Kurban Bayramı araya girince tatil iki hafta uzadı. Bugün şehirler alışılmışın ötesinde hareketlenecek. Toplu taşıma araçlarının yolcu sayısı kabaracak, binlerce servis aracı trafiğe yoğunluk katacak. Annelerin sabah sorumluluğu başladı. Çocukları vaktinde kaldıracak, kahvaltısını yaptırıp okula gönderecek. Akşam da servislerin yolu gözlenecek, hatta okul kapılarına kadar gidilerek miniklerin elerinden tutulacak.
Okula yeni başlayanlar büyük bir heyecan içinde; bazıları sevinirken ağlayanlar da olacak. Okullu olmak güzel bir şey ama özgürlüklerin kısıtlanması da var. Her gün istediği saatte kalkan yavrucuklar bundan böyle sorumlu. Belli saatte kalkacak, yatacak; ödev hazırlayacak, sınava girecek, kurallara uyacak vs. Rahatça çocukluğunu yaşayanlar, her geçen gün biraz daha sorumlu olacak, hem de ömür boyu.
Okulların öğrencisiz olması denizin susuz kalmasına benziyor. Cıvıltı, hareket, bağrışma ne kadar çok olursa milletin gelecekteki gücü de o kadar olur. Bugünün çocukları yarının büyükleridir, diyoruz. Geleceğini düşünen milletler çocuklarını iyi yetiştirmek zorunda. Onları yurt ve millet sevgisi paydasında çağdaş bilgilerle donatmalıyız.
Eğitimin üç boyutu var: Öğretmenler, düzgün okul binaları ile donanım yani kütüphane, laboratuvar, ders araçları vs. Bunların içinde öğretmen en önemli unsur. Biz öğretmenimizi acaba dünya standartlarında yetiştiriyor muyuz? Gereken önemi verdiğimizi söyleyemem. Hatırlayın, bu yıl Öğrenci Seçme Sınavına(ÖSS) iki milyon altmış bin öğrenci girdi. Bunların 580 bin kadarı baraj altında kaldı. Bu başarısızlıkta sistemin hataları kadar öğretmenlerin de sorumluluğu var. Özellikle son kırk, elli seneden beri öğretmen yetiştirmede gereken hassasiyet gözetilmedi. Her şeyden önemlisi meslek aşkı, o güzelim ruh kayboldu. Öğretmenlik iş bulma kapısı haline geldi.
Ülkemizin bazı bölgelerinde anarşi ve terör devam ediyor; oralarda sağlıklı eğitim yapılamıyor. Gazetede okudum; öğretmenlerin yarıya yakını bölgeden ayrılmak istiyor. Geçen yıllarda okullar yakıldı, öğretmenler kaçırıldı, hatta öldürüldü. Özellikle köylerde can güvenliği yoksa dersler nasıl yapılacak? Ancak her şeye rağmen o bölgenin insanı çocuğunun okumasını istiyor, öğretmene sahip çıkıyor.
Bugün biraz da nostalji diyelim, kendimizden söz edelim. 1954 senesi, Eylül başları. Üç yıl köy okulunda okuduktan sonra Gazipaşa İlkokulu’nun üst katta, merdivenin başındaki 4/B sınıfına adım attığım günü hatırlıyorum. Köyde okumuşum, sınıfla benim aramda çok büyük seviye farkı var. Kapatmak için tek başına gayret yetmiyor; birileri elinizden tutmalı. Öğrencinin yetişmesinde öğretmenin rolü her zaman büyük. Mesleğin en önemli anahtarı sabır ve sevgi. Bugün değerli öğretmenim Seniha İnan’ı rahmet ve şükranla anıyorum. O yıl bana özel intibak programı uyguladı, tahammül gösterdi, masasının yanındaki sıraya oturttu. Aramızda yarım metre kadar mesafe vardı, her yaptığım işlemi sürekli izliyordu. İmla kurallarını; noktayı, virgülü, büyük harfi, özel ismi kim biliyordu? Yazılı ödevimi incelediğinde her taraf ciğer gibi kıpkırmızı çıkıyordu. Yıl sonuna doğru dengeyi sağlayabildim. Öğretmenin karşısına her tür öğrenci çıkar: bazen sabır, bazen sevgi göstereceksiniz.
Bugün hatırlamak istediğim diğer bir hocam Orhan Şaik Gökyay’dır. Dersi nasıl anlatırdı, öğrenciye yaklaşımı nasıldı, bunları anlatmam gereksiz. Onun hocalığını tartacak terazi henüz icat edilmedi. 1980 yılı Ağustos başları; Ramazan Bayramı dolayısıyla bir kutlama telgrafı göndermiştim. Altına adresimi de yazınca eğitim enstitüsünde yönetici olduğumu öğrendi; henüz altı aylıktım. Anarşinin cirit attığı günler. 14 Ağustos tarihli bir mektupla cevap vermiş; uyarılarda bulunmuş. Hocanın kişiliğini o satırlarda görüyoruz. Mektubun sadece bir bölümünü sizinle paylaşayım. İlkokuldan üniversiteye kadar her seviyedeki eğitim kurumlarında hocalık, idarecilik yapanlar ibretle okumalıdır onun yazdıklarını:
“Oğlum Mustafa,
Telgrafını aldım, sağ ol. Ben de senin Şeker Bayramını kutlar, daha nicelerini ağız tadıyla görmeni diler, sevgi ile gözlerinden öperim. Yeni vazifende de başarılı, millet ve memlekete hayırlı olman için dua ederim. Eğer bir cümle ile söylememe izin verirsen yurdun çocuklarını birbirinden ayırma. Sana düşen onların hepsini kendi çocukların sayarak memleket hayrına yetiştirmektir, ayrım yapmadan. Onların hepsi bu memleketin evlatlarıdır, bizim kollarımızdan çıkıp başkalarının kollarına düşerlerse suç bizdedir. Öğretmene düşen bu noktayı gözden kaçırmamaktır. Onları yanlış teşhislerle kaybetmek değil, kazanmak olmalıdır, yapacağımız iş. Onların fikirlerine değer vermek, onlarla konuşmak, tartışmak yolu ile hep aynı noktada, yurt ve millet sevgisinde birleşme amacında olmaktır, unutma.”
Ben sadece iki hocamdan söz ettim. Sanmayın ki diğerlerini unuttum; hepsini saygı ve minnetle anıyorum. Ülkemizin huzura, barışa ve kardeşliğe en fazla muhtaç olduğu şu günlerde, tüm öğretmenlerimize, velilerimize ve çocuklarımıza huzur içinde sağlıklı bir ders yılı diliyorum.