Türk Ocakları Derneği Kastamonu Şube Başkanı Prof. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz’ın, Atatürk’ün Kastamonu’ya Gelişi, Şapka ve Kıyafet İnkılâbı’nın 99 yıldönümü münasebetiyle yaptığı basın açıklaması:
“Millî Mücadele Dönemi’nde Kastamonu işgale uğramamış olmasına rağmen özellikle Batı Cephesi’nin ihtiyaç duyduğu askeri malzemenin, lojistiğin sağlanması ve Ankara Hükümeti’nin dünyaya açılan bir kapısı konumunda olmuştur. Kastamonu, 1919-1922 yılları arasında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasından itibaren hem maddî hem de manevî anlamda önemli bir merkez olmuştur. İstiklâl Harbi’nde cephede ve cephe gerisinde büyük katkı ve fedakarlığı ile bilinen Kastamonulular için Gazi Mustafa Kemal Paşa “munis” sözcüğünü kullanarak iltifatta bulunmuştur.
İstiklâl Savaşı süresince İnebolu-Kastamonu-Ankara hattının bir anda çok önem kazanıp adeta bir hayat damarı haline gelmesi güvenli oluşunun dışında coğrafi olarak elverişli bir güzergâh oluşuydu. İnebolu, Ankara için denize açılan en yakın ve en güvenli pencere idi. İstanbul’dan Ankara’ya istiklâl mücadelesine katılmak için harekete geçen çok önemli devlet erkânı ve aydınların büyük kısmı, İnebolu yolunu tercih etmişlerdi. İstiklal Savaşı’nda yararlılıklar gösteren Kastamonululara Atatürk birkaç defa Kastamonu’ya gelme niyetini ifade etmiştir. Atatürk’ün iki defa davet edilmesi ve 1925 yılında Kastamonu gezisi ile başlatılan şapka ve kıyafet inkılâbı sonucunda başlayan kutlama törenleri Kastamonulular tarafından Gazi Paşa’nın gezisi, şapka ve kıyafet inkılâbı etkinlikleriyle zaman içerisinde geleneksel hale getirilmiştir.
Şapka ve Kıyafet İnkılabı niçin önemlidir?
Osmanlı Devleti döneminde yaklaşık son bir asırdır çeşitli alanlarda yapılan bir takım yenilik ve ıslahat çabaları, modernleşme yolunda atılan ilk adımlar olarak sayılsa bile, Cumhuriyet idaresinde yapılan köklü değişiklikler daha geniş olarak ve kurumsal yapının dışında halka doğru yönelmesi bakımından temelde ayrılmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyet idaresinde yapılan inkılap hareketlerinde, eski kurum, kanun ve belirli simgelerin yerine yenilerini koyma ve bu yolla çağdaşlaşma süreci halifeliğin kaldırılması, dini eğitim ve yargı alanında yapılan inkılaplarla tamamlanmış olmuyordu. Toplumsal alana daha çabuk inebilecek ve sosyal yapıda meydana getirilecek değişiklikler ile bir zihniyet inkılabının gerçekleştirilmesi amaç edinilmişti.
Saltanattan millet rejimine geçiş sürecinde birbirine koşut ve aynı amaca yönelik düzenlemeler yapılmış ve bu düzenlemeler hukuk alanındaki inkılaplarla desteklenmiştir. Şapka kanununun çıkarılması, memurların kılık kıyafeti ile ilgili kuralların konulması, tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması ve türbedarlıklarla birtakım unvanların yasaklanıp, kaldırılması etnik, dinî ve hatta mezhepler arasındaki ayrımları ortadan kaldırmak için bir bütüncül yapı içerisinde Türk vatandaşlığını, Türk milletini tanımlamak ve kanun önünde eşitlik kavramını ortaya koymak bakımından önemlidir. Örneğin, doğal olarak farklı okullarda, farklı usullerle, farklı dünya görüşleri ile yetişecek olan insan tipleri milleti, bütün kültür unsurları ile bir bütün olan ve olması gereken milleti zedeleyecekti. Tevhid-i Tedrisat Kanunu bunun için gerekmiştir. Aynı şekilde Osmanlıdan kalma bir giyinme tarzında ön plana çıkan etnik ve dinî semboller haline gelen kıyafetlerin homojen bir yapı içerisinde ayrımcılığa yol açmaması için kaldırılması da zorunlu hale gelmiştir. Muhtemelen Sultan II. Mahmut da memurlara fes ve yeni bir kıyafeti ikamede devlet memurlarının tebaayı istikbal ederken eşit bir görünüşte olması ihtiyacından hareket etmişti. Bütün bunların altında modern dünyaya Türkün medenî olduğunu göstermek ve bazı sembolik görünen düzenlemelerle düşünce alanında topyekûn bir inkılabı gerçekleştirmek arzusunun yattığı anlaşılmaktadır.
Giyim-kuşam alanında yapılan inkılâplarla ilgili olarak olumlu bir hava yaratmak, önceden halka tanıtıp mal etmek düşüncesi ile gerçekleştirilen Atatürk’ün Kastamonu seyahati olumlu sonuçlar vermiştir. Nitekim Şapka İktizası hakkında 671 sayılı kanunun çıkarılmasına kadar (25 Kasım 1925) üç aya yakın bir süre geçmiştir. Bu süre boyunca, büyük şehirlerdeki memurlardan başlayarak okur-yazar grupları arasında şapka yaygınlaşmıştır. Yasa yapılmadan önce olumlu bir hava yaratmak, hiç değilse aydınların giyim alışkanlıklarında fiili değişiklikler meydana getirmek çabalarına girişilmesi istenilen sonuçları vermiştir.
Atatürk; yapmış olduğu diğer inkılaplarda olduğu gibi, kılık-kıyafet alanında gerçekleştirdiği inkılap hareketinde de önceden bir fikre sahipti. Bütün inkılaplarda olduğu gibi ulaşmak istediği, toplumu ulaştırmak istediği amaca erişebilmek için gerekli şartları ve zamanı Atatürk’ün dikkatle değerlendirdiği bir gerçektir. Örneğin 1920 tarihinde Meclisin ilk döneminde iki milletvekili tarafından fesin kaldırılıp yerine kalpak giyilmesi hakkında bir takrir verilmiş fakat zamanı olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
Atatürk kıyafet konusunda düşüncelerini topluma açmak için Kastamonu’yu seçti
Bilindiği üzere Atatürk’ün Kastamonu gezisi 23 Ağustos 1925 ile 1 Eylül 1925 tarihleri arasını kapsamaktadır. Bu seyahatin Cumhuriyet tarihimiz açısından önemi Şapka ve Kıyafet İnkılâbına ilişkin ilk konuşmaların bu seyahat sırasında Kastamonu’da yapılmış olmasıdır. Atatürk Kastamonu’ya şapka konusunda inkılâp hareketini başlatmak için mi geldi? sorusu ile karşılaşılabilir. Onun uzun zamandır gelmek istediğini ve Kastamonulular tarafından davet edildiğini biliyoruz.
Atatürk 1924 yılı Eylül ayı içinde deniz yoluyla İstanbul’dan başlayarak Karadeniz gezisine çıkmıştı. Onun bu gezi sırasında Kastamonu’yu ziyaret arzusunda olduğu anlaşılmaktadır. Gazi’nin seyahati dolayısıyla Kastamonu Belediyesi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Kastamonu Türk Ocağı’ndan telgraflar çekilmiş ve Gazi Paşa Kastamonu’ya davet edilmiştir. Aslında Mustafa Kemal Paşanın 1924 yılında Kastamonu’ya gelmek istediğini, programın da yapıldığını, fakat 1924 yılında Erzurum’da yaşanan deprem sonrası programını iptal edilerek deprem bölgesine, Erzurum’a gittiğini görüyoruz.
Erzurum Depremi meydana geldiği zaman Reis-i Cumhur Mustafa Kemal Paşa 29 Ağustos’tan 18 Ekim’e kadar sürecek olan 51 günlük bir Anadolu gezisine çıkmış bulunuyordu. Mustafa Kemal Paşa birçok ile ilk defa bu gezisi sırasında gitmiştir. Gezide kendisine eşi Latife Hanım, Bozok Milletvekili Salih Bozok, İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi, Gaziantep Milletvekili Ali Kılıç, Rize Milletvekili Rauf Benli, Genel Sekreter Tevfik Bıyıklıoğlu, Muhafız Birliği Komutanı İsmail Hakkı Tekçe, Başyaver Rusuhi ve birkaç kişi daha refakat etmekteydi. Bu gezi kapsamında Mustafa Kemal Paşa, 13/14 Eylül 1924 tarihinde Trabzon’a doğru programını devam ettiriyordu. Kendisini ve maiyetindekileri Hamidiye Harp Gemisi taşıyordu. 15 Eylül’de Trabzon’daki temaslarına devam ederken Ajans haberleri bilgisine sunularak, depremden haberdar olmuştu.
Bu gezi sırasında 13 Eylül 1924 tarihinde Erzurum’da deprem meydana gelmiştir. Erzurum Depremi sebebiyle Gazi, Rize’den Kastamonu’ya gelemeyeceği hususunda 20 Eylül 1924 tarihinde Açıksöz gazetesinde de yayınlanan aşağıdaki telgrafı göndermiştir:
“Samimî hissiyât ve dâvetinize teşekkür ederim. İnebolu ve Kastamonu’ya ziyarete karar vermişken hareket-i arz dolayısıyla dûçâr-ı ızdırap Erzurum’a hareketi lüzumlu gördüm. İnebolu ve Kastamonu’ya şedîd arzuma rağmen bu defa ziyaret edemeyeceğime pek müteessirim İlk fırsatta geleceğimi vaad ederim efendim. 18.09.1340 Reisi-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal”.
Atatürk’ün şapka inkılabını gerçekleştirmek için Kastamonu’yu seçme nedenlerine gelince, aşağıda belirtileceği üzere bu konuda değişik görüşler olmasına karşın onun düşünceleri yaptığı konuşmalardan açıkça anlaşılmaktadır.
Bazı kişiler Atatürk’e Kastamonu’nun fazla mutaassıp bir çevre olduğunu söylemişler ve bu inkılaba Kastamonu’dan başlamanın ihtiyatlı bir hareket olmayacağını kendisine belirtmişlerdi. Bu görüş bizi, dışarıdan Kastamonu’nun mutaassıp görünmesinden dolayı, sırf bu yönüyle burasının seçildiği gibi bir yanılgı içine düşürebilir ki bunun tamamen mesnetsiz ve tutarsız olduğunu burada belirtmek gerekir. Fakat Kastamonu üzerinde böyle bir kanı da bulunmaktadır. Örneğin Kinross, “Mustafa Kemal, bu çeşitli din devrimlerini açıklamak için, bile bile gericiliğiyle tanınmış bir vilayeti seçti. Büyük bir cesaretle, düşmana en güçlü olduğu yerde vuruyordu. Bu ani çarpışma taktiği başarıya ulaşırsa, başka herhangi bir yerden iki kat daha etkili olacaktı…” derken yine de bunu tek nedene bağlamaz ve Kastamonu’nun İstiklâl Savaşı’ndaki bağlılığından ve “ihtilâlin bir çeşit sembolü” olduğundan bahisle hakkını teslim etmektedir. Kastamonu’nun yapısını çok iyi bilen İsmail Habib Sevük, bu düşünceye karşı olarak Ocak 1925 tarihinde Yusuf Akçura’nın da bulunduğu bir sohbette Atatürk’e bu görüşü paylaşmadığını belirtmiş ve Kastamonu’nun dışarıdan göründüğü gibi taassuba sahip olmadığını ve aydın fikirli bir muhit olduğunu söylemiştir. İsmail Habib’in “Atatürk İçin” adlı eserinde de belirttiği üzere, Atatürk şapka inkılabı ile ilgili olarak etrafındakilerin kanaatlerini zaman zaman almış ve hatta güvendiği birkaç kişiyi şapka ile Beyoğlu’nda dolaştırıp, şapkayla ilgili toplumun bakışını ve nabzını da gözlemleme imkânı bulmuştur.
Yukarıdaki görüşlerin yanı sıra Kastamonu’nun seçilme nedenlerini farklı bir yaklaşımla ele almak gerekmektedir. Atatürk’ün Kastamonu’yu seçmesi hususunda öncelikle bir noktayı belirtmek gerekir. Kastamonu halkı Millî Mücadele günlerinin daha başlangıcından itibaren bu harekete bağlılık yemini etmişler, İnebolu-Çankırı-Ankara şosesi yoluyla cepheye gönderilen cephane ve yardımların sağlanmasında büyük hizmetlerde bulunmuşlar ve özellikle Sakarya Savaşı sırasında büyük fedakârlıklar göstermişlerdir.
İkinci bir husus, yeni kurulan rejime karşı bazı bölgelerde görüldüğü gibi aleyhte bir faaliyet de Kastamonu’da olmamıştır. Özellikle döneminde Açıksöz gazetesi örneğinde görüldüğü üzere, Kastamonu basınının Millî Mücadeleye verdiği destek, işgallere ve manda zihniyetine karşı tepkiler elbette Atatürk’ün bildiği ve takdir ettiği milli tavırlar olmuştur. Bu yıllarda Hüsnü Açısöz “Mandadan Evvel İstiklâl” başlığıyla Açıksöz’de bir yazı yazarken aynı tarihlerde Kastamonu’ya gelen Mehmet Akif Ersoy da vaazlarında “önce hürriyet, sonra ibadet” diyordu. Anadolu’nun pek çok yerinde irili ufaklı iç ayaklanmalar olduğu halde Kastamonu ve çevresinde böyle bir hareket görülmemiştir. Asayişsizlik sebebiyle bazı yörelerde asker toplanamadığı için gerek isyanların bastırılmasında ve gerekse Batı Cephesi’nde gerekli asker, subay ve askeri malzemenin sağlanmasında Kastamonu ve çevresinin çok büyük hizmeti dokunmuştur. Bu noktada Kastamonu’da Osmanlı son döneminde gelişen süreli yayın geleneğinin de etkisinin olduğunu belirtmek gerekir. Özellikle II. Meşrutiyet döneminde Kastamonu gerek basın ve gerekse cemiyetleşme sürecinde önemli bir yer tutmaktadır. Aydınlanma ve ülke gündemini takip etme hususunda Kastamonu’nun İstanbul’dan hiç de geride olmadığı söylenebilir. Bu dönemde hem fikir akımlarının burada tartışılması ve hem de sosyal ve siyasal yapılanmaların Millî Mücadele hareketinin taban bulmasındaki etkileri bulunmaktadır.
Üçüncü önemli husus da İstiklâl Savaşı başlangıcında Millî Mücadele hareketini baltalamak için Atatürk ve arkadaşlarının asi olduklarına dair Şeyhülislam Dürrîzâde’nin fetvasına karşı, Anadolu müftü ve din adamları da bunun tam karşıtı bir fetva yayınlamış olmalarıdır. Bu fetvadaki isimlerin çoğunluğu da Kastamonululara aittir. Dolayısıyla bu konuda da destek sağlayan Kastamonululara, Atatürk’ün herhangi bir önyargısının olduğunu söylemek mümkün değildir.
Bu hususu aydınlatması bakımından Atatürk’ün 30 Ağustos 1925 tarihindeki Kastamonu nutkundaki şu ifadeleri önemlidir. “…İtiraf etmeliyim ki, bu seyahatimden önceki bilgim, gördüklerimin hasıl ettiği kanaatlerden çok başka idi. Muhterem Milletvekilleriniz Ali Rıza Bey, Mehmet Fuat Bey gibi kişiler bulunmasaydılar, sizi mümkün olduğu kadar olduğunuzun aksine tanıtmak için çalışanlar, zihinleri karıştırmakta kim bilir ne kadar ileri gitmeye muvaffak olacaklardı. Fiilî sonuçlarını memnuniyetle görmekte olduğum yüksek görüşleriniz elbette bir anda, bir günde meydana gelmezdi. Böyle bir iddiada bulunmak cahillik olur…”
1925 yılında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri olan Saffet Arıkan’a göre Atatürk, Kastamonu’yu seçme nedenini ona şu şekilde açıklamaktadır. “Çocuğum Kastamonu’ya gideceğim… Niçin Kastamonu’yu seçtiğimi bilemezsin. Dur, anlatayım. Bütün vilayetler beni tanırlar. Ya üniforma ile veya fesli, kalpaklı sivil elbise ile görmüşlerdir. Yalnız Kastamonu’ya gidemedim. İlk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, yadırgamazlar. Üstelik bu vilayet halkının hemen hepsi asker ocağından geçmişler. İtaatlidirler, munistirler. Adları gericiye çıkmışsa da anlayışlıdırlar. Bunun için şapkayı orada giyeceğim …” Atatürk ayrıca Kastamonu’yu seçme nedenini tarihi İnebolu Nutkunda şu şekilde açıklamaktadır. “Vilayet namına Ankara’ya gelen heyet-i muhteremenin vuku bulan davetine memnuniyetle derhal icabet ettim. Bu noktada güzel ve yüksek bir tecelli ifade etmek benim için medar-ı iftihar olacaktır. Mühim bir vazifenin ifasında, benden evvel müteşebbis millet olmuştur. Benim, şu veya bu sebeple tehir ettiğim mühim bir vazifeyi millet bana ihbar etmiş ve yaptırmıştır. Bunu milletimin hassasiyetine, bunu milletimin ruh-ı müşterekindeki ulviyet irşâdına parlak bir misâl olarak zikretmeliyim.”
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Kastamonu’ya davet edilmesi
Atatürk’ün Kastamonu’yu ziyaretinden evvel Kastamonu’ya davet edilmesi söz konusudur. Atatürk’ü Kastamonu’ya davet etmek üzere iki defa heyet teşkil olunmuştur. Heyetteki değerli insanların isimlerini de burada anmak gerekir. İlk heyette Müftü Osman Nuri, Belediye Başkanı Necip, Şemsizâde Ziya, Evliyaoğlu Abdullah, Dr. Fazıl Berki (Tümtürk) hazır bulunmuşlardı. Yalnız bu heyet Atatürk’ün rahatsızlığı sebebi ile onunla görüşme imkânı bulamamıştır. İkinci heyet ise 8 Ağustos 1925 yılında Ankara’ya hareket etmiştir. 11 Ağustos tarihinde Atatürk’le görüşen ve yapılan daveti kabul edip, en kısa zamanda Kastamonu’ya geleceğim sözünü alan bu heyette Cumhuriyet Halk Fırkası mutemedi Hüsnü (Berker), Belediyeden Akdoğanlızade Mehmet Ali (Sultan Efendi), İl Daimi Encümen üyesi Sabri, Ticaret Odası Başkanı Hacı Mehmet Rıza (Saltık), Halk Partisi ve Türk Ocağı İdare Heyeti üyesi Tatlızade Nuri Beyin oğlu Emin, Açıksöz gazetesi müdürü Hüsnü (Açıksöz), Öğretmenler Birliğinden Hacer (Kafadar) ve Hikmet Melike (Bakan) ve heyet başkanı olarak da Hüsnü Berker hazır bulunmuşlardı.
Kastamonu seyahatine karar veren Atatürk, gezi programını planlamış ve ilgililere gerekli talimatları vermiştir. Cumhurbaşkanlığı Arşivi’ndeki belgelerden anlaşıldığına göre Genel Sekreterlik tarafından 17 Ağustos 1925 tarihli kişiye özel bir şifre ile Kastamonu Valisi bulunan Fatin (Güvendiren) Beye bilgi verilmiştir. Şifrede; “Reis-i Cumhur Hazretleri 23 Ağustos 1925 Pazar sabahı Ankara’dan hareketle akşam Kastamonu’da bulunacaklardır. İki gün istirahattan sonra seyahatin İnebolu ve Ecevit’e temdidi mukarrerdir. Buna nazaran ikamet keyfiyetinin temin buyurulmasını rica ederim” ifadesine yer verilmiştir.
Yine aynı makam tarafından Müdafaa-i Milliye Vekâletine şu tezkire yazılmıştır: “Reis-i Cumhur Hazretleri 23 Ağustos 1925 Pazar günü sabahı refakatinde âtideki isimleri maruz zevat olduğu halde Ankara’dan hareketle bir iki gün Kastamonu’da kaldıktan sonra Ecevit ile İnebolu’ya kadar gideceklerdir ve 1 Eylülde Ankara’da bulunmak üzere aynı tarikle avdet buyuracaklardır” O günlerde İnebolu Liman Başkanı olan Nazmi Bey, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne 21 Ağustos 1925 günü saat 17.00’da bir telgraf çekerek sahil şehirlerinde bu gibi ziyaretlerde usule göre, limanda bir harp gemisi bulundurulmasının uygun olacağı da bildirilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa’nın Kastamonu gezi programı
Atatürk’ün Kastamonu gezisi 23 Ağustos 1925 ile 1 Eylül 1925 tarihleri arasını kapsamaktadır. Gezi programı başlıklar halinde kısaca şu şekildedir: Atatürk, 22 Ağustos 1925 akşamı saat 18.00’da Başvekil İsmet Paşa’yı ziyaret etmiş ve yarım saat kadar görüşme devam etmiştir. Daha sonra dönemin Genelkurmay Başkanı olan Fevzi Paşa’yı ziyaret etmiş ve Çankaya’ya dönmüştür. Atatürk Ankara’dan sabah erken saatte ayrılmış ve herhangi bir uğurlama merasimi yapılmasını istememiştir. Sadece Çankırıkapı’dan geçerken bir kıta piyade ve jandarma müfrezesi tarafından selâmlanmıştır.
23 Ağustos 1925 Pazar (Ankara-Çankırı-Kastamonu): Sabah Çankaya Köşkünden ayrılması, saat 12.00’de Çankırı’ya gelmeleri, öğleden sonra İnköy’de Ilgazlılar tarafından karşılanması. Mustafa Kemalin, Kastamonu il sınırı olan Ilgaz-Derbent’te Kastamonulular tarafından görkemli bir surette karşılanarak akşamüzeri saat yedide Kastamonu’ya gelmeleri. Mustafa Kemal’in Kastamonu’ya gelmeleri İçişleri Bakanı tarafından Başbakanlığa şu yazı ile bildirilmiştir:
“Çankırı hududunda mutantan bir surette istikbal edilen Reis-i Cumhur Hazretlerinin dün öğleden sonra saat yedide Kastamonu’ya muvasalat ve esbâb-ı istirahatlarının her vechle temin edilmiş olmasından dolayı fevkalâde izhâr-ı memnuniyet buyurmuş oldukları Kastamonu Vilâyetinin iş’ârına atfen ma’ruzdur. Dâhiliye Vekili”
24 Ağustos 1925 Pazartesi günü saat 15.00’de Askeri Kışla ziyareti, Devlet Hastanesi, Memleket Kütüphanesi (ziyaret sırasında kitap alınmak üzere 500 lira bağışta bunduğu bugünkü Yazma Eser Kütüphanesi), Belediye Binası, Hükümet Konağı ziyaretleri.
“Bir Türk Dünyaya Bedeldir”
24 Ağustos 1925 sabahı Mustafa Kemal, mareşal üniformasını giymiş, göğsüne İstiklal Madalyası’nı takmıştı. Önce, Askeri Kışla’ya giderek buradaki birliği denetledi. Bu sırada koğuşlardan birinde: “Bir Türk on düşmana bedeldir” yazılı bir levha görmüştü. Subaylardan birine, yazıyı göstererek: Öyle mi? diye sordu. “Evet Paşam” cevabı üzerine Mustafa Kemal: “Hayır, bence öyle değildir. Bir Türk Dünya’ya bedeldir”, diye karşılık verdi.
25 Ağustos 1925 Salı günü Kastamonu’dan İnebolu’ya hareketi. Saat 11.00’de Kastamonu’dan ayrılması, öğleden sonra Ecevit Köyünde üç saat dinlendikten sonra akşamüzeri saat yedide İnebolu ilçesine heyetin gelmesi. Ecevit’te çam kokuları arasında güneşli bir havada yemek yenilmiş, burada Atatürk yanında bulunanlara “Ne iyi ettik de bu seyahate çıktık” diyerek memnuniyetini paylaşmıştır. Atatürk’ün İnebolu’ya gelmesini Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olan Tevfik (Bıyıkoğlu) Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafla bildirmektedir: “Ankara’da Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine, Reis-i Cumhur Hazretlerinin bu akşam İnebolu’da bulundukları ma’ruzdur. Riyâset-i Cumhur Başkâtibi Tevfik”
Yine İçişleri Bakanı da Kastamonu Valiliği’nden alınan bilgiye dayanarak 26 Ağustos 1925 tarihinde Başbakanlığa gezinin seyrine ilişkin şu açıklamayı yapmıştır:
“Reis-i Cumhur Hazretlerinin dün (25/8/341) Kastamonu’dan hareketle Ecevit’te üç saat tevakkuf ve istirahatten sonra akşam üzeri İnebolu’ya teşrif buyurdukları ve avdetlerinde Ecevit’te bir gece kalarak Kastamonu’ya muvasalat ve buradan da Daday ve Taşköprü kazalarını ziyaretle avdet buyurmaları makul bulunduğu Kastamonu Vilayetinin iş’ârına atfen arz olunur efendim. 26/8/341, Dahiliye Vekili”
26 Ağustos 1925 Çarşamba günü İnebolu Belediye Binasında, Hükümet Binası ziyareti ve çarşı içerisinde gezinti. 27 Ağustos 1925 Perşembe günü İnebolu Türk Ocağı’nda tarihi şapka nutku ve akabinde kayıkla gezinti. 28 Ağustos 1925 Cuma günü İnebolu’dan Kastamonu’ya hareketi. Saat 10.00’da İnebolu’dan ayrılması, Küre’de, Devrekâni’de, Saat 18.30’da Kastamonu’da. 29 Ağustos 1925 Cumartesi günü Kastamonu’dan Taşköprü’ye gitmesi. Saat 14.30’da Taşköprü’de, Hükümet Konağında, Askerlik Şubesinde, saat 19.00’da Kastamonu’ya dönüşü.
30 Ağustos 1925 Pazar günü Kastamonu’dan Daday’a gitmesi. Saat 12.00’da Kışla’da onuruna verilen yemeğe katılmış, saat 14.00’da Daday’a hareket etmiş, Belediye Binası ziyareti sonunda saat 17.00’da Kastamonu’ya dönmüştür. Dönüşte şimdi müze binası olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nda tarihi Kastamonu konuşmasını yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa Daday dönüşü Kastamonu Türk Ocağı’nı da ziyaret etmiş, burada Ocaklılarla sohbet etmiş ve kahve ikramında bulunulmuştur. Bu ziyaret Açıksöz’de bu ziyaret şu cümlelerle ifade edilmiştir: “Paşa Hazretleri Türk Ocağı önünde indi. Ocaklılar kemal-i hürmetle istikbal eylediler. Ocak binası kadın erkek iki yüze yakın Ocaklı ile dolmuştu. Paşa Hazretleri bir kahve içerek azalarla ezcümle hanımlarla musâhabede bulundular. Ve Ocak heyetinden Ocak binası hakkında izahat alarak Ocak azalarına: “Bütün Ocaklı kardaşları bir arada görmek fırsatını bana bahşettiğinizden naşi sizlere teşekkür ederim. Ocaklılar halkın pîşvâsı olacaktır” buyurdular.
31 Ağustos 1925 Pazartesi günü Kastamonu’dan Çankırı’ya hareketi. Sabah Kastamonululara veda etmesi, Ilgaz-Derbent’de Çankırılılar tarafından karşılanması, saat 15.30’da İnköy’de, saat 18.30’da Çankırı’da, Hükümet Konağında. 1 Eylül 1925 Salı günü saat 09.30’da Çankırı’dan uğurlanması, Ravlı’da (Akyurt) Ankara heyeti tarafından karşılanması, saat 16.00’da Ulus Meydanında karşılanması ile Atatürk’ün seyahat programı sona ermiştir.
“Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki ona bigâne olanları yakar ve mahveder”
Kastamonu gezi programının başlangıcından itibaren Atatürk’ün İnebolu, Daday, Taşköprü ve Kastamonu’daki tarihi konuşmalarına bakıldığında temelde, Cumhuriyete giden yolda Türklüğün vermiş olduğu başarılı mücadele, medeniyet ve medenî olmanın gerekliliği, yapılan inkılap hareketleri, gerekçeleri ve kıyafet inkılabının zarureti teması üzerine yoğunlaştığı görülmektedir. Yukarıdaki program çerçevesinde Atatürk Kastamonu’ya geldiğinin ertesi günü 24 Ağustos 1925 de Belediye Dairesi önünde yaptığı konuşmada “Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki ona bigâne olanları yakar ve mahveder…” şeklindeki sözleriyle medenî olmanın gereklerini bunun için zihniyette bir değişimin olması gerektiğinden bahseder.
Atatürk düşüncelerini, İnebolu’da Türk Ocağı’nda yaptığı 27 Ağustos 1925 tarihli konuşmasında daha da genişleterek Türk halkının medenî olduğunu, fakat bunu zihniyetiyle de ispat etmek ve göstermek zorunda olduğundan bahisle kılık kıyafet hakkındaki fikirlerini halka açar ve toplanan kalabalığa “Bizim kıyafetimiz millî midir?”, “Bizim kıyafetimiz medenî ve beynelmilel midir?” şeklinde sorular yönelterek bu iki soru etrafında kıyafetin değişmesi gerektiğini vurgular. Bu iki soru karşısında “hayır, hayır” sedalarıyla cevap veren halka; “Size iştirak ediyorum. Tabirimi maruz görünüz. Altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millîdir ne de beynelmileldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu arkadaşlar? Böyle tavsif olunmaya razı mısınız arkadaşlar? Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak enzâr-ı âleme göstermekte manâ var mıdır? Ve bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz demek musîb midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir, tabiîdir. Cevherin muhafazası için bir muhafaza yapmak lâzımsa onu altından veya platinden yapmak icab etmez mi? Bu kadar açık hakikat karşısında tereddüt câiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa onların humk ve belâhatine hükmetmekte halâ mı tereddüt edeceğiz? Arkadaşlar! Turan kıyafetini araştırıp ihyâ eylemeye mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet bizim için çok cevherli, milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu iktizâ edeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların mütemmimi olmak üzere başta siperî şemsli serpuş, bunu açık söylemek isterim. Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frank gibi…” sözleriyle düşüncelerini dile getirmiştir.
Dönemin Cumhurbaşkanlığı Başkâtibi olan Tevfik (Bıyıkoğlu) Beyin Atatürk’ün İnebolu konuşması hakkında hükümeti bilgilendirmek ve şapka ve kıyafet konusunda kamuoyunda oluşan beklentilere cevap vermek üzere Başbakan İsmet İnönü’ye İnebolu’dan gönderdiği 28 Ağustos 1925 tarihli cevabî yazıda şu ifadeler yer almaktadır:
“Ankara’da Başvekil İsmet Paşa Hazretlerine; Reis-i Cumhur Hazretlerinin Çankırı ve Kastamonu Vilâyetlerinde vuku’ bulmakta olan seyahatlerine ait ajans neşriyatında mütalaa buyurulmuş olacağı vechle bina haricinde açıkta Reis-i Cumhur Hazretleri ahâliyi başlarındaki şapkayı çıkarmakla selâmladıkları gibi halk da başında fes, kalpak, abâni veya beyaz sarıklı fes yerine ne varsa eline almak suretiyle ihtirâmı ifâ etmiştir ve etmektedir. Bunun gibi bina dahilinde resmî kabuller dahi kâmilen baş açık cereyan etmiştir. Malûm-ı devletleri olduğu vechle Reis-i Cumhur Hazretlerinden maâdâ refakatlerinde bulunan sivil zevat ve bu mıntıkada bulunabilen panama veya beyaz şapka iktisab etmişlerdir. Bugün Türk Ocağı’nda irâd buyurdukları nutukta kıyafet meselesine temas etmiştir ve haricen dahi medenî milletler efradına benzemek lüzumunu işaret buyurmuşlar ve Bizanslılardan aldığımız fesi ve papaz ve imam libası olan cübbeyi giymek hoş oluyor da şapka giymek neden caiz olmuyor buyurmuşlardır. Bu suretle serpuş hakkındaki fikr-i riyasetpenâhî açıktan açığa buyurulmuş olduğuna göre hükümetçe dahi serpuş meselesinin bu suretle halli lazım geldiğini ifade buyurmuştur. Reis-i Cumhur Hazretleri eylülün birinden evvel avdet buyuramayacaklarına göre o vakte kadar hiç olmazsa heyet-i vekîle ve erkân-ı hükümetin ve mümkün olduğu kadar çok avdette halkın ve memurâtın şapka ile Reis-i Cumhur Hazretlerini istikbâl etmeleri ve serpuş meselesini ser’i bir suretle halline medar olacağını düşünmekte olduklarını kemal-i hürmetle arz eylerim efendim. Riyâset-i Cumhur Başkâtibi Tevfik”
Bu belgeden hareketle Atatürk tarafından şapka ve kıyafet inkılabı konusunda gerekli çalışmaların başlatılması hususunda talimat verildiği anlaşılmaktadır. Atatürk; 30 Ağustos 1925 tarihli Kastamonu konuşmasında da inkılaplardan bahisle inkılapların amacını şu şekilde belirtmektedir: “Efendiler. Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen asrî ve bütün manâ ve eşkâliyle medenî bir heyet-i ictimaiyye haline îsâl etmektir. İnkılâbâtımızın umde-i aslîyesi budur. Bu hakikati kabul edemeyen zihniyetleri târumar etmek zarurîdir. Şimdiye kadar milletin dimağını paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Her halde zihniyetlerde mevcut hurâfeler kâmilen tard olunacaktır. Onlar çıkarılmadıkça dimağa hakikat nurlarını infaz etmek imkânsızdır…” Yine aynı konuşmasında “Efendiler ve ey millet. İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, müritler memleketi olamaz” diyerek gerçek yolun (tarikat-ı medenîye) medeniyet yolu olduğunu ifade ile kıyafet konusunda hassasiyetini belirten “Devlet memurları bütün milletin kıyafetlerini tashih edecektir. Fen, sıhhat nokta-i nazarından amelî olmak itibarıyla, her nokta-i nazardan tecrübe edilmiş medenî kıyafet iktiza edecektir. Bunda tereddüde mahal yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamaya takat yoktur. Bir adam olduğumuzu, medenî insan olduğumuzu isbat ve izhâr için icap edeni yapmakta taannüt adamlıkla kabil-i telif değildir…” diyerek kararlılığını ifade etmiş ve bu konu üzerindeki fikirlerine uzun örnekler vererek Kastamonu nutkunu bitirmiştir.
Tevfik Beyin Başbakan İsmet İnönü’ye Kastamonu’dan gönderdiği 30 Ağustos 1925 tarihli cevabî yazıda söz konusu seyahatle ilgili memnuniyet; “…Kastamonu Vilâyeti dahilindeki kazalarda bile bütün memurlar pek ve az zamanda beyaz bezden şapka yapıp giymişlerdir…” cümlesiyle dile getirilmiştir.
29 Ağustos 1925 günü Başvekil İsmet Paşa, Tevfik Bey’e gönderdiği şifrede Mustafa Kemal’in Ankara’ya geleceği saati ve karşılamanın nerede yapılması gerektiği konusunda açıklama istemektedir; “Reis-i Cumhur Hazretlerinin Ankara’da bulunacakları bir Eylül’de takrîben hangi saatte bulunabileceklerinin ve istikbâl mahallinin şimdiden takrîben ma’lûm olması hâiz-i ehemmiyettir. Şimdiden ma’lûmât vermenizi ricâ ederim. İsmet”
Bu şifreye cevap olarak karşılamanın nasıl yapılacağı hususunda Başbakanlığa bir açıklama yapılmıştır. Üç maddelik açıklama şöyledir:
“29/8/341 Şifreye: 1.İstikbâlin fırka binası veya kışla arasındaki ve civarındaki meydanda yapılması merâsime mümkün olduğu kadar fazla miktarda halkın ve memurînin kolaylıkla iştirâki ve merâsimin herkesin gözü önünde cereyânı nokta-i nazarından münâsip görülmektedir. Bundan dolayı da ufak bir müfrezeden başka kıt’a bulundurmayarak mümkün olduğu kadar fazla memurîn ve halkın iştirâki tensip buyrulmaktadır. Bilhassa Ankara’da bulunan mebuslar, şehir emaneti, devlet-i merkezîye memurîni, muallimlerin bulunması arzu buyrulmaktadır. 2.Kastamonu Vilâyeti dahilindeki kazalarda bile bütün memurlar pek ve az zamanda beyaz bezden şapka yapıp giymişlerdir. 3.Yarın 30 Ağustos 341 öğleden sonra Daday’a gidilecektir. 31 Ağustos 341 gününü Kastamonu’da geçirmek de mevzu bahistir. Keyfiyet yarın akşam ayrıca arz olunacaktır efendim”.
30 Ağustos 1925 günlü Başvekil ismet Paşa’nın Tevfik Bey’e gönderdiği şifrede “Reis-i Cumhur Hazretleri çağrı olanlar tarafından şapka ile karşılanacaktır. 1 Eylül 341 öğleden sonra dört ile beş arası muvasalatları şayân-ı arzu ise her halde tensip buyurulacak saat-i muvasalatın bu akşama iş’ârı bilhassa mercu’dur. İsmet” denilerek karşılama saatinin bildirilmesi istenmektedir.
“Kavuk ümmetimiz, fes Osmanlılığımız, kalpak ihtilalimiz ve şapka ise inkılabımızdır”
Atatürk’ün, şapka inkılabı konusunda üç dört aylık bir süre içerisinde bir taraftan şapkayı halka tanıtması, Kastamonu ve İnebolu konuşmalarında kıyafet değişikliğinin gerekçelerini açıklaması inkılabın hazırlığı bakımından önemlidir. Toplumdaki sosyal ve siyasi gerilimleri de dikkate alarak ve kademeli bir uygulama ile kamuoyuna bunun anlatılıp benimsetildiği anlaşılmaktadır. Kastamonu İdadisi öğretmenlerinden İsmail Habib Sevük’ün ifadesine göre, 1923 yılı Nisan ayında Çankaya Köşkünde yedi sekiz kişinin bulunduğu bir mecliste bir kişi Atatürk’e “Bir gün başımıza şapka giyebilecek miyiz?” sorusunu yöneltir. Aldığı cevap; “Şapkayı önce bahriyelilere giydiririz, onlar halka seyrek göründüklerinden göze batmazlar, sonra ordu giyer, bu askerlik işi olduğu için kimse karışamaz. Onları göre göre münevverler de alışmaya başlar …” şeklindedir. Gerçekten de şapka inkılabı konusunda ilk girişim Donanmada 1925 Mayıs ayında Alman tipli keplerin benimsenmesi olmuştur. Bundan sonra, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Birliği ve daha sonra da Kara Kuvvetleri tarafından vizyerli kep kullanılmaya başlanmıştır. Kastamonu gezisinden üç ay kadar sonra 25 Kasın 1925 tarih ve 671 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idare-i umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilumum müessesata mensup memurin ve müstahdemin Türk Milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının umumi serpuşu şapka olup buna münafî bir itiyadın devamını hükümet men eder.” şeklindeki “Şapka İktisası Hakkında Kanun” çıkarılmış ve bu inkılapla bağlantılı olarak 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı “Tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile bir takım unvanların men ve ilgasına dair kanun” da yürürlüğe girerek Sevük’ün, “Kavuk ümmetimiz, fes Osmanlılığımız, kalpak ihtilalimiz ve şapka ise inkılabımızdır” şeklinde ifade ettiği şapka inkılabı gerçekleştirilmiştir.
Kastamonu’da ilk kutlamalar 1934’te Gazi Günü olarak da yapıldı
“Gazi Günü” kutlamalarının Kastamonu’da biraz geç başlatıldığını ifade etmek gerekir. Sosyal, siyasal etkileşim bakımından Atatürk’ün bazı vilayetlere gelişine ilişkin bu vilayetlerde etkinlikler yapılmaktaydı Bazı vilayetlerde “Gazi Günü” kutlamalarının yapılması, konuyu Kastamonu’da da gündeme getirmiştir. Gazi Paşa Kastamonu’ya da gelmişti. Kastamonu’da bu günlerde bir anma programı yapılmalıydı. Ayrıca dönemin sosyal ve siyasi ortamına da bakmak gerekir. 1932 yılında Halkevlerinin kurulması, hemen her yerde kısa zamanda teşkilatlanması ve kültürel ve siyasal etkileşimin hızlanması. Bu hususta Halkevleri faaliyetlerinin önemli bir etken olduğunu akla getirmektedir.
Bir başka husus, Osmanlı Devleti’nden devralınan siyasal kültürel mirasın Cumhuriyete yansıması olan millî gün ve bayram kutlama geleneğinin akamete uğraması. Meşrutiyet Bayramı ve Osmanlı İstiklâl Günü gibi millî günler önemini kaybetmiş, yeni kazanımlar ve millî değerler etrafında şekillenerek oluşan millî bayram olgusu, Türk toplumunun ruhunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı (23 Nisan) ve Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim) gibi millî gün ve bayramlar etrafında yeni kazanımları öne çıkarmıştır. Osmanlı saltanatının ortadan kalkması, Millî Mücadele hareketinin başarıya ulaşması ve bu dönemde Lozan Konferansı’nda Büyük Millet Meclisi’nin tek başına ülkeyi temsil etmesi gibi önemli gelişmelerin etkisinin olduğu kabul edilmelidir. Cumhuriyetin ilanı bayram olgusuna yeni bir anlam kazandırmıştır.
Son olarak ve daha genel bir çerçevede ise 1930’lu yıllardaki siyasal durumun etkisinden bahsedilebilir. Bilindiği gibi 1933 yılında bir yasa ile Cumhuriyetin 10. Yılı kutlanmış ve kutlama programı ve etkinliklerine çok önem verilmiştir. Bu durumu sadece Cumhuriyetin onuncu yıldönümü olmasıyla açıklayamayız.
1930’lardan itibaren genç rejimin toplumda kabul görmesi, inkılapların anlaşılması konusunda birtakım sıkıntıların olduğu düşüncesi yönetici kadroyu daha sistematik bir eitim ve kültür politikasına yöneltmiştir. Halkın eğitimi, vatandaşlık politikaları gibi sebeplerle Halkevleri teşkilatı oluşturulmuş, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu kurulmuş, Darülfünun/Üniversite Reformu yapılmıştır. Yeni kurum ve kuruluşlara gerek bilimsel çalışmalar yaparak gerek sosyal ve kültürel faaliyetlerle rejimi topluma tanıtma ve benimsetme konusunda bir işlev yüklenmiştir. Tek parti yönetimine giden yolda yeni rejimin siyasal örgütü Cumhuriyet Halk Partisi oluyordu. Parti, Türk halkına, topluma siyasî eğitim veren bir okul olacaktı. Rejimin sosyal ve kültür politikaları tek bir yerden, Halkevleri tarafından yürütülecekti…
Bu yeni sosyal, siyasal ve kültürel ortamda Türk toplumunun Osmanlı Devleti’nin tebaası olmaktan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olma yolunda, geçiş süreciyle hızlı bir etkileşim içerisinde olduğu görülmektedir. Bu bağlamda yeni kazanımlar etrafında şekillenen arayışlar, millî kültür ve millî hassasiyetleri de beraberinde taşımıştır. Daha belirgin bir ifadeyle Atatürk’ün Nutuk adlı büyük eserine başlangıç tarihi olarak 19 Mayıs’ı seçmesi tesadüf değildir. Büyük Gazi 19 Mayıs’tan başlamak üzere Kurtuluş Savaşı’nın belirgin kronolojisi esas alınarak vilayetlerde kurtuluş günleri veya Mustafa Kemal Paşanın o vilayete geldiği gün gibi tarihi günler ön plana çıkmaya ve kutlanmaya başlamıştır.
Bu hususta birkaç örnek vermek gerekir. 27 Aralık 1919 Atatürk’ün Ankara’ya gelişi ve bu konuda yapılan etkinlikler. Atatürk’ün Aydın’a gelişi münasebetiyle Aydın Halkevi tarafından düzenlenen “Gazi Günü” kutlamaları. Kastamonu’ya yakın olan bir vilayetten daha ayrıntılı bir başka örnek verelim: Mustafa Kemal Paşa, 26 Ağustos 1931 tarihinde ilk defa Zonguldak’a gelerek Zonguldak’ı ziyarette bulunmuştu. 1932 yılından itibaren Zonguldak’ta “Gazi Günü” kutlamaları yapılmaya başlamıştır. Bu kutlamalar Kastamonu gazetesinin 28 Ağustos 1932 günkü nüshasında yer almıştır:
“Zonguldaklılar Gazi Günü olarak kabul ettikleri 26 Ağustos’u büyük bir sevinçle kutlamışlardır. Büyük Reis için fevkalade muhabbetkar tezahüratlar yapılmış ve saygıları telgrafla kendilerine arz edilmiştir”.
27 Ağustos 1933 tarihli Kastamonu gazetesinde: “Zonguldak’ta Gazi Günü Merasimle Kutlandı.” manşetiyle yer almıştır. Gazete kutlama törenlerine sayfasında şu şekilde yer ayırmıştır: “Zonguldaklılar Gazi Günü yaptıkları 26 Ağustos’u büyük merasimle ve candan tezahüratlarla kutlamışlardır.” Denilmekteydi. Sonuçta 1932 ve 1933 yılından itibaren Mustafa Kemal Atatürk’ün Zonguldak’a gelişi, tören ve etkinliklerle kutlanmaya başlanmıştır. Hatta 1929 yılında Çankırı’da da Gazi Günü kutlamaları yapılmıştır.
Başlangıçta 19 Mayıs da yerel ve millî günlerden birisiydi. 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi’nin açılışı, 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nin başlaması gibi 19 Mayıs da özel, yerel bir gün olarak kutlanabilirdi. Samsunlular, 1926’da 19 Mayıs’ı “Gazi Günü” ilân ederek kutlama törenleri düzenlemişlerdi. Bundan sonra 19 Mayıs, programlı törenlerle her sene kutlanmaya devam etmiştir. 1927 yılı kutlamaları münasebetiyle vilayet gazetesinde yer alan bir yazıda şu ifadeler yar alıyordu. “… Gönül pek arzu ederdi ki, istiklâl ve inkılâp tarihinde pek mühim olan bugün, umum vatan için tebcil ve tes’id olunsun. Bugün de inkılâp ve ihtilalin başlangıcı olmak hasebiyle sair bayramlar arasına girsin”. Nihayet Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün olan 19 Mayıs, diğer millî bayramlarımız gibi 1935 yılında bir yasayla resmî millî bayram olarak ilan edilmiştir.
Kastamonu’da etkinlikler ilk ne zaman yapılmaya başlanmıştır?
Yerel basından Atatürk’ün Kastamonu’ya geldiği 23 Ağustos tarihinin yıldönümü kutlamalarının ilk olarak 1934 yılında başlatıldığı anlaşılmaktadır. Kastamonu Halkevi’ndeki merasim sırasında Atatürk’ün Kastamonu’ya gelişleri tarihi olan 23 Ağustos’un her yıl “Gazi Günü” olarak kutlanması kararı alınmış ve derhal kutlama hazırlıklarına başlanmıştır. Bu bilgiden hareketle kutlama etkinliklerinin ilk olarak Halkevlerinin işe koşularak yapıldığı ve başlatıldığını söylemek gerekir.
Kastamonu’daki kutlamalar da ilk önce “Gazi Günü” olarak isimlendirilmiştir. 1934 yılında Kastamonu gazetesinde Gazi Günü Kutlamaları şu şekilde manşet olmuştur: “Sevgili Gazimizin Kastamonu’muzu Teşrifle Şeref Verdikleri 23 Ağustos Gazi Günü Geçen Perşembe Şehrimizde Emsalsiz ve Samimi Bir Tezahüratla Kutlandı” şeklinde haber verilmektedir.
Geçmişten günümüze Kastamonu’da kutlamalar, gelenek oluştu mu?
Günümüzde “Atatürk’ün Kastamonu’ya Gelişi, Şapka ve Kıyafet İnkılabı” olarak yaygın ismiyle kullanılan kutlama etkinliğinin ilk yıllarda tam olarak adının konamadığını söylemek gerekir. Atatürk’ün sağlığında “Gazi Günü” olarak başlayan etkinlikler, 1936 ve 1943 yılında “Atatürk Günü” şeklinde isimlendirilmiş ve kutlanmıştır. Bu durum soyadı kanununun etkisi ile de izah edilebilir. Ancak daha sonraki yıllarda, örneğin 1937’de “Atatürk’ün Kastamonu’ya Teşrifinin Yıldönümü”, 1938’de “Atatürk’ün Kastamonu’ya Gelişi Günü” şeklinde ifade edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı başında, 1939 ve 1940 yıllarında tören yapılmamıştır. 1941-1945 yılları arasında törenler Halkevi önünde başlatılmıştır. Yine bu yıllarda Atatürk’ün 1925 yılında geldiği zaman misafir olarak kaldığı Olukbaşı’nda bulunan Terzi Emin Ağanın konağı önünde toplanma geleneği başlatılmıştır. Bu yıllarda Terzi Emin Ağanın evi önünde toplanan sporcuların buradan koşuya başlayıp Halkevi önüne kadar hatıra bayrağı taşıdıkları bilinmektedir.
Çok partili hayata geçiş sürecinde 1946-1960 yılları arasında etkinlikler düzenli yapılamamıştır. 1954 yılı programında Atatürk’ün İnebolu, Taşköprü ve Daday kazalarında yapmış olduğu geziler de dikkate alınarak ilk defa programa ilçelerin dahil edildiği görülmektedir. 1953 yılında ilk defa, 31 Ağustos 1925 tarihinde Atatürk’ün ayrılırken veda konuşması yaptığı Kastamonu Etnografya Müzesi önünde tören ve konuşmaların yapıldığı görülmektedir. Bütün kutlama etkinliklerinde öğretmen Cemal Koral’ın konuşması ve Atatürk’ün veda konuşması aynen okunmak suretiyle programlarda yer almıştır. Bu dönemde kutlama faaliyetlerinin düzenli yapılamaması çok partili hayata geçişte iktidar muhalefet ilişkileri kapsamında değerlendirilebilir. Daha önce faaliyetlerin Halkevi merkezli yapıldığı bilinmektedir, 1951’de Halkevlerinin kapatılmasının etkisinin olabileceği de akla gelmektedir. Ayrıca 27 Mayıs askeri darbesi sonunda 1960, 1961, 1962 ve 1963 yıllarında kutlamalar yapılmamıştır. 1964 yılından itibaren Olukbaşı Mevkii programlara dahil edilmiştir. Bu tarihten itibaren Atatürk geldiği zaman karşılama sırasında oynanan Sepetçioğlu oyunu artık geleneksel olarak her yıl programda yer almıştır.
Günümüzde şapka ve kıyafet inkılabı hakkında İnebolu’daki tarihi nutkunun daha geniş ve kapsamlı olduğu, İnebolu’dan başlamak üzere Kastamonu ve Ankara’ya doğru giderken düşüncelerini daha kapsamlı izah ederek inkılabı gerekçeleriyle tanıttığı bilinmektedir. Bu bakımdan önemli yeri olan İnebolu’da ve diğer ilçelerde ilk yıllarda faaliyet yapıldığı bilgisi yoktur. 1965-1966 yılı kutlamaları daha kapsamlı olmuş, protokol İnebolu’daki etkinliklere de düzenli katılmaya başlamış, bu tarihten itibaren İnebolu programa dahil edilmiştir. 1960’lı yıllarda etkinlikler için bürokrasi ve siyaset dünyasından il dışından katılımlar da olmaya başlamıştır. Programlarda davet ulaşan kişilerin il dışından katılmaları başlamaya, kutlama ve tebrik telgrafları gelmeye ve programlarda yer verilmeye başlamıştır.
27 Mayıs 1960 askerî darbesinden sonra Türk Kültür Derneği adıyla bir teşkilatlanma yapılmış, 1963 tarihinde Halkevleri adını alan bu teşkilata bağlı çeşitli velayetlerin Halkevleri programa katılmaya ve folklor gibi alanlarda katkı sunmaya başlamışlardır. Aslında Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Ocağı daha sonra Halkevlerinin sosyal kültürel faaliyetleriyle ilişki içinde geleneğinin devam ettirilmeye çalışıldığı söylenebilir. İl Kültür Müdürlüklerinin etkinlikleri üstlenmeleri daha sonradır ve 1964 yılında kapsamlı törenler yapılmaya başlanabilmiştir. Bu yıllarda programa Çankırı Valisi ve Çankırı Orta Menzil Komutanı katılmıştır.
1960’dan sonra etkinlikler “Şapka Devrimi” şeklinde ifade edildi
Bu yıllarda etkinliklerde inkılap yerine “Şapka Devrimi”, “Şapka Devrimi Törenleri” ifadeleri kullanılmaya başlanmış ve 1985’li yıllara kadar bu ifade törenlerde yapılan konuşmalar ve basın haberlerinde hâkim görünmektedir. 1970’li yıllardan itibaren programlar Kastamonu’ya girişte Pırlaklar Mevkii’nden itibaren Olukbaşı’nda başlatılmıştır. Oradan Etnografya Müzesi önünde bir tören ve Cumhuriyet Meydanı’nda tören yapılması şeklinde gelişmiştir. Öğleden sonra da folklor gösterileri, sportif faaliyetler, gece de fener alayı düzenlenmesi şeklindedir. 1976-1979 yıllarındaki kutlama etkinliklerinin sönük geçtiği eleştirileri yapılmıştır. Bu durum, Türkiye’deki iç siyasi gelişmelerle izah edilebilir. Bu eleştirilerin ardından 1980 yılından itibaren daha kapsamlı bir program yapılmaya çalışılmıştır.
Sonuç olarak, Kastamonu’da Şapka ve Kıyafet İnkılabı kutlamaları yerel milli bir gün olarak 1934 yılından itibaren zaman zaman aksamalar olmuş ise de kutlanmaktadır. Kutlamaların zaman içinde her yıl edinilen tecrübelerin ışığında ve kronoloji esas alınmak suretiyle tarihi arka plana uygun olarak tekâmül gösterdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca bir önceki yılın programlarının üzerinden yeni kutlama programlarının hazırlıklarının yapılması zaman zaman kutlamaları sıradanlık eleştirisine de maruz bırakmıştır. Kutlamaların parlak ve kapsamlı veya sönük geçmesi Atatürk’ün vefatı, İkinci Dünya Savaşı dönemi, çok partili hayata geçişin iktidar muhalefet ilişkileri, Halkevlerinin kapatılması, 27 Mayıs askeri darbesi gibi olayların etkisiyle açıklanabilir.
Şapka ve Kıyafet İnkılâbının 100. Yılı
Günümüzdeki ifadesiyle “Atatürk’ün Kastamonu Gezisi, Şapka ve Kıyafet İnkılabı” kutlamaları aşağı yukarı önceki yıllardaki etkinlik takviminin etkisi altında standartlaşarak çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Atatürk’ün ziyaret sırasında gittiği ilçeler de programlara dahil edilmek suretiyle Kastamonu resmi kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve halkın katımlıyla bir yerel millî gün olarak kutlanmaktadır. Bu bağlamda kutlama geleneğinin oluştuğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e olan saygı ve sevginin kutlama programları yoluyla yaşatıldığı anlaşılmaktadır. Gelecek yıl Atatürk’ün Kastamonu seyahatinin 100. Yıldönümüdür Bu itibarla gelecek sene kapsamlı bir şekilde 100. Yıl etkinliklerinin yapılmasını diliyorum.
23 Ağustos tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kastamonu’ya teşrifleri vesilesiyle yapılan etkinliklerin hayırlı, uğurlu ve başarılı geçmesini temenni ederim. Etkinlikleri düzenleyen tertip komitesine, katılım ve katkı sağlayan Kastamonululara saygılarımla teşekkür ederim. Bu kutlu günün 99. Yıldönümünde Türk Ocakları Kastamonu Şubesi olarak başta Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere İstiklâl Savaşı şehit ve gazilerimizi, cephede ve cephe gerisinde fedakarlığı örnek olmuş isimli isimsiz bütün kahramanlarımızı rahmetle ve şükranla anıyorum, aziz ruhları şad olsun. “Gazi Günümüz” kutlu olsun.“