Selamlar. Ben öyle aman aman futbol izleyicisi değilimdir. Fakat her klasik Türk erkeği gibi kendime göre futboldan anlarım (!). Bizim milli takımın son iki maçtaki durumu ve özellikle de küçücük bir ada ülkesinin bizi yenmiş olmasına dair bir iki kelam etmezsem bu müthiş futbol bilgimin boşa gideceğini düşünerek bilgisayarımın önüne.
Bizim futbol konusundaki temel sorunumuz -tıpkı pek çok konudaki temel sorunumuz gibi- eğitim. Genel olarak işimizi ve umudumuzu doğal yeteneklerin ortaya çıkmasına bağlıyoruz. Hep birlikte şu meşhur sözü göz ardı ediyoruz: “Dehanın yüzde biri yetenekse, yüzde doksan dokuzu çok çalışmaktır.” Bu sözü kimileri Edison’a kimileri de Einstein’a mal eder ama fark etmez. Sonuçta her ikisi de çok ama çok çalışan dâhilerdi.
Genetik kodlarımızdan mı? Coğrafya kaderimiz olduğundan mı bilemediğim şekilde tüm yaşamsal umutlarımızı bu yüzde birlik duruma bağlıyoruz ve elimizden geldiğince yüzde doksan dokuzluk çalışma kısmında tüm gücümüzle kaçınmaya çalışıyoruz.
Bence futbol milli takımımızın da önemli sorunu bu. Sistematik çalışma yok. Örneğin çoğunlukla başarıları ortalama bir habermiş gibi geçen kadın voleybol takımımız. Onlar neden başarılı? Neden Türk kadın voleybolu dünyada önemsenir bir hale geldi? Soran yok. Ya da Kastamonu’nun kadın hentbol takımı? Avrupa şampiyonu oluyorlar ama bırakın Türkiye’yi genel olarak kendi yöremizde bile sokağa dökülen kimse yok.
Apriori bir bilgi şeklinde paylaşabileceğim durum şudur: Salon sporları ile uğraşan bireyler akademik eğitimleri konusunda da istikrarlılar. Ancak futbol gibi bir top ve boş bir çayır isteyen sporlarda nedendir bilinmez akademik beceri ya da başarı aranmıyor. Hatta meşru bir gerekçeymiş gibi antrenmanlarla okul çakıştığı için antrenmana devam ettim. Peki o zaman NBA’de oynayan sporcuların %90’dan daha büyük bir kısmının üniversite mezunu olduğu gerçeğini ne yapacağız? Ve çoğu NBA sporcusunun basketbolu bıraktıktan sonra profesyonel iş dünyasında da varlık gösterebildikleri gerçeğini?
Evet kabul ediyorum dünyanın pek çok yerinde futbol oynayan bireyler eğitim hayatlarına devam etmemişler, ama bir başka eğitim hayatına mecburen girmişler. Futbol Akademileri… Futbolu bir spor olmanın ya da dünyanın en büyük kapital sektörlerinden bir olarak görmenin ötesinde tıpkı fizik, matematik gibi bir bilim dalı olarak kabul edip bunun eğitimini almışlar ve alıyorlar.
İşte bizde bu eğitim yok. Altyapı dediğimiz ekosistem sadece göstermelik bir yapı. Eğer öyle olmasaydı altyapı eğitmenleri de tıpkı profesyonel liglerdeki antrenörler kadar kazanıyor olurlardı. Sonuçta bir şeye atfettiğimiz değerin en önemli göstergeleri onlara ne kadar zaman ayırdığımız ve ne kadar çok kaynak aktardığımızla ilgilidir.
Başarının kestirme bir yolu yoktur. Başarıya giden en kısa yol da en uzun yolda çalışma ve eğitim temellidir. Geçenlerde izlediğim bir belgeselde Fransızların efsane futbolcusu Platini şunu söylüyordu: “Kendi akademilerimizde yetiştirdiğimiz gençlerimizi en azından 23 yaşlarına kadar kendi liglerimizde oynatmalıyız ki Fransız futbolu olarak ilerleyebilelim” Esprisi ile söyleyeyim, adamlar seri üretim futbolcu yetiştirme meselesini çözmüşler de üstüne bu sporculardan ne kadar süre yararlanacaklarını ve sonrasında nasıl para kazanacaklarını tartışıyorlar.
Bizde durum ne? Gurbetçi gençlerimizi yetiştikleri altyapılardan devşirip Türk statüsünde oynatma çabası. Burada azıcık parlayan gencimize bir an önce kendini Avrupa’ya at futbolun gelişsin hem de daha çok kazanırsın tavsiyeleri.
Sonuçta şunu unutmamak lazım dostlar: Sporculuk da bir meslektir. Bu mesleği icra ederek de yaşamımızı idame ettirebiliriz. Ve sporculuk da bir meslek olduğuna göre o mesleğin mesleki eğitimini almak zorundayız. Çünkü saf yeteneğe baktığımızda şöyle cümleler duymamız çok olasıydı: “Yahu hanım, bizim çocuk ekmeği ne güzel kesiyor, şu bıçak tutuşa bak. Biz bunu cerrah yapalım”. Ama nedense bir cerrah olabilmek için altı yıl zorunlu tıp eğitimi üstüne zorunlu dört yıllık uzmanlık eğitimi. Zorunlu asistanlıklar vs… Ama topa iyi vuruyorsan tamam. Değil işte. Topa iyi vuranların tamamını bir yere toplasanız da eğer arka planında bir eğitim yatırımı, entelektüel bir arka plan yoksa en büyük marifetiniz bir üstünden yirmi yıl geçmiş bir dünya üçüncülüğüne dünya şampiyonu olmuş gibi sevinmek olarak kalır.
Eğer bir müsabaka varsa elbette galibiyet kadar mağlubiyet de meşrudur. Mesele yenilmek değil, mesele nasıl yenildiğimizdir. Yenilirken bile bir düzen, intizam ve bir sistem varsa her şeye rağmen yenildik diyebiliriz. Futbol şansı lafını edebiliriz ama nedense biz ulusça pek şok şeyde olduğu gibi futbolda da kurtuluşu eğitim yerine şansa bırakmışız. Ne diyeyim ki, şansımız açık olsun…
Bugünlük de bu kadar sevgili dostlarım. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…
ZEKİ GÜRDAL KARAOĞLU