“Siz bir efsanesiniz”, demişti değerli tiyatro sanatçısı Hadi Çaman İstanbul’da Salacak Ordu Evi’nde, Kastamonular Gecesinde babamın masasına gelip sohbet ederken. Hadi Çaman Dr. Şükrü Esen’in 100 yaşına bastığını göremedi, bu değerli tiyatro sanatçısı 2008 yılında bizi çok erken terk etmek zorunda kaldı. Mekanı bol tiyatrolu cennet bahçeleri olsun.
Cumartesi günü Kanlıca’da toplandık, otuz kişiyi sığdırdık eve, bir avuç akraba ve eş dost.
Sevgili ikiz kardeşi, Şadıbey Yazısı’nda 1990 yılında ebedi istirahatgâhına çekilen avukat Sabri Esen aramızda değildi. Ama babaanneleri Saide Esen’den kendilerine intikal eden Şadıbey Çiftliği’ni yaşatan oğlu avukat Ahmet Esen, eşi Mürüvvet Esen ve oğulları Hilmican ile Reşithan amcalarının yanı başındaydılar.
Duvarda ise bir zamanlar Salim Efendi’ye ait olan, daha sonra torunu Dr. Şükrü Esen’e intikal eden ve 1997 yılında, 2006 yılında Hakkın rahmetine kavuşan değerli ressam Hakkı İnan tarafından ebedileştirilen Mehran’daki konağın resmi asılıydı. Hakkı bey sevgili eşiyle bir gün gün Mehran’a gelmiş ve , “Ağabey, izninizle sizin konağın resmini yapacağım” demişti. Hepimiz mutlu olmuştuk Hakkı İnan ve eşini ağırlamaktan. Resimler çekmiş ve bir yıl sonra da tabloyu bize göndermişti.
Şadıbey ise babamın ve ikiz kardeşinin çocukluğunun geçtiği köydü. Babam Şadıbey’i şöyle anlatırdı:
“8 Nisan 1333’te merkeze bağlı Kastamonu, Şadıbey köyünde ikiz olarak doğdum. İkiz kardeşim Sabri amcandı. Şadıbey annemin (Saide Esen) çiftliğiydi. Çok güzel üç katlı bir evi ve on ortakçı ailesi Şadıbey’de ikamet ediyordu. Annemin üç uzun damı, inekleri ve sağılır mandaları vardı. Evin tahminen yirmi dönüm, içi elma, kiraz, vişne fidanları ile dolu bir de bahçesi vardı. Şadıbey’e bağlı tahminen üç yüz metre yükseklikte yine anneme ait Sütçüköyü vardı. Oradan sağılan sütler eskiden poyra denilen ağaçtan oluklarla buraya akıtılırmış.”
Biz yaz tatillerimizi Mehran Köyünde geçirirdik. Salim Efendi zamanından kalan kocaman konak hastalarla dolar, dolar taşardı. Tüm civar köylerden traktörlerle ya da yürüyerek gelen hastalara bakardı babam tatil boyu, tedavi edemediği hastaları, İstanbul’a Numune Hastanesi’ne çağırırdı.
Dr. Şükrü Esen yedi göbek ötedeki dedesi Münire Medresesi banisi Reisülküttap Hacı Mustafa Efendi ve üç göbek ötedeki 1877 ilk Osmanlı Meclis-i Mebusanı Kastamonu milletvekili dedesi, Kırcalar camisi banisi Salim Efendi gibi bir Kastamonu aşığıdır.
Kanlıca’daki evde, aslen Selanik ve İstanbullu, ancak Kastamonu’yu çok seven rahmetli anneannem Mükerrem hanımdan bize intikal eden aynanın önünde bir resim var. Resmin solunda Salim Efendi oturuyor. Salim Efendi torunları ve 1923 yılında Kastamonu milletvekili olan, ebedi istirahatgahı Karacaahmet’te bulunan oğlu Şükrü Bey ile uzaklardan, ta 1889 yılından bizi izliyor. Sanki onlar da gelmiş torunlarının doğum gününe. 1967 yılında yitirdiğimiz ellili yıllarda iki dönem Kastamonu belediye başkanlığı yapan, ve gerek Kastamonu’nun yamaçlarını, gerekse Kırcalar’da kendi tarlasını ağaçlandırarak bir koru oluşturan rahmetli büyükbabam Muzaffer Esen daha minik bir çocuk. O tarihlerde daha dünyada olmayan babam ise yıllar sonra Muzaffer Beyin ve Mükerrem hanımın sevgili kızı Zekiye Hanımla evlenecektir.
Resimde Muzaffer beye bir kaftan giydirmişler, öyle uslu uslu poz vermiş.
Aynanın önünü, resmin hemen arkasını ise Dr. Şükrü Esen’in kız kardeşi Dr. Münire Akdeniz’in kızı ile yolladığı çiçekler süslüyor. Gelenler kucak dolusu çiçek getirdiler. Mis leylaklar, birbirinden güzel gerberalar, laleler, nergisler, sümbüller ve güller. Ev adeta bir çiçek bahçesine dönüştü.
Dr. Şükrü Esen işte resimdeki o minik erkek çocuğunun kızı Zekiye Esen ile evlenecektir 1951 yılında.
Mehran’da, Daday çayı boyunda yetişen söğütlerin arasında iki genç insanı resmeden umut dolu bir resimleri vardır evlendikleri yıldan günümüze ulaşan.
Aynı yıl Dr. Şükrü Esen çiçeği burnunda bir uzman hekimken Balıkesir’e tayini çıkar. Ama o Kastamonu aşığıdır, Kastamonu’ya atanan bir hekimle becayiş yapar ve dur durak bilmeden hemşerilerine hizmet vermeye başlar. Şifa dağıtan ince uzun parmakları ona, annesi Şadıbey’in sahibesi Saide Hanımın armağanıdır. O Saide hanım ki, eşkiyaların köye indiğinde köyü koruyan, Cumhuriyet döneminde köyde tabur ağırlayan ve köydeki hastaları iyileştiren kişidir. İneklerin ve köydeki bütün hayvanların bir tür veteriner hekimi de annesidir. Bütün hastalıklar ondan sorulur. Yüreklidir ve Allah vergisi bir şifacıdır. Dr. Şükrü Esen’in babası Arapça, Farsça ve Fransızca konuşan, Kastamonu’ya ilk özel matbaayı getiren, ziraat odası başkanlığı yapan alim Reşit Esen ise Kurtuluş Savaşı’nda orduya sayısız teçhizat ve hayvan verecek ve Cumhuriyet kurulduğunda hiçbir bedel talep etmeyerek devletin ona verdiği borç senetlerini imha edecektir.
Dr. Şükrü Esen Kastamonu’da Devlet Hastanesi’nde Kulak Burun Boğaz Kliniğini kuracaktır.
1957 yılına değin tek başına dur durak bilmeden Atatürk’ün yurtdışından getirdiği dünyaca ünlü hocalardan ve uzmanlık eğitimi sırasında İsviçre ve Almanya’da öğrendiği tüm ameliyatları bu klinikte yapacaktır.
Şimdi ise artık hali yoktur, ama mutlu olur, konuklar gelip kulağına güzel anılar fısıldadıkça ve var gücüyle, üzerinde Dalya yazan güzel pastanın üstündeki mumları üflemeye çalışırken. Eşi ile birlikte doğum günümüzü zenginleştiren sevgili arkadaşım, akademisyen, yazar Şebnem Yüce babama minik bir şiir armağan edecektir:
Dalya kulağa hoş dile kolay
Lakin, dünya boş, hayat zordur
Bir asır şükreden yaşayan pek azdır
Yaşayıp anlayana Esen’lik vardır
Yıllar önce Ecevit Hanındayız. Nereye gidersek gidelim babamın ilk işi o mekanda hasta var mı yok mu öğrenmektir. Yeme içme sonra gelir, aslında gelmese de olur. O gün de hasta çocukların derdine çare olmayı denemiş, sonra da çocukların tedavisi için babalarına onları o tarihlerde baştabibi olduğu Haydarpaşa Numune Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniğine getirmesini söylemişti.
Dr. Şükrü Esen 1957 yılında DP’sinden milletvekili seçilecek, bu kez de milletvekili olarak vatanına ve memleketine hizmet etmek için çırpınacaktır. En genç milletvekillerinden biridir. Ant içmiştir bütün gücünü memleketinin kalkınması için harcayacağına.
Şöyle anlatıyor kendisi 1999 yılının Şubat ayında yapılan bir röportajda milletvekillik sürecinin bir dilimini: “1957’de halk mebus olmamı istedi. Seçime girdim, kazandım, Ankara’ya gittik. Kastamonu’dan 9 mebustuk. Kastamonu’ya ilk elektriği, motorlu elektriği değil, havai hattıyla, Tosya’dan Kastamonu’ya elektriği ben getirttim. Yolları yaptırdım. Birbirimizle her zaman anlaşamasak bile, konu Kastamonu’ya hizmet olduğunda hemfikirdik. Şimdi hepsi öldü, iki tane kaldı, bir de ben üç.” Röpörtajın üstünden neredeyse 20 yıl geçmiş, bu durumda babam büyük bir ihtimalle yaşayan son DP milletvekili olmalı.
Ben daha 8 yaşında bir çocuğum. Yıl 1960, 27 Mayıs İhtilali olmuş, herkes içeriye alınmış, babamı daha almamışlardı, babam telefon edip kendisinin Ankara’da olduğunu söylemişti, ki bir yanlış anlama olmasın. En son babamı aldılar. İhtilalden yaklaşık iki hafta önce arabasından, içi Kastamonulu hemşerilerinin ricasıyla dolu evrak çantası çalınmıştı. Herhalde çalanlar şaşırmışlardır babamın ne zaman bu kadar işi halledeceğine. Ankara’daki evimizde her daim Kastamonulu hemşerilerimiz ağırlanırdı.
Dr. Şükrü Esen 1960 ihtilalinde 15 ay Yassıada’da yattıktan sonra tahliye edilecektir. Bu süre zarfında bir oğlu olmuştur. Mehmet Esen. Babası onu ancak bir yaşından sonra kucağına alabilecektir.
Sonra ver elini Almanya; Almanya’da farklı hastanelerde hekim olarak çalışacaktır, en son Krefeld Üniversite Kliğinde baştabiplik yapacaktır.
Ancak vatan hasreti baskın geldiğinden 1967 yılında yine vatanına dönecek ve Haydarpaşa Numune Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniği şefi olarak onun üzerinde asistan yetiştirecektir. Babam asistanlarının en son ameliyatları görmelerine ve öğrenmelerine büyük önem verirdi, tam da o nedenle dünyanın dört bir yanından arkadaşı olan dünyaca ünlü hekimleri İstanbul’da ağırlardı. 4 yataklı Kulak Boğaz Burun Kliniğini Dr. Şükrü Esen kendi gayreti ve ücretsiz yaptığı ameliyatlar karşılığında varlıklı hastaların hibeleriyle 50 yataklı bir kliniğe dönüştürmüş ve duvarları fayans kaplı hijyenik büyük bir ameliyathane yaptırmıştı. Kendi alanlarında uzman yabancı hocalar bu ameliyathanede asistanlarına en son teknikle yapılan ameliyatları gösterirdi.
Bu asistanlar 14 Kasım 2015 tarihinde hocalarının ellerini öpmeye geleceklerdir. Dr. Şükrü Esen tekerlekli sandalyesinde hepsini karşılayacak ve sonsuz mutlu olacaktır.
Yaşayan yegâne kardeşi, DP döneminde zekaca özürlü çocuklar için değerli olanaklar yaratmak için Amerika’daki işini bırakıp Türkiye’ye dönen, Prof. Schwarzt’ın asistanı Dr. Münire Akdeniz’dir. Amerika ve Almanya’da önemli kliniklerde hekimlik yapan Dr. Münire Akdeniz rahatsızdır, bu önemli doğum gününde kızı Dr. Özlem Karabuda ve damadı Dr. Cem Karabuda kız kardeşinin vekilliğini üstlenmiştir.
Dr. Şükrü Esen ve eşi Zekiye Esen aynı büyükleri gibi hayırseverdir. Kastamonu’da Orman Fakültesi’nin kurulduğunu duyduklarında çok sevinmişler ve köylerinden 22 dönümlük bir tarlayı Orman Fakültesi’ne bağışlamışlardır, Ilıca Köyü’nde şadırvan yaptırmış, Kırcalar Camii’ne arazi hibe etmişler, Mehran’daki camiyi defalarca tamir ettirmişler ve ailelerinden kendilerine intikal eden değerli tarihi giysileri ve Kastamonu el yapımı bir piyanoyu Serender Müzesi’ne hibe etmişlerdir. Bir şekilde hayır yapmayı hep sürdürürler, hayır işlemek bir hayat tarzıdır onlar için. Aslında onları tanıyanlar onları bilirler, hiç anlatmaya gerek yoktur.
6 Mart 2016 tarihinde bu evreni terk eden ailenin en yakını olan hayırsever damatları, Kastamonu Aytaç Eruz Anadolu Lisesi banisi ve Darüşşafaka bağışçısı Yük. Müh. Aytaç Eruz, doğum gününe katılamamıştır, ama ruhu oradır, Kastamonu’dan helva yollamıştır, sofrada yerini alır helvalar ve minik helva paketleri, 27 Ekim’de çıkan metin eşliğinde gelenlere dağıtılır.
Şekip Boyacıoğlu’nun kardeşi Metin Boyacıoğlu anlatıyor: “Biliyor musunuz, babanız çok şakacıydı, bakın size bir resim getirdim, arkasında kimler var, yazıyor. İstanbul Yeditepe Lokantası’nda Kastamonular toplanmıştı, sonra resim çektirelim dedik, babanız baktı kimsenin yüzü gülmüyor, bir fıkra anlattı, herkes gülmeye başlayınca da fotoğraf çekildi.”
Kimler yok ki resimde, ortada sağda bundan iki yıl önce yitirdiğimiz dayım avukat Hamit Esen de var. Dayımı babamın doğum gününde yengem Meral Esen ve kızları Zeynep Esen ile Mine Esen Ergür ve torunu Defne temsil ediyor. Metin bey fotoğrafın arkasına isimleri yazmış, hepsi her zaman babamdan duyduğum adlar.
Emin Paskaloğlu- Kadir Bilici – Faik Okumuş – Hilmi Yücealemdar / Ali İlhan Güney – Dr. Şükrü Esen – Sadık Paşa – Yavuz Ballık – Avukat Hamit Esen / Enver Okumuş – Faruk Darende
Babam daha küçücük bir çocukken hiç düşünmemiştir herhalde bir asır yaşayacağını.
Bir varmış, bir yokmuş misali hayat geçip gidiyor
Bâki kalan ise hoş bir seda…
Dr. Şükrü Esen’in dedesi Mevlana Namık Bey’in ebedi istirahatgahı Eyüp Sultan’da. Keza yedi göbek ötedeki Münire Medresesi Banisi dedesi Reisülküttap Hacı Mustafa Efendi de Eyüp Sultan Camisinin girişinde yatıyor. Dönemin Dış İşleri Bakanı sayılan Hacı Mustafa Efendi’nin Fazıl Çiftçi tarafından günümüz Türkçesine aktarılan özlü bir sözü var. diyor ki Mustafa Efendi:
“Dünyanın hayrı şerriyle ikizdir; faydası zararı ile yoldaş olarak yaratılmıştır. İnsan ise, aklının derecesine göre iyilik veya kötülüğe meyledecek kabiliyettedir. Bu nedenle herkes, bu kabiliyeti gereğince iyiler zümresine dahil olabilmek için gücünün yettiği derecede bir eser ortaya koymak durumundadır.”
Babam 22.03.1963 tarihinde hatıra defterime şunları yazmış, ben daha 10 yaşındayım:
Sevgili kızım Sâkine
Hayatta her ne pahasına olursa olsun doğru ve dürüst olmanı isterim. Bunun mükâfâtını Tanrı sana daima verecektir……
Evet, canım babacığım, siz bana Reisülküttap Hacı Mustafa Efendi’nin özlü sözü gibi bu dünyada tek kalıcı şeyin hoş bir seda bırakmak olduğunu öğrettiniz, eserleriniz her daim iyilik ve güzellik oldu. Size ve sevgili anneme sonsuz minnettarım.
Tam da bu nedenle biz aslında evde 30 kişi değildik, binlerce insan vardı, sizi seven, sizin sihirli parmaklarınızın ve güzel ruhunuzun dokunduğu ve sizinle gurur duyan, artık bu evrende olmayan nice akrabalarınız ve nice atalarınız.
Hepimiz varlığınız için Allah’a şükrediyoruz ve size sağlıklı günler diliyoruz. Her daim Esen’likle kalın.
SAKİNE ESEN ERUZ