de başka bir şey… Çağırılmadığımız ve yer almadığımız gibi, misal bu son fuarda oldukça ilginç olaylarla da karşılaştık. Daha önceden tanışmış olduğum Zahide İmer adlı bir profesör var. Kendisi Gazi Üniversitesinden. Bir ilçe standımızı birlikte geziyoruz ve orada bir sofra bezi var. Ortasına Kastamonu konağı baskısı yapılmış. Belli ki Tokat işi. Hoca “evlat bu nerenin sofra bezi” diye sordu. Stant görevlisi Kastamonu Sofra Bezi diye cevap verdi. Hoca sinirlendi ve “ 3–5 kuruş kazanacağız diye bir kendin kültürünün bu şekilde yok olmasına izin vermemeli” dedi. “Bilmeyen insanlar bunu alacak ve Kastamonu sofra bezi olarak kullanacaklar bu olacak iş değil” diye devam etti.
Önerileriniz?
– Bizim gibi sadece biz dükkân sahipleri ve profesyonel anlamda uğraşanlar için değil kimi yapılması gerekenler. Ev içinde ekonomiye dönüşmeyen bir el sanatları uğraşları da var. Bağcılık mesela, kadınlar ev de bağ işi yapıyorlar, yaptıkları işleri de ellerinden ya çıkaramıyorlar, ya da ucuza çıkarmak zorunda kalıyorlar. En azından bu üretimler pazar çıkarılabilir. Bu kadınlarımız için hafta sonları tezgâh açılabilecek yeni pazarlar oluşturulabilir. Bu hem ev kadınlarının işlerinin ekonomiye dönüşmesi hem de turizmde bir çeşitlilik olması açısından iyi olabilirdi. Bu tarz yerlerin olmaması gibi, turizme gereken değerin verilmemesi nedeniyle artık zaten sayıları azalan turlar şehir içine turlarını bırakmıyorlar. Yalnızca belli başlı bir yerlere götürüp bırakıyorlar. Bu şekilde Kastamonu yalnızca birkaç mekândan oluşan bir mekân gibi görünüyor. Yani turlar düzenlenirken Kastamonu’da oyalanmayacaksınız birkaç mekâna uğrayıp devam edeceksiniz diyorlar. Şimdi Safranbolu’da aynı durumda ve Safranbolulular düşünüyorlar ki turlar Kastamonu’ya kaydı. Ama her iki kentte de turizm gözden düştü.
İşin özeti, biz üretmedikçe başka yerlerin Kastamonu taklitlerini biz daha çok satmaya devam ederiz.
Restore edilen tarihi ticarethaneler peki?
Yani örnek uygulama alanında Münire Medresesi çok güzel bir deneyim oldu. Burası esnafa tahsis edildi, turizmin ve el sanatlarının desteklenmesi açısından. Ama daha sonra başka yerlere de aynısı yapılmak istendi ama tahsis değil de ihale usulü işin içine girince bu iş yürümedi. Misal Yakupağa’nın ihalesinde evinde yıllardır dokuma yapan bir kadın katılmak istedi ama ihale yükselince bu işi yapamadı. Yani turizme kazandırılmak için restore edilen her mekan için bu uygulansaydı şimdi tüm mekanlar Münire Medresesi gibi tutmuş olurdu.
Ama sadece bunlar da yeterli değil; yerel yönetimlerin de destek vermesi gerekir. Belediye ya da Özel İdare kanunlarında yer alan hususlara göre, bizim alanımızda olduğu gibi birçok alanda fuarlar, etkinlikler yapmaları lazım. Ama Kastamonu’da kermesten öte giden bir etkinlik gördünüz mü hiç? Biz başka fuarlarda boy göstermek zorunda kalıyoruz ama kendimizi kendi kentimizde ifade edemiyoruz. Bunun yanında yerel yönetimlerden ya da turizm adına cümleler kuranlardan destek görmediğimiz gibi, el sanatları ve turizm içinde olan bizlere de gelip herhangi bir görüş bile sormuyorlar.
(*) 2007 yazısı
MURAT KARASALİHOĞLU