Paradan başka hiçbir değer ölçütüne itibar edilmeyen bugünler geçer, bu çağ yangını söner… Daha insanca yaşanacak günler çıkagelir bir gün… Yeter ki, tadına varabileceğimiz insanca bir sevgi kalsın yüreğimizde!
Baş döndüren bir hız bu…
Ellerimizle yakalayamadığımız…
Adımlarımızla yetişemediğimiz…
Hislerimizle kavrayamadığımız…
Akıllarımıza durgunluk veren bir hız üstelik…
Her an değişen…
Durağanlaştığı anlarda bile, taşıdığı potansiyelle yüreklerimizi ağzımıza getiren…
Hop oturup hop kalktığımız…
Bir gün bile iç huzuruyla “oh” diyemediğimiz…
Ne olup bittiğini anlamamıza fırsat tanımayan…
Koştura koştura yaşanabilen bir hayatın hızı bu…
Dünün ağır aksak ritimlerine alışkın bedenlerimiz yorgun…
Akşam gezmeleriyle ısıttığımız dost yürekleri mahzun…
Akide şekerleriyle mutlu olan çocukların cıvıltısı yok hayatın sokaklarında…
Pamuk saçlı, nur yüzlü ninelerin, sevgilerini mimiklerinden damıtarak anlattığı masallarla değil, türlü çeşitli kanallarda izledikleri çizgi filmlerle büyüyor çocuklarımız…
Dünün “bir lokma, bir hırka” anlayışı, lokmalar her gün farklı farklı yenilebildiği ve hırkalar her gün başka başka giyilebildiği takdirde bir anlam ifade ediyor!
•••
Yorgunuz…
Şaşkınız…
Belki kızgınız da bir yandan!
İhtiyaç duyduğu alanları, yeni meslekler olarak daha önümüze açar açmaz, “çok sürmez 3-4 yıl sonra bu da biter” duygusunu içimize salan…
Diplomalarımızı duvara asma keyfimizi çok görüp, yaşadığımız her günü, finallere hazırlanan öğrenci paniğine çeviren… Öğrenmek,
daha çok öğrenmek, sürekli öğrenmek zorunda bırakıldığımız bir hayat bu…
Kendimizi bir kere uyarladıktan sonra asla, “tamam, oldu” diyemeyeceğimiz bir hayatgünümüzde yaşanan…
“Ah”larla, “vah”larla geri döndürmemizin de mümkün olmadığı!
Ama bakmayın siz yine de şimdilerin, “paran kadar adamsın” palavralarına…
Paradan başka hiçbir değer ölçütüne itibar edilmeyen bugünler geçer, bu çağ yangını söner… Daha insanca yaşanacak günler çıkagelir bir gün… Yeter ki, tadına varabileceğimiz insanca bir sevgi kalsın yüreğimizde!
- ••
Ne zaman okumuş, ne zaman dinlemiş ya da nerede izlemiştim hatırlamıyorum şimdi:
Avrupalı bir grup arkeolog, Meksika’da İnka tapınaklarına çıkmak üzere birkaç yerli rehberle anlaşıyor.
Tırmanış başlıyor…
Dağın zirvesindeki tapınaklara giden epeyce uzun yolu, büyük bir hızla çıkmaya başlıyorlar…
Merak duygusuyla giderek sıklaşıyor adımlar…
Tempolu yürüyüşlerini sürdürürlerken, yolun henüz yarısında bir yerde yerliler kendi aralarında konuşup aniden yere oturuyor ve beklemeye başlıyorlar…
Avrupalı arkeologlar şaşkın…
Bir anlam veremiyorlar…
Saatler sonra, yerliler kendi aralarında tekrar konuşarak yeniden yola koyuluyor ve sonunda hep birlikte tepedeki görkemli İnka tapınaklarına ulaşıyorlar.
Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor:
“Neden yolun ortasına oturup saatlerce boşu boşuna bekledik? “
“Yetişemiyordu” diyor yaşlı rehber:
“Öyle hızlı çıkıyorduk ki, geride kalıyordu ruhlarımız. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik!..”
•••
Ne derin iç çekişlerle zamanı döndürebiliriz tersine… Ne de hayat böyle bir şansı bizlere tanır…
Öğrenerek…
Daha çok öğrenerek…
Kendimizi sürekli geliştirerek ayakta kalmak…
Ve düşmüşleri tutup kollarından ayağa kaldırarak yaşamak zorundayız…
“Altta kalanın canı çıksın” diyenlere… El ele, omuz omuza vermeye burun kıvıranlara inat!
İnsanlığımızı hatırımızdan çıkarmadan yani…
En önemlisi…
Ruhlarımızın yetişmesini beklemeyi de ihmal etmeden!