Yarın Ramazan başlıyor, hayırlı olsun. Sağlık ve huzur içinde, ağız tadıyla oruç tutmak en büyük dileğimiz. Ömür, su gibi akıp gidiyor; yeni bir Ramazana daha ulaştığımız için Yüce Rabbimize sonsuz şükürler olsun.
Geçen yıl, salgın dolayısıyla Ramazan ayı sıkıntılı geçti. İlk kez ilacı olmayan büyük bir bela ile karşılaştık. Geniş çaplı yasaklar, özellikle 65 yaş üstüne uygulanan mantıksız engellemeler huzurumuzu kaçırdı. Bütün dünyadaki laboratuvarlar derde derman olacak aşıyı bulmak için seferber oldu. Görüldüğü kadarıyla başarı da sağlandı. Bilimin elinden bir şey kurtulmaz, geç olsa bile çare bulunur.
Ortam gereği bu yıl da Ramazan zorgeçecek. Çağdaş vatandaşlık kültürü yerleşmemiş bir toplumda netice almak kolay değil.Televizyonlarda, bazı uzmanlar salgının kontrolden çıktığını söylüyor. Her akşam açıklanan vaka ve ölüm sayıları durumun vahâmetini anlatmaya yetiyor zaten. Bu duruma gelmemizde alınan önlemlerin gevşek uygulanması kadar,bireylerin kayıtsızlığı daen büyük sebep.Ev ziyaretleri, tâziyeler, hatırlı cenazeler, düğün, nişan gibi toplu etkinlikler, bana bir şey olmaz kaderciliği, sorumsuz davranışlar bizi bu noktaya getirdi.
Devlet aşı temin etmek için var gücüyle çalışıyor. Bunca duyuruya ve kolaylığa rağmen, şu an İstanbul’da, 65 yaş üzerindeki insanların üçte biri henüz aşı olmamış. Bu nasıl ciddiyetsizlik? İnternet üzerinden veya en yakın sağlık ocağına giderek randevu almak çok kolay. Aşı olmayanların bazı haklarını mutlaka engellemek gerekiyor.Hastahaneler dolmuş, her gün ölümler artıyor; belanın nereden, nasıl geleceği belli değil. Böyle bir ortamda Ramazanın elbette tadı olmayacak. Bu durumda orucun güzelliğini anlatan hoş bir yazı yazmak mümkün mü? Ama yine de hayata olumlu bakmak zorundayız.
Doğaldır ki, her kuşak, kendi dönemine özlem duyar. Bizim zamanımızda şöyleydi, böyleydi gibi sözleri çok duyardık. Bugün de aynı sözleri biz kullanıyoruz. Ancak doğru olan bir şey varsa, zaman gerçekten değişiyor. Teknolojiyle birlikte örf, âdet, gelenek, görenek, töre gibi kültür unsurları da değişime uğruyor. Bize yararlı olanları kabul etmekte bir sıkıntı yok, ancak bazılarına uyum sağlayamadığımızı kabul edelim.
Çocukken sahura kalkmayı, oruç tutmayı çok severdik. Yaşımız küçük olduğu için dayanamaz, su içerdik. Hevesimiz kırılmasın diye yarım gün oruç tutmamız istenirdi. Buna “tekne orucu” derdik. Adını niye böyle koydular bilemem ama mutlaka ekmek ve tekneyle bir ilgisi olmalı.
Ramazan kendi bereketiyle gelir. Her aile kendi gücüne göre eve yiyecek takviyesi yapar. Yemeklerin sayısı ve niteliği diğer aylardan farklıdır.Gül reçeli ve zeytin, iftariyelik olarak sofralarda mutlaka bulunur. Arkadan çorba ve diğer yemekler sırayla gelir. Her evin özelliğine göre tatlı hazırlanır. En meşhurları baklava, kadayıf, sarığıburmadır.
Baklavalar ikiye ayrılır; üçgen şeklinde dilimli olan ve tırtıl baklava. Baklava yapmak hüner ister, her kadın bunu beceremez. Baklava hamuru yapılırken un, çok sık gözenekli elekten elenir. Bu eleğe “ince elek” denir. Hamur, ince yufka halinde açılırken buğday nişastası kullanılır. Yufkalar temiz çarşaf veya bez üzerine serilir ve bir müddet tepsermesi yani hafif kuruması beklenir. Daha sonra üst üste konur ve aralarına ceviz serpiştirilir. Hazırlanan dilimler tepsiye yerleştirilir, üzerlerine bir miktar tereyağ konarak kızartılır. Son aşamada şerbet dökülür ve soğumaya bırakılır. Ev baklavamız da yozlaştı, eskilerle hiç ilgisi yok. Ağzınıza aldığınız zaman ya taş gibi veya çamur gibi. Laf aramızda tahin helvalarımız da öyle. Ticarette fiyat önemli ama kaliteyi de düşürmemek gerekiyor.
Kadayıf da vazgeçilmez tatlılardandı. Yakın zamana kadar helva üreten dükkânlarda kadayıf dökülürdü. Sonradan yerli üretim tümden bitti, dışarıdan, hazırları geldi. Hanımlara da kızartması kaldı.Kadayıf derken yassı kadayıfı da unutmayalım. Zira İsmail Hakkı Uzunçarşılıbir şiirinde diyor ki, “Yassı kadayıf ihtiyar işi, keser bunu herkesin dişi”.
Sarığıburma evlerde yapılır. İnce hazırlanmış yufkalar üst üste konur, burulur; sonra tepsiye döşenir ve kızartılır. Şeker şerbeti yerine pekmez kullanıldığı için daha ziyade fakir evlerin tatlısı olarak bilinir. Baklava kadar da zahmetli değildir.
Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, bizim lisede 1921-22 yıllarında Tarih öğretmeni olarak görev yapmış. Tarihî konularda yetmiş dolayında makale yazmışAçıksöz gazetesinde. Bunlardan ayrı 58 şiirini gördüm, neredeyse tamamını arûz vezniyle yazmış. Bunlar amatörce yazılmış şiirler. Hoca, bir şair değil ama ben de onun şiirlerini tartacak kadar şiirden anladığımı söyleyemem. Bu şiirleri yeni yazıya çevirdim; pandemi biter,bir sempozyum düzenlenirse bildiri halinde yayımlamak isterim. 14 aylık görev süresi içinde 70 makale ve 58 şiir yazmak ne kadar önemli.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ramazan ayını burada yaşamış anlaşılan. Birkaç şiir yazmış bu konuda: Vaz geçmem, Davet, Ramazan davulu, Hezârdinar’ın iftar listesi, Olmasın, Her telden, Ramazan günleri, İftar, Her telden bir ses, Ramazâniye, Tazarru. Bu şiirlerde davetlerden, o yıllardaki yemeklerden, tatlılardan söz etmiş: Sarığıburma, yassı kadayıf, tulumba tatlısı, muhallebi, zeytinyağlı dolma, pilâv, hoşaf, hanımgöbeği, çorba, börek, yahni, puf böreği, gül böreği gibi.
Hoca, yemek sonrasında kahve ve nargileden söz ediyor. Şimdiki nesil modern içeceklere alıştı ama kahvenin yerini hiçbir şey tutmaz. Gördüğüm kadarıyla yeni kuşaklarda kahve merakı başlamış. Burada bir konu dikkatimi çekti; hoca, çarşının dondurması ile Çavuş’un şırasını çok övüyor. Gastronomi konusunda çalışma yapanlar bunu araştırsın isterim.Meşhurkebapçı Râif usta, dönerin yanında şıra ikram ederdi. Evlerde isepestil ezmesi veya eğşirevaçtaydı.
Bu yıl yasaklar nedeniyle terâvih namazı câmilerde kılınmayacak. Hiç istemezdik böyle bir durumla karşılaşmayı. Ülkemiz âdetâdârülharb içinde. Savaş sadece silahla, barutla olmuyor. Görünmez bir virus hepimizi esir aldı, yakınlarımızı kaybettik, daha ne olacağı da belli değil. Olağanüstü önlemlerden rahatsız olmayalım ama kurallara da hepimiz uyalım.
Terâvih namazından çıkınca, erkekler kırâathânelere doluşur, sahura kadar sohbet eder veya kâğıt oyunu oynarlardı. Vakıf, Kırkçeşme, Aşağı İmaret’teki kıraathaneler çok meşhurdu. Bazı kişiler kahvehane diyor ama hepsinin camında veya levhasında “kıraathane” yazardı. Çoğunun duvarında saz, cümbüş, ud gibi çalgı aletleri asılıydı.
Ramazanı huzur içinde geçirelim. Oruç, birkaç saat aç durmaktanibaret bir ibadet değil. Gönlümüz, dilimiz, elimiz temiz olmalı. Fena düşüncelerden, incitici, kırıcı, ötekileştiricisert sözlerden uzak duralım. Dar gelirlilerin sıkıntı çektiği şu ortamda yoksullara yardım edelim.
Ramazanımız mübârek olsun. Milletimize sağlık ve huzur getirsin, salgın belasından kurtulalım.Yüce Rabbim ibadetlerimizi, dualarımızı kabul eylesin.
MUSTAFA ESKİ