Merhaba; bir süre önce Masalcı Köylü ile bir seyahate çıkmıştık. Yolda benzin almak için durduğumda kasadaki arkadaş çay ikram etmek istedi bana. Teşekkür edip, “Ben çay sevmem” dedim. Arabaya bindiğimde Masalcı Köylü çayı neden sevmediğimi sordu. “Bilmiyorum. Bir nedeni yok.” Masalcı Köylü gülümsedi ve “Ben biliyorum” dedi. “Sen küçükken babaannenle çok gezmeye giderdin. Hatırlıyor musun?” Ben hikâye beklerken çocukluğumla ilgili bir soru beklemiyordum. Vardır bir bildiği deyip “Hatırlıyorum” dedim. Ben küçükken annem de babam da çalıştıkları için onlar mesaideyken babaannem bakardı bana. Bu konuda kendimi hepşanslı saymışımdır. Kreşte büyüme fikri sahiden çok sevimsiz. Ben bunları düşünürken Masalcı Köylü sonunda başladı hikayesine…
Sana büyürken öğretilen şeylerin nasıl hayatını kimi zaman derinden, kimi zaman da seninki gibi çok da önemli olmayan konularda öğretilen çaresizlikler hakkında bir hikâye anlatacağım. Sen dört beş yaşlarında iken babaannenle ev gezmelerinde giderdiniz. Hatırlasın babaannen gezmeyi çok severdi. Doğal olarak seni de götürürdü. Öyle çok yaramaz bir çocuk olmadığın için işi kolaydı. Ama babaannen yine de işini sağlama almak ve onun sohbeti sırasında uslu uslu oturman için sana paşaların çok sakin kımıldamadan koltukta saatlerce oturabildiğini anlatmıştı. Askerleri çok sevdiğin için inanmıştın sen de buna. “Haydi paşa ol oğlum” dediğinde gidip tekli koltuğa oturup sana laf atılıncaya kadar orada öylece oturup konuşulanları dinlerdin. Laf atılmadığı sürece de ne konuşur ne de kımıldardın.
Gülümseyerek kestim lafını Masalcı Köylü’nün. “Ne salakmışım yahu” dedim. Masalcı Köylü hayır anlamında başını salladı.
Salaklık değil bu. Bize bir şeyler öğreten kişilerin sözlerine kolayca inanırız. Kendi kendimize söylediklerimize fazlasıyla inandığımız gibi. Bir şeyler sık sık söylediklerinde doğru olma ihtimali yüksektir ve fazla ciddiye alınır. Senin durumunda bundan çok farklı değil. Babaannen o kadar çok çay sevmediğini söyledi ki sen de sonunda bunun doğru olduğuna inandın. Babaannenle gittiğin ve paşa olduğun gezmelerde ev sahipleri sana da çay ikram ederlerdi. Her seferinde de babaannen “o çay sevmez” derdi. Sen de saf saf tekrar ederdin çayın tadını bile doğru dürüst bilmezken. “Ben çay sevmem”. Aslında kadın sana çay içirmemekte haklı. Düşünsene küçük bir çocukla gezmeye gitmişsin. Çocuğun fazla sıvı tüketmesi büyük bir risk. Ya sürekli tuvalete gitmek isteyecek ya da tuvalete gitmeyi başaramadan ıslanmayı başaracak. Her iki koşulda da kadıncağızın muhabbeti bölünecek. Bundan sakınmanın da en kestirme yolu da çay içirtmemek. Şimdi herkes çay içerken sana vermeseler, küçük çocuksun canın çeker, istersin. Ama sana çayı sevmediğini öğretirse sorun kendiliğinden ortadan kalkacak. “O çay sevmez” “Ben çay sevmem” döngünüz gezmelere gittiğiniz o yıllar boyunca sürdü. Sonunda sen de sahiden çay sevmez bir adam oldun çıktın. Eğer birine ya da kendi kendine sürekli olumsuzluğu tekrar edersen sonunda o şey doğru haline gelir. O şey her ne ise artık onu yapamaz, sevemez olur çıkarsın. Ama sen çok şanslısın…Kimse sana heves ettiğin şeyleri yapamayacağını söylemedi. Spora gitmek istedin. Yaparsın dediler. Şarkı söylemek istedin çok güzel söylersin dediler. Oyuncu olmak istedin. Bu fikrini çok sevmeseler de sen istersen olursun dediler. Çayı sevmemen yaşamına engeller çıkartmadı. Çayı sevsen de olur, sevmesen de; bir kayıp değil. İşte böyle senin çay sevmeme hikayen. Babaannen gezmelerde rahat etmek için sana çayı sevdirmemeyi başardı.
Masalcı köylü sözünü bitirdiğinde bir an düşündüm. Sahiden de anlattığı gibi olmuştu. Tadını bile bilmediğim çayı sevmiyorum. Şimdilerde günde bir litre kahve içme alışkanlığımı kırmak için çay içme çalışmalarına başladım. Hatta çay içebilmek için olayı eğlenceli hale getirmeye çalışıyorum. Semaver yakıyorum. Özel harmanlanmış çaylar arayıp buluyorum. Çay hakkında okuyorum vesaire. Biraz biraz hoşlanmaya başladım. Henüz şekersiz içemiyorum ama en azından günde birkaç bardak çayı içebiliyorum. Hâlâ sorulduğunda ezberden çay sevmem demeye devam ediyorum, ama sanırım yine yeterince tekrar, deneme ve sabır ile bu öğrenilmiş çaresizliğimin üstünden geleceğim. Sonuçta öğrenilmiş çaresizlik çaresizliğimiz değil bunu anladım. Çay işini hallettikten sonra yapamam, sevmem dediğim diğer şeyler üzerine de çalışmaya başlayacağım.
Naçizane fikrim yapamam, sevmem dediğiniz şeylere karşı önce bakış açınızı değiştirin. Varsa kök nedenini bulmaya çalışın. Bulamasanız bile o konularla ilgili önermelerinizi değiştirin. Örneğin “Ben resim çizemem”, “Ben şarkı söyleyemem” “Ben çok dağınığım” ve daha böyle bir sürü cümlenizi düzeltin. “Ben resim çizebilirim” deyin. Sonuçta yapamam olgusunu size öğreten beyninize yapabileceğinize dair bir önerme ile giderseniz bir süre sonra beyniniz de size yardımcı olmaya başlayıp hayatınızı kolaylaştıracaktır. Öğrenilmiş çaresizliklerimizin kurbanları olmak kendi elimizde. Yeter ki çaresiz olmadığımızı bir defa idrak edelim. Sonrası çorap söküğü…
Bu günlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU