Şehrimizin Olukbaşı mevkiinde gördüğüm manzara üstüne bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim. Fotoğrafta gördüğünüz gibi Belediyemiz (veya semtin sakinleri) bir oturma bankını ağaca zincirlemek zorunda kalmış!
Sebep,belli ki hırsızlık korkusu.
Bu manzara 1990 yılına götürdü beni. Üniversite ev arkadaşlarımın nazik daveti üzerine yaz ayının bir haftasını onların evinde misafir olarak geçirmiş ve hiç görmediğim birkaç ili görmüştüm.
Evlerinin girişinde, parklarda, sokaklarda gördüğüm tüm bisikletler hem ön tekerlekten hem de arka tekerlekten ağaca, direğe veya merdiven tırabzanlarına zincirliydi. Ayrıca tüm balkonlar üçüncü, dördüncü katlara kadar komple demir parmaklıklar ile kapatılmış tam bir hapishane havası hâkim olmuştu.
Dert aynı tabiî ki, hırsızlık. Ülkenin en güzel şehirleri, aşırı göç ve ekonomideki değişim sonucu oluşan kozmopolit yapı sebebi ile huzur şehri olmaktan çıkmış hırsızlık, gasp ve kaptı kaçtı şehri olmuştu.
Çok yadırgamıştım. Bizim memlekette o zamanlar bisikleti bırakırsın evin önüne, yaslarsın bir ağaca, direğe, bakarsın işine. Ne senin aklına gelir çalınacağı, ne kimsenin aklına gelir çalmak. Balkonlar yere birdir ilk katlarda ve kapı açıktır yaz aylarında, girerse kedi girer, kimse soymaz seni.
1990’larda böyleyken, şimdi bırak bisikleti, bankı zincirlemek zorunda kaldıysak bizde o zamanlar yadırgadığım şehirlerin hizasına gelmiş hatta geçmişiz demektir, ne yazık ki.
Yine de evliyalar şehri, kültür başkenti, kurtuluş destanı yazmış kadim şehre bu manzara yakışmamış. Bankı emniyete alacaksak bari yere vidalayarak sabitleyelim, ağaca zincirleyip şehrimize gelen insanlarda, 1990’larda bende oluşan ‘bu şehirde soyulursun dikkat et’ izlenimi bırakmayalım.
Ahlak, ortak yaşam ve şehir kültürü aileden, ilkokuldan başlayıp tüm yaşam boyu hayat felsefemiz olmalı.
Huzur ve güven şehrinde/şehirlerinde yaşamak dileğiyle. Kalın sağlıcakla.
Feza TİRYAKİ