Tadı yok sensiz geçen ne baharın, ne yazın,
Kalmadı tesellisi ne şarkının, ne sazın.
Şarkılar bizim ruh dünyamızın aynasıdır. Aşk, sevgi, hasret, ayrılık, ıstırap, neş’e ne ararsak şarkı sözlerinde buluruz. Onun için diyorlar ki, “ah bu şarkıların gözü kör olsun.” Şarkılar yoksadünya neye yarar o zaman?
Bu ramazanın tadı yok. Diyeceksiniz ki tat nerede var ki? Zaten insanlar bunalım içindeydi; stres, ekonomi yakamızı bırakmıyordu bir türlü.Korona belası her şeyi berbat etti. Geçim derdinin yanına bir de can derdi eklendi. Öyle ki ne fakir, ne zengin, ne büyük, ne küçük tanıyor. Gelişmişinden en yoksuluna kadar bütün ülkeler tedirgin, hatta bazıları çaresiz, acınacak halde. İnsanlık,devâsı olmayan bir dert ile ilk kez ortak boğuşuyor.
Böylesi zor bir ortamda, “on bir ayın sultanı” diye nitelendirdiğimiz ramazan geldi. Ancak geçen yılların aksine buruk bir şekilde karşıladık. Bu yıl da’vetler yok, toplu kılınan namaz yok, câmiler kapalı.Muhtemelen bayram da olmayacak. Hem de olmamalı, herkes kendi bayramını yapmalı.Önceki ramazanlarda yatsıdan sonra sahura kadar renkli bir hayat başlar; insanlar, kahvehane ve lokal gibi yerlerdeeğlenirdi. Eve döndüklerinde sahur başlamış olurdu.
Akşamları iftar hasretle beklenirdi. Fırın önlerinde pide almak için uzun kuyruklar oluşurdu. Sıcak pide, sofranın vaz geçilmezleri arasındaydı. Bu yıl pideler soğuk geliyor, mecburen.
Eski ramazanlar diye söz başlamak bizde âdettir. Mânevî havasına uygun yaşayabilirseniz ramazan güzeldir. Madde ile mânâ dengesini iyi kurmak gerekir. En önemlisi, nefsimizi denetliyoruz, isteklerimize gem vuruyoruz. Çevremizle iyi geçinmeye çalışıyor; kavga, gürültü gibi sonu tatsızlıkla bitecek şeylerden uzak kalıyoruz. Buzlu yolda, yokuş aşağı araba kullanmak gibi bir şey. Kısaca buna mânevî terbiye deyip geçelim.
Ramazan öncesinde, yiyecekler stoklanır. Buna “ramazan harcı” denir. Dilimizde “harç görmek” diye bir söz var. Önceden yapılan alış veriş, hazırlık anlamında kullanılır. Her aile kendi ekonomik durumuna göre hazırlık yapar.
Yakın zamanlara kadar evlerde yemekler yuvarlak sofralarda yenirdi. Bağdaş kurup otururduk. Nüfus az olunca bağdaşı geniş kurarsınız. Kalabalıksa biraz yan oturulur ki buna “asker bağdaşı” derdik. Şimdi herkes masada ve ayrı kaplarda yemek yiyor. Şimşir kaşıklar tarihe karıştı, bugün antika oldu sanırım.
Ramazana özel yiyeceklerin başında gül reçeli gelir. İftariyelik olarak reçel, zeytin, hurmasofrada olur. Sonraki yıllarda peynirden tutun pastırmaya kadar her şey masaya geldi.
Tatlılardan baklava, kadayıf, sarığıburma, güllaç rağbettedir her zaman. Börek ayrı bir statüde yer alır. İftariyeliklerden sonra çorba ve diğer yemekler gelir, tatlılar en sona saklanır.
Ramazanın en önemli özelliği cemaatle kılınan terâvih namazıdır. Mahalle kültürü hâakimken namaz vesilesiyle insanlar biraz da sohbet imkânı bulurdu. Sonraları pabucunu kapan camiyi terk edip gitmeye başladı.Terâvihin hatimle kılındığı câmiler de vardır. Uzun yıllar Yılanlı câmii ile Deveciler câmiinde hatimle namaz kılındı. Uzun olduğu için hatimle kılınan namazların cemaati de farklıdır.
Ramazanın en güzel tarafı da’vetlerdir. Hısım akraba bir araya geldiği gibi, yoksullar da ağırlanır. Zamanla da’vetleryozlaştı, görgüsüzlükegemen oldu. Hele lüks otellerdeki yemekler, tamamen gösterişti. Çadır davetlerine bir şey diyemem ama son birkaç yıldır sokak aralarına kurulan masalardan hiç hoşlanmadım.“Temizlik imandan gelir” diyen bir dinin mensubuyuz; toz, toprak, pislik içinde yemek mi düzenlenir Allah aşkına? Bazen işin ucunu kaçırmakla kalmıyor, sapıtıyoruz.Neyse bu yıl hiç biri yok.
Bizim lisenin tarih öğretmeni İsmail Hakkı Uzunçarşılı (1921/1922), ramazanla ilgili bir şiir yazmış. Da’vet konularına değinirken bazı yiyeceklerden söz etmiş, hocayı da rahmetle anmış olalım bu vesileyle. Lisemiz kurulalı beri onun ayarında bir tarihçi henüz gelmediKastamonu’ya. Şiir uzun, bu nedenle mısraları yan yana yazdım, dörtlükler arasında // işaretini kullandım, beğeneceğinizi umarım:
İftar listesi yazdım dinleyin/Da’vet edenlerden külfet istemez/ Kari’ler yutkunup hem de söyleyin/ Muhtasar lâzımdır zahmet istemez.// İbtida yemekte çorba gelmeli/ On iki saatlik pası silmeli/ Çorbayı yapmayı lâkin bilmeli/ Hamhum şaraloplada’vet olmaz.// Taze soğan ile yahni lâzımdır/ Salata isterim o da hâzımdır/ Arkadan bir sebze hem mülâazımdır/ Böreğe hazır ol cennet istemez.// Sıra geldi şimdi puf böreğine/ Şişir yeleğin bak küreğine/ Okurken inmesin gül böreğine/ Hastaya düşünme hükümet istemez.// Tatlının envâı vardır efendim/ Dört tanesi benim daim pesendim/ Sen de beğenirsin gel dinle pendim/Boş kafa gezdirme hiddet istemez.// Sarığıburmadır birinin adı/ Burdukça çıkar tatlısı tadı/ Tulumba tatlısı basar feryadı/ Bak ağzım sulandı şerbet istemez.// Yassı kadayıfı ihtiyar işi/ Keser bu tatlıyı herkesin dişi/ Hanım göbeğine meftun kişi/ Gözlerini açma hayret istemez.// Bir sebze gelir tatlıdan sonra/ Muhallebi gelir artık zuhura/ Zeytinyağlı dolma arkası sıra/ Karnımız doymuştur himmet istemez.// Daha sonra vardır pilavla hoşab / Fakat ben onları eylemem hesab/ Bir sadece kahve içmesi sevap/ Nargileden başka hizmet istemez.// Zannetme bunun hepsinden yerim/ Çorba, et, börektir benim rehberim/ Tatlı, muhallebi damakpeykerim/ Ayarı bildirir kıymet istemez.// Kalendermeşrebim bu kadar yeter/ Çok şey istemedim etmeyin keder/ Yazdığım şeyleri herkesler sever/ Kim saydığım gibi nimet istemez.// Bu liste kâfidir Hezârdinara/ Da’vet eden bilsin ânı iftara/ Gözün dört aç basma mantara/ Bu dönme dolaptır gaflet istemez.// (Açıksöz gazetesi, 2 Ağustos 1922, sayı:474)
MUSTAFA ESKİ