1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü…
Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup 1. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, şartları ağır bir “ateşkes” imzalanmış, millet yorgun ve fakir halde, saltanat ve hükümet kendini kurtarmanın derdine düşmüş.
Osmanlı ordusu kalmamıştı…
Anadolu’da genel 2 ordu komutanlığı vardı, askerler terhis olundu, silah ve cephane ellerinden alındı, savaş gücünden mahrum hale getirildi.
Memleket dış güçlerin işgalin altındaydı…
Düşman donanma ve askeri İstanbul’da, Fransızlar Adana’da, İngilizler Urfa, Maraş, Antep, Merzifon, Samsun’da, İtalyanlar Antalya ve Konya’da, Yunan İzmir’de.
Vatanı parselleme yarışında iç güçler dış güçleri aratmıyordu…
İstanbul Rum Patrikhanesi tarafından kurulan Mavri Mira Cemiyeti Yunan Kızılhaçı ile Resmi Muhacirin Komisyonu ve Ermeni Patrikhanesi desteğiyle Anadolu’ya yayılmanın, Pontus Cemiyeti Trabzon, Samsun ve tüm Karadeniz sahilinde örgütlenmenin, Kürt Teali Cemiyeti Diyarbakır, Bitlis, Elazığ’da kök salmanın, Teali İslam Cemiyeti Konya ve çevresinde hakimiyet kurmanın, İtilaf ve Hürriyet ile Sulh ve Selamet Cemiyeti memleketin her vilayetine yerleşmenin peşindeydiler.
İngiliz Muhipleri Cemiyeti yahut Amerikan mandasını isteyenler de aynı telden çalıyordu…
Akrep sepetine döndürülmüştü Anadolu.
Memleketin geleceğine dair üç ayrı fikir vardı…
En çok taraftar bulan görüş İngiliz himayesine girmekti, ikinci görüş Amerikan mandasını istemekti, üçüncü görüş ise her bölgenin kendi başının çaresine bakacağı mahalli kurtuluş çarelerine başvurmaktı.
Bu üçünün isabet etmediği bir fikir daha vardı, “Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da milli hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!…”…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kararı.
Nutuk’ta kelime kelime anlatıyor…
“Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, istiklalden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez.
Yabancı bir devletin himaye ve efendiliğini kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, aciz ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten, bu seviyesizliğe düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki Türk’ün haysiyeti ve gururu ve kabiliyeti, çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir!…
Öyleyse ya istiklal ya ölüm!”.
Uzun söze mahal yok, milletçe bugün kalbimize gömüşümüzün 83’üncü yılını andığımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk buydu işte “5” kelime ile…
“Öyleyse ya istiklal ya ölüm”.
Not: Nutuk’un birkaç sayfasını dahi karıştırsak…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü “sevgi, saygı, vefa” ile anmak namına bir dünya sebep bulacağız.
İzinde olduğunu ifade edenler dahi…
Nutuk’un keşke kapağını bir kaldırsalar.
Kelime kelime yazılı…
O gün olmasaydı, bugün ne olacağımız.
Okusak…
Anlayacağız.
Zararın neresinden dönersek kar…
Bugün başlayalım.
MUSTAFA AFACAN