Önce şunu belirtmek zorundayız. Şu dijital, e-devlet dilekçelerini Oğuz Atay Sözlüğü’nde (Sefa Kaplan, İstanbul 2021, 153 s. Holden Kitap) Devrekâni ve İnebolu’yla ilgili Oğuz Atay izlenimlerini, izdüşümlerini okumadan önce 15 Mart 2021 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mehmet Nuri Ersoy ile Kastamonu Valisi Sayın Avni Çakır’a göndermiştik. Sözlük, ne denli isabetli bir iş yaptığımızı gözler önüne serdi. Dilekçelerimize olumlu veya olumsuz bir cevap aldığımızda hemşehrilerimizle paylaşacağız.
Sefa Kaplan’ın Oğuz Atay Sözlüğü’nü tanıttığımız önceki köşe yazımızda memleketi Devrekâni ve babasının görev yeri dolayısıyla doğduğu İnebolu’yla ilgili izlenimlerine kısaca değinmiş, ayrıntısını bu yazımıza bırakmıştık. Sözlük’teki Devrekâni, İnebolu bilgileri bir köşe yazısının çerçevesini bir hayli aştığından sadece önemli ipuçlarını vermekle yetineceğiz. Zaten, Telif Hakları Kanunu ve hazırlayıcı, tanıtım amaçlı kısa alıntılar dışında madde kopyalamaya izin vermiyor. İşte; maddelerden kısa Devrekâni ve İnebolu alıntıları:
Cemil Atay/(Babası, hâkim, milletvekili) Sessiz Faziletler Abidesi (s.28): “1892’de doğdun. Ülkemizin ortalama ömür sınırını çok aştın. Duyduğuma göre İsveç ortalamasını filan bulmuşsun. Köyde, kasabada, taşrada yetiştin. (…..) Sessiz faziletlerin heykeli dikilmiyor ya da onun gibi bir şey. (…..) Beni daha iyi yetiştirseydin, mesela ne bileyim yabancı ülkelere filan gönderseydin, bugünkünden daha becerikli olurdum.” Oğuz Atay
Çılgın Kalabalıktan Uzak (s.31-32): “Atay’ın hedefi, çok sevdiği Bodrum filan değil, babasının memleketi Kastamonu’nun Devrekâni ilçesinin Etçiler köyüydü. Tek dileği, orada bir ev yapıp yaşamaktı. Öyle ki yakın arkadaşı Altay Gündüz’ün kayınpederi de olan ünlü mimar Hikmet Koyunoğlu’na evin bir eskizini bile çizdirmişti. Sadece çizimle yetinmemişti üstelik. Tam da o günlerde yazdığı Babama Mektup isimli öyküsünde bu projesinden söz etmişti uzun uzun.” Sefa Kaplan.
Çocukluğun Netâmeli Geceleri(s.32-33): “ Küçük Oğuz’un yürümeye başladığı günlerde bahçede karşısına çıkan ve bir daha peşini bırakmayan parlak tüylü huysuz horoz, bütün işleri zorlaştırmıştı. O yetmiyormuş gibi, aralık bırakılan pencereden içeri giren arı da doğruca giderek emmelere doyamadığı minik başparmağını sokmuştu durup dururken. (…..) Muazzez Hanım, Oğuz’u bir türlü kendi hâline bırakmıyordu mesela. Üzerine bu kadar fazla düşülen çocukların ne zaman ne şekilde infilâk edeceğini bilmek bir hâyli zordu.” Sefa Kaplan
Fransız kültürü ile Türk gelenekleri arasına sıkışan çocuk (s.47-48): Oğuz Atay, neredeyse doğduğu günden başlayarak, ne olduğu az çok bilinen Fransız terbiyesi ile ne olduğu bugün dahi bilinmeyen millî örf, âdet ve gelenekler arasında sıkışıp kalmıştı. Bunun tek sebebi, büyükannesi Melek Hanım’ın Fransız olması (anneannesi) ve doğuma müdahale ederek ritüeli tamamıyla Fransız iklimine uydurmak istemesi değildi sadece.” Sefa Kaplan
İnebolu’nun ebeleri ve bebeleri (s.60-61): “1934’te yani Oğuz Atay’ın yeryüzünü şereflendirdiği yılda İnebolu, her biri küçük bir köye benzeyen dört mahalle, on yedi sokak, üç cami, altı şadırvan, küçük bir meydan, derme çatma bir liman ve terk edilmiş bir kiliseden ibaretti. (…..) Fakat asıl yük, bir nevi tam teşekküllü devlet hastanesi görevi üstlenen ebelerin omuzlarındaydı. (…..) Bizim Oğuz’un payına da hafif kambur ve şaşı bir ebe düşmüştü. (….) Eline çabuk bir kadındı ve yaşadığı yıllar boyunca herhangi bir bebeğin kolunu, bacağını, yahut kafasını kopardığı da görülmemişti. Kapının önünde ter dökerek bekleyen Cemil Bey’in zihnindeki kuşkuların bir bölümünü dağıtmayı başarması bile bunun açık bir göstergesiydi. Düşün ki Olric, Oğuz Atay dünyaya geldiğinde babası kırk iki, annesi ise sadece on sekiz yaşındaydı.” Sefa Kaplan
Kar (s.64): “Kar yağarken ölmek aile geleneğiydi belki de. Babası, hiç de alışık olmadığı bir saatte, o uzun paltosunun tamamı karla kaplı bir durumda kapıdan içeri girdiğinde, mezarlıktan geldiği hemen anlaşılırdı. Cemil Bey Olric, Cemil Atay yani, güneşli bir mayıs gününde ölerek geleneklere aykırı davranmıştı.” Sefa Kaplan
Kütüphaneli evde doğmak (s.69): “Oğuz Atay’ın doğduğu evde kütüphane yoktu ne yazık ki. Bu yüzden, ilk kütüphaneyi, babası gibi Ankara‘ya milletvekili tayin edilen üst kat komşuları Numan Bey amcaların evinde görecekti.” Sefa Kaplan
Muazzez Atay (s.71-72): “Tıpkı Hüsamettin Tambay Albayım gibi orduda görev yapan Zeki Bey, esasen bir Fransız olan Melek Hanım’a gönül düşürmeseydi eğer, ne Muazzez Hanım’dan haberdar olacaktı yeryüzü ne de Oğuz Atay’dan. (….) Bir kutu Safranbolu lokumu eşliğinde Melek Hanım’ın kapısını çaldığında Cemil Bey otuz sekiz, Muazzez Hanım ise henüz on dört yaşındaydı. Bu yüzden, genç kızın tahsilini (Edirne Kız Öğretmen Okulu) bitirene kadar beklemesi gerekecekti.” Sefa Kaplan
Pısırık oğlum benim! (s.94-95): Muazzez Hanım’ın oğlunu severken en sık kullandığı kavramlardan biri buydu işte. Oğuz’un bahçedeki parlak tüylü horozdan ve minik bir su birikintisinden birdenbire fırlayan kurbağadan korktuğunu görünce ‘Kurbağadan bile korkan pısırık oğlum benim’ iltifatları ile bağrına basmıştı hemen. (….) Gene de hakkını yemeyelim, Muazzez Hanım, Oğuz’u ‘Benim korkak oğlum, benim pısırık oğlum’ diye sevmesine rağmen hayrandı ve bu hayranlığı hiçbir zaman gizleme gereği duymamıştı.” Sefa Kaplan
Topal doktor kalksana/Lambaları yaksana/Oğuz elden gidiyor/Çaresine baksana (s.111): “Üç yaşını bile doldurmayan güzel gülüşlü çocuk: ‘Topal doktor kalksana/Lambaları yaksana/Oğuz elden gidiyor/Çaresine baksana’ çığlıkları eşliğinde Dr. Muvakkar Bey’e yetiştirildiğinde, annesinin kucağında baygın bir şekilde yatıyordu. Dr. Muvakkar Bey, Oğuz’u Muazzez Hanım’ın kucağında tere boğulmuş vaziyette görünce, durumu hemen anlamıştı (zatürre). Çocuğu içeri alıp muayene ettikten sonra bir süre kafasını kaşıyacak arkasından da tane tane konuşacaktı: ‘Çok şükür mevsim ilkbahar, kış olsa çokta göçüp giderdi. Sabahı bekleyelim, sabaha çıkarsa umut var…” Sefa Kaplan
Bir yokluktu Ankara (s.121): “İnebolu’da iken ‘Bu çocukta doğuştan büyük adamlık yeteneği mevcut’ diyenlerin sesi, babasının CHP Sinop milletvekili tayin edilmesi dolayısıyla taşındıkları Ankara’da birdenbire kesilmiş; ‘Bu çocukta bir tuhaflık var’ diyenlerin sayısı ise nedense her gün artmaya başlamıştı.” Sefa Kaplan
Zihin, zekâ ve diğer şeyler (s.129): Cemil Bey, kelimelerden birini veya birkaçını Kastamonu ağzından bir türlü vazgeçemeyen dilinin bir köşesine sıkıştırırsa, büyük ihtimalle hem Oğuz hem de Muazzez Hanım basacaktı kahkahayı.” Sefa Kaplan
Sefa Kaplan ve kitabını yayımlayan Holden Kitap Yayınevi yöneticilerini kutluyor, Oğuz Atay’ı saygıyla anıyoruz…
NAİL TAN