Yeni haftanın ilk gününden muhabbetle selamlıyorum hepinizi. Cumartesi günü sizlerle paylaşmaya çalıştığım yazıya göstermiş olduğunuz teveccühten dolayı çok teşekkür ederim. En çok da anneme teşekkür ederim.Yazıyı nasıl bulduğunu sorduğumda “Çok güzel olmuş aferin “teşekkür ve özür hakkında” yazman iyi olmuş” dedi. Doğal olarak özrü yazmadım ki dediğimde;“O halde özrü de yaz ki teşekkür etmek daha anlamlı olsun” dedi.
Böylece geldik bugünün konusuna “özür dilemek”. Özür kavramı çok zor bir kavram. Örneğin ne kadar çok “teşekkür” yani memnuniyet veya minnet ifadesi sergilerseniz itibarınız o denli artar. Ancak özür tekrar sayısı çoğaldıkça içi boşaldığı için sizi bir şekilde itibarsızlaştırmaya götürür.
Özür dilemeyi bu denli zor kılan şey, egomuzdan taviz verme zorunluğu, mağlubiyet hissi, kendimizi değersiz görme riski. Ve böyle pek çok olumsuzluk sayabilirim. Ancak bu olumsuzluklar bizi özür dilemekten alıkoymamalı. Elbette genel ve toplumsal nezaket ve etik sınırları içinde kalmayı başardığımız sürece özür dilemeyi gerektirecek bir şeylerle karşılaşma riskimiz azalsa da hayatın akışı içinde öyle ya da böyle kendi başımıza çorap örüp bir anda kendimizi “özür” dilememizi gerektiren bir durum içinde bulabiliriz. Sonuçta özür özünde “yapılmış veya yapılmış olabilecek” bir hatayı kabul etme durumudur. Yani tamamen kasıtsız bir süreç sonucu da özürlük bir durum oluşabilir. Kasten yapıldıysa zaten telafi için bir özrün ötesine de geçmek gerekir.
Doğamız gereği hataya dair herhangi bir durumu kabul etmemek için elimizden geleni yaparız. Sabahattin Ali’nin “Değirmen” hikayesinde dediği gibi; “…insan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur ama, bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri şey, ancak bir hafta sürer. Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kâfi mazeretler tedarik etmiştir.”
Yani bir biçimi ile “haklıyızdır” fakat şöyle bir paradoks var; “karşımızdaki kişi de haklı” sonuçta o da olaylara kendi bağlamında bakıyor. Eğer kendi haklılık iddiamızı bir kenara koymayı becerip empati kurmaya çabalarsak karşımızdaki kişinin baktığı yerden bakabilirsek neden özür dilememiz gerektiğini kolaylıkla görebiliriz. Empati kurma çabamız aslında özür dilemeye sebebiyet veren söylem,eylem,uygulamaların, adil vemeşruolmadığını da kabul etmemizi sağlayacaktır. İşte bu noktada egodan kurtulmuş oluyoruz. Çünkü “özür dilemenin” kendi içindeki en büyük güçlüğü özür dileyen kişinin öncelikle kendi içinde ardından da toplumda yaşadığını düşündüğü itibar kaybıdır. Özür ifadesi ile karşımızdakini bir biçimde kendimizden üst pozisyona koyduğumuzu hissederiz. Bu yüzdendir ki yaşça, pozisyonca üstte olduğumuz durumlarda özür dilemekten ciddi bir şekilde kaçınırız. Halbuki yürekten, dürüstçe ve samimiyetle dilenen bir özür itibar kaybettirmek yerine bizi daha da yüceltir. Elbette özrün de temel kuralları var. Öncelikle dediğim gibi samimi ve dürüst olmak zorunda. Ardından yapılan eylem açıklanmalıdır.Ancak bu açıklama bir savunma değil izah etmedir. Ve hepsinden önemlisi özür devamlılık isteyen bir eylemdir. Yani “özür dilemek” probleminizin çözümü değildir. Problemi çözmeye dair atılan ilk adımdır. Ardından aynı şeyi tekrar etmemek ve yapılmış olan “şeyin” telafisi için çaba, samimiyet ve yaratıcılık ister.
Özür dilemenin vadettiği harika şeylerin başında, omzumuza binen yükten kurtulmak gelir. Bu yükler arttıkça hayat bizi daha kolay ezmeye başlar sonuçta. Özrün bir diğer harikalığı ise “yeniden başlama” beyanı olmasıdır. İki taraf için de yapılmış olanı kenara koyup geleceğe bakma fırsatı sunar.
Bu arada özür koşulsuz olmak zorundadır dostlar. Tamamlanması için bağışlanmanız gerekmektedir. Bunun için de “rağmen” olgusunun ardına saklanamayız. Özür dilememiz bir lütuf değil, af talebidir. Size göre bana göresi yoktur. Yani “ama” bağlacını hiçbir biçimde kullanamazsınız. Özür dileme eylemimiz bir ahlaki hesaplaşma ve itiraf olmak durumunda. Sonuçta bir bağışlanmaya talip oluyoruz.
Kuru kuru bir özür de yetmez bu arada. Sadece özür dileyip kurtulamayız. Özür bir vaat, bir telafi, bir çözüm de içermek zorundadır. Sohbetimizin başında da dediğim gibi bu özür işi çok zor. Şarkıdaki gibi “varlığı bir dert, yokluğu yara” Yokluğunun yara olmamasını ve varlığını dert olmaktan çıkartan şey yürekten yapılan bir özeleştiridir. Bunun sonucunda hem ilgili kişi ya da kişilerden kazandığımız “saygı” olur. Daha da harikası “özsaygımız ve özgüvenimiz” güçlenir.
Bu arada insanlar kırıldıklarında, kendilerine bir haksızlık ya da hata yapıldığını düşündüklerinde bir özür bekliyorlar. “Pardon” “Kusura bakma” “Affedersin” değil o sihirli ve güçlü iki kelimeyi bekliyorlar “Özür dilerim”.
Bugünlük de bu kadar dostlar. Hiçbirimizin özür dilemek veya diletmek zorunda kalmayacağı bir hafta dilerim. Elbette gerektiği zaman nasıl teşekkürümüzü esirgemiyorsak, özrümüzü de esirgemeyelim. Bir dahaki buluşmamıza kadar esen kalın…
EKİ GÜRDAL KARAOĞLU