Merhaba;geçen gün kitapları karıştırırken elime “Ölmeden Önce İzlenmesi Gereken 1001 Film” isimli kitap geçti. Çok keyifli bir çalışma sinema tarihine dair güzel referanslarla pek çoğu benim düşünceme görede“izlense güzel olur” dediğim kitaplar. Ardından aklıma takıldı, neden “Ölmeden önce izlenmesi gereken?” Örneğin öldükten sonra yapılan sınavlarda bu filmlerden mi sorumluyuz? Hani final sınavından önce okunması gereken ders kitapları gibi. Doğal olarak bir şekilde merakım kabardı. Ölmeden önce başka hangi konulara çalışmamız gerekiyormuş diye. Önce evdeki kitaplığı indirdim. Bu “Ölmeden Önce 1001”dersi için ben de epeyce kitap almışım.
Birileri bizim adımıza ölmeden önce görmemiz gereken yerleri, izlememiz gereken filmleri, yememiz gereken yemekleri, okumamız gereken kitapları ve daha bir sürü şeyi üşenmeyip listelemişler. Bizler de “Vardır bir bildikleri” diyerek bu listeleri kendi listelerimize de ekleyip ölmeden önce dünyaya yetişebilme gayretine girmişiz.
Yaşama dair hayaller kurmak, sahiden de ölmeden önce mümkün olan en keyifli ve fazla şeyi yapabilmek elbette güzel. Hatta bu listeleri bizim adımıza birilerin çıkartıp işimizi de kolaylaştırması fena fikir değil. Değil de yine de şunu düşünüyorum; hayat tüm hızı ile akıp giderken bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşı içinde zaten hiçbir şeye yetişemeden yaşayıp gitmiyor muyuz?
Örneğin saçma bir olayda yirmisinde ölen bir delikanlı. Aptal erkeklik gururu yüzünden otuzlarında kocasından boşandığı için öldürülen bir kadın. Ve daha bir sürü gencecik ölümle karşılaşmıyor muyuz? Bu gencecik canların listeleri var mıydı acaba? Ölmeden önce yapılması gereken kaç kitap yığmışlardı acaba önlerine. Peki bu listeler vardıysa bile yarım kalmadılar mı? Yahut seksen ya da yüz yaşında yaşında ölen birileri acaba ölmeden önce izlenmesi gereken bin filmden ya da okunması gerek beş yüz kitaptan kaçına yetişebildi? Ya da kendi kendilerine çıkarttıkları listeleri önceden seksen yıllık hazırlayıp ona göre mi yaşadılar? Peki seksen bir yaşarsa seksen yıllık listesi bittiği için o son bir yılını amaçsız mı yaşayacak? Ya da bu listeleri kaç yıllık tasarlamalı? Beşer yıllık kalkınma planı gibi beş yıllık periyodlar mı hazırlamalı? Ya da neden liste?
Bunları böyle düşündüğümde o hiçbir yere hiçbir şeye yetişememe hissiyatı ve paniği beni darmadağın ediyor. İşte o zaman da en güzel zamanın “şimdiki zaman” olduğundan emin oluyorum. Ölmeden önce telaşına girip de sürekli gelecek zamana yetişme uğraşı fikir olarak bile çok yorucu. Elbette gelecek zamana dair planlar yapmak, hayal kurmak ve hedefler koymak bizleri umursamaz ve umarsız bir hayatı yaşamaktan koruyor. Gelecek zaman düşüncesi aslında açık denizdeki kaptanın yol haritası gibi. Nerede hangi limana uğraması gerektiği. Ne kadar seyri nasıl yapması gerektiğine dair bir kullanma kılavuzu işlevi görüyor. Gidilecek yolu bilmeden gitmenin sonucu kesin kaybolmadır sonuçta, ama yine de tam olarak belirsiz bir yola dair nasıl bir liste, yol haritası çıkartılabilir ki? O zaman da şu önermede bulunuyorum. Geleceğe dair listeler yapmak bir yanı ile mantıklı gibi görünse de listeyi makul düzeyde tutmak bir biçimde daha konforlu yaşamamızı sağlar. Kabul, bunlar önemli. Ancak mevcut listeleri ne kadar sade ne kadar basit ve eksilterek yaşarsako denli yaşam keyfine varabiliriz. Çünkü eksiltmek çoğaltmaktır. Sanatçılar eserlerini ürettikten sonra en mükemmel halini vermek için eserlerindeki fazla buldukları her şeyi çıkartmaya başlarlar. Eserlerinden çıkartacak bir şey kalmadığında artık tamamlanmış oluyor. Çünkü en güzel eserlerini verebilmek için ekledikleri her şeyin aslında bir fazlalık olduğunun bilinci ile davranıyorlar. Ancak bizler bir şekilde hayatımıza bir şeyleri ekledikçe daha iyi olacağı umudu ile alınacaklar listesi, yapılacaklar listesi ve daha bir sürü şeyin listesi ile yaşıyoruz…
Yaşadıkça listelerimiz artıyor da artıyor. Yetişemiyoruz. Çaresiz kalıyoruz. Bu sefer yetişebileceğimizi umduğumuz başka listeler yapıyoruz. Bu döngünün içinde dolap beygiri misali dönüp duruyoruz, her geçen gün daha mutsuz olarak, daha çaresiz kalarak…Bu kısır döngüden kurtulmanın yegâne yolunu basitlikte buldum sonunda. Ne kadar minimal, o kadar çok yaşam olduğu konusunda aydınlandım. Yaşamımı eksilttikçe çoğalmaya başladım. İşte o andan beri de şimdiki zaman bana ne öneriyorsa yaşıyorum. Hayyam’ın dediği gibi:
“Şu olan biten var ya boş ver ona.
Taş yağsın isterse çok sürmez.
Dakka şaşma dakka yaşamaya bak.
Ne geçmişi düşün ne gelecekten kork.”
Hayalsiz ya da hedefsiz değilim elbette. Hayallerime ulaşmak için gayret gösteriyorum ama bunu yaparken elimde sayfalarca yapılacaklar listesi yok artık. Ölmeden önce yapılacak binler, yüzler listeleri de yok. Sadece doğru ve nitelikli yaşama gayretim var… Ve artık kendi kendime sıklıkla diyorum ki;
Ölmeden önce sadece yaşamalıyım…
Bugünlük de bu kadar. Hepinize güzellikler diliyorum.
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU